Bedenimi ısıtabilirim fakat ruhum buz gibi benim…


Bu soğuk içeriden geliyor dedi kadın, karşısında ruhsuz bakışlarla kendisini izleyen adama. Bugün benim doğum günüm.

Konuş artık! Konuş da erisin sesinin sıcaklığıyla buz tutmuş duygularım. 

Isınsın bu evin odaları annemin yüreğini ısıttığın gün gibi. Ben değil miyim bembeyaz yeryüzünün rengârenk çiçeği? 

Sesimi duyunca soluk düşlerin silinir, şifa bulurdu gönlündeki sızılar. Kan olurdu tenim damarlarında, el olurdum, ayak olurdum, can gelirdi uzuvlarına, hayat olurdum. 

Ama… Dokunamazsın ellerin soğuk.

Sarılamam bağrın buz senin. 


Bu soğuk annemden geliyor dedi kadın, karşısında duran soğuk adama.

Aslında her zaman üşürüm ben ama,  yokluğun hep bu havalarda dokunur bana ve ben hep bu mevsimde konuşurum.

Öyle sessiz kalırım ki nefretim bile tanımaz seni. 

Öyle bir soğukta bıraktın ki annem dahi ısıtamıyor beni.


Çaresizliğin ve pişmanlığın acımasız pençeleri arasında, yirmi dört yıllık yetersizliğin bakışlarında beliren mahcubiyeti ile korkarak yaklaştı annesi kadına.

Ey benim hayatı kara kışım. Yıllardır akan gözyaşım. 

Evinde ocağın tüter, durma gel yastığa koy başın.

Hangi hecelerin serzenişi bu duygusal ahenk diye düşündü kadın. Dokunur mu parmaklarım, koparır mı bu edebî teli ruhundan? 


Bu soğuk senden geliyor dedi kadın, karşısında duran kardan adama…

Ben beyaz göğsünde siyah bir noktayım.

duyuyor musun baba kar tanelerinin sessiz senfonisi bu…


Bırak nolur, tüten ocağın ruhumu ısıtmıyor anne!

Üşüyerek açtığım gözlerimi üşüyerek kapamak istiyorum…