— Sevgili dostlarım, sizi buraya önemsiz bir mesele yüzünden topladım.

— Biz senin dostun değiliz. Bu masaya karakter topladıkça da olmayacağız. Bizi kendi hikayelerimizden çıkarıyorsun. Üstelik önemsiz bir mesele için!

Kayra'yı umursamadan devam etti:

— Son günlerde rüyalarım bir garip. Kendimi başka bir ailenin üyesi olarak görüyorum. Başka bir kadına anne diyorum, başka bir babayla kavga ediyorum. Bir kız kardeşim var, kıvırcık saçlı.

— Sazandere kralı olarak bazı doğaüstü hislere sahip olman doğal değil midir? Belki başka bir ailen daha vardır. Dorian Gray'in kendi hikayesinde her türlü çirkinliklerini üstlenen bir portresi varken Sazandere kralının da neden başka bir hayatı daha olmasındı?

— Sevgili Dorian Bey, üzülerek hatırlatmak isterim ki bu masada genellikle soyut karakterler oturur. Siz bir kitap karakterisiniz, bense somut dünyada var olan somut bir kişiliğim. Bu şekilde bir gücüm olması, sarı badanalı binada beyaz gömleği giymem demektir.

Dorian Gray'in yakışıklı yüzünde hayal kırıklığı oluştu ve masayı terk etti.

Huysuzluğu üstünde olan Selim "Çocuğu kaçırdın, Lord Henry kim bilir hangi safsatayla dolduracak kafasını," dedi. Sazandere kralı kimseyi dinlemiyordu.

— Gerçek ailem olduğunu düşündüğüm insanlardan giderek uzaklaşıyorum. Rüyamda kırmızı elma yiyoruz sürekli. Ben annemi kurtarmaya çalışıyorum. Bir amacım var kırmızı elmalı düşümde. Uyanmak istemiyorum artık. Öldürmeyi güç sanan kardeşime yaşatmayı, sevmeyi öğretmek istiyorum.

— Yaşadığın dünyada mutlu olduğunu sanıyorduk. Annenin ve babanın biricik oğlusun. Ne bu yakınma? Bu masaya da sadece şikayet etmek için geliyorsun. Üstelik bir de sevmeyi öğretecekmiş(!). Senin ruhun hasta, sanıyorsun ki hep huzurlu olacaksın. Duydunuz mu Selim Bey?

Raskolnikov elinden düşürmediği sigarasını tüttürürken Sazandere kralıyla alay etti:

— Marifetmiş gibi kare masayı ben kurdum diyor bir de. Neymiş efendim, soyut olan her şey somutmuş burada(!).

Raskolnikov'un kahkahası masayı doldurdu.

— Eşin var, çocuğun var, işin var. Ama bir umudun, amacın yok. Bizi buraya bir gayen olmadan bencil sebeplerle topluyorsun, çok canın sıkıldıysa hafta sonları pikniğe git; bayramlarda anaların, babaların gönlünü al; arkadaşlarına ev gezmesine git, arada koltuk takımlarını değiştir, ne demeye bu masayı kuruyorsun kardeşim!

Suratı kıpkırmızı kesilen Sazandere kralının tüm sinirinin kokusu masaya yayılmıştı. Kimse yadırgamadı çünkü bu masada duygular da somuttur. Üzüntünün tadını alır, siniri koklar, gerginliği duyarsınız.

— Hadi canım oradan Romanoviç! Bu çocuk ne yapsın kare masaya bizi toplamazsa? Sen akrabaları dolaşmak, arkadaşlarınla -mış gibi yapmak, ailenin yanına gitmek, karını mutlu etmek kolay mı sanıyorsun! Bin kere düşünmesi gerekir. Bunları yaptığında yorulduğuyla kalacak.

Masada tuhaf bir sessizlik dumanıyla birlikte İlya İlyiç'ten gelen uyuşukluğun ağır rehaveti... Sazandere kralı hayretle konuşan kişiye bakıyor. Selim ve Romanoviç kendilerini savunmaya hazır bir şekilde siper almışlar. Kare masada ilk defa birisi Sazandere kralını savunuyor. Ve savunan kişinin İlya İlyiç Oblomov olması tamamıyla beklenmedik. Yaşamak ha! Yaşamak, bir düş; öyle klasik, öyle olağanüstü.


İki gün sonra...


"Artık Melek teyzeye anne, Süleyman amcaya baba demek istemiyorum. Oğuz'un bana baba demesini, Sazandere kraliçesinin bana eşim demesini istemiyorum. Gerçeğin içindeki düşü, düşün içindeki gerçeği aramaktan yoruldum. Bu rüyayı görmek istemiyorum. Kıvırcık kardeşim, annem ve babam olarak mutluyum, bu ailede var olduğumu hissediyorum. Ben bu düşte var olmayacağım artık. Uyanmak istiyorum bu rüyadan."

"Sorumluluklarından kaçıyorsun. Kendinden kaçıyorsun. Sanıyorsun ki bu rüyadan uyandığında sürekli huzurlu olacaksın. Sen kendinden kaçmaya çalışıyorsun. Bir ay sonra o rüyadan uyanmak isteyeceksin. Ruhun uykuda, onu uyandırmayı dene. Belki bir bardak su dökersen uyanır."

Tutunamayanlar'ın prensi ilk defa ciddi bir konuşma yapıyordu. Bunu beklemeyen masa sakinleri sessizdi. Lakin son cümleyle masadaki ciddiyet bozuldu.

— Yok Selim Bey, bunun ruhu bir bardak su dökmeyle uyanmaz. Kovalarca su dökmemiz gerekir.

Sazandere kralı derin bir nefes alıp konuşmaya başlayınca Selim "Buyurun efendiler, başlıyor kafa ütülemeye," dedi. Müdavimlerin hepsi hazırlık yaparcasına sigara yaktılar.

— Canımı sıkıyorsunuz, başka hiçbir halt yapmıyorsunuz. Oysa içim acıyor, yoruluyorum içimin acısından. Alışıyorum zalimliğe, fakirliğe, adaletsizliğe. İçimin acısına alışıyorum. Ne diyor ünlü psikolog ve filozof Dostoyevski: "Önce biraz ağladılar ama sonra alıştılar. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!" Oysa ben, ben... Alışamıyorum içimde uçan umut kelebeklerine. Ömürleri o kadar kısa ki bu umut kelebeklerinin. Ruhumun havasızlığında var oldukları andan hemen sonra can çekişmekle geçiyor kısacık yaşamları. Alışamıyorlar sert karasal iklimlere. İnsan alışıyor fakat onlar alışamıyor. Bir teknoloji de yok ki umudu yaşatmak için. Sahi bulunur mu öyle bir icat? Duyguları yaşatan ve öldüren teknoloji. Kapınıza kadar geldi. Nefret duymaktan yoruldunuz mu? Artık bir tıkla bu duygudan kurtulabilirsiniz. Kredi kartınıza 36 ay taksitle hayatınızı zehreden duyguları kontrol edebilirsiniz. Yüzyılın icadının reklamları... Reklamında oynayan politikacılar, mankenler, yazarlar, oyuncular. İnsanı tüketim uğruna harcayan ışıltılı, ölgün reklamlar. Yarın yokmuşçasına tüketilen, sömürülen duygular, bedenler, zihinler, cüzdanlar. Her şeyi kurutan insanlık, umudu yaşatır mı?

Bıkkın bir yüz ifadesiyle Oblomov "Bitti mi?" diye sordu.

"İyisin hoşsun da bazen çok konuşuyorsun II. Sazanyus," dedi Oblomov.

Masadaki muhabbeti bitirmek isteyen Sazandere kralı II. Sazanyus'un yüzüne kararlı bir ifade yerleşti.

"Osman'ın ve Tuba'nın oğlu, on kişiyi öldürmüş bir kadının abisi, Sazandere kralıyım ben. Birazdan Melek ve Süleyman'ın oğlu olduğum rüyadan uyanacağım."

"Sarı badanalı binaya gireceğim diyorsun illaki. Beyaz gömleği getirin efendiler!"