—Sonra n'apacağım canım, çektim silahı kafama.
II. Sazanyus Selim ve Oblomov'un arasında geçen konuşmanın tam ortasında masaya oturdu.
—Hadi oradan! Deli! Üşenmedin mi intihar etmeye? Hayattan vazgeçmek kolay mı bu kadar?
—Sayın Oblomov, hatırlatmak isterim ki siz de bir çeşit hayattan vazgeçiş yoluna başvurmadınız mı? Selim'in bu cümlesiyle ortalığın karışacağını hisseden Sazanyus lafa girdi:
—Ne yapıyorsunuz abi siz? Oblomov'un Selim'in intihar etmesine üzülmekten çok intihar etmeye üşenmemesine şaşırdığını açıkca görmüştü. Ters bir bakış atan Selim, derin nefes aldıktan sonra cevap verdi:
—Oblomov abime Oğuz Atay'ın bana yazdığı hikayeyi anlatıyorum.
—Yalnız ben senin bir ara Oğuz Atay olduğundan şüphelenmedim değil, dedi Sazanyus.
—O şahsiyet benim var olmanın ağırlığı altında ezilmeme, korkularımın beni günbegün tüketişine, Günseli'ye birkaç sayfa acı bırakmamın, kısacası makus kaderimin yaratıcısıdır. Beni ona nasıl benzetirsin? Olsa olsa Turgut olurdu. Sazanyus güldü. Selim, Oğuz Atay'a kızarken bile Atay'ın ona biçtiği karakterin dışına çıkamıyordu.
—Zavallı Turgut, onu sen çektin bizim hava almayan topluluğumuza, dedi II. Sazanyus. Selim masada şöyle bir gerildi.
—Sen kendini bizden biri gibi görüyorsun yani.
—Ne var canım, ben de tutunamamış bir kitap karakteri değil miyim sonuçta?
—Sen kitap karakteri değilsin.
—Tutunamadığımı kabul ediyorsun yani.
—Araya girebilir miyim, dedi Benol Hikmet. Masa eşrafı dönüp baktılar. Bütün dikkatin kendisinde olduğunu gören Hikmet güldü:
—Önemli bir şey değil. Sadece soru cümlesi silsilesine katkıda bulunmak istedim, dedi. Soru sormamasına rağmen bir şey sorarcasına kaşlarını kaldırmıştı.
—Bu da Sevgi'yle, Bilge'yle, gecekonduyla kafayı bozdu, dedi Oblomov. Selim ve Sazanyus tartışmalarına ara vermiş, sigara tüttürmekteydiler. Masadaki ağır sessizlik omuzlarında yük yapıyordu.
—Geçen gün ruh hekimine gittim. Karımın zoruyla, dedi II. Sazanyus. İtirafı sessiz masada dikkat çekmişti. Aralarına gecenin sonuna yolculuk yapan Ferdinand Bardamu da katılmıştı.
—Anlat bakalım, ne dedin hekime, diye sordu Bardamu.
—Önce dik dik baktım, sonra güldüm. O da güldü bir süre. Keyfiniz yerinde dedi. O ne şüphe dedim. Zaman geçiyordu, seans başlayalı on beş dakika olmuştu bile. Bir saatliğine 400 lira vermiştim. Ne anlatmak istersiniz diye sordu.
—Anlatacak bir şeylerin var mıydı bari? Birkaç anlamlı cümle ya da bir tutam çocukluk travması filan... Müdavimlerden ses çıkmıyordu. Alay kokan cümlesiyle sanki bir tek Bardamu dinliyordu onu.
—Sayın Bardamu, insanların anlatacak hikayesi her zaman vardır; bunu siz de biliyorsunuz. Benim anlatmaya değer bir hikayem yok.
—Ben Sonya'ya itiraf edip omzunda ağladığımda ruhum tam yirmi kilo vermişti beyler, dedi Raskolnikov. Yüzünde sevinci ve aşkı yaşayan bir adamın ifadesi vardı.
—Aman Tanrım! Sayın Romanoviç, yüzünüzü bir görseniz. Bu masada benim yerime Robinson olsaydı iğrenirdi, dedi Bardamu. Turgut Özben'den Bardamu'nun şahsiyetine yönelen bir acıma kokusu bastı masayı. Yine ben hariç herkesi kurcalıyorum diye düşünen II. Sazanyus, onları incelemeyi bırakarak devam etti:
—Siz ruhunuzu kemiren pişmanlığı anlattınız. Gün geçtikçe sizin ruhunuzu obezliğe doğru götüren pişmanlığı. Lakin bende hiçbir şey yok. Bu boşluk ve hissizlik beni değil, karımı çıldırttığı için gittim hekime. Ne anlatabilirdim ki? Aslında yarım saat boyunca sadece gülüp birkaç cümle dışında konuşmamam gelme sebebimi göstermez miydi?
—Sen söylemeden nasıl anlayabilir? Müneccim boku yemiş olamaz ya! Kendisi de bir hekim olan Bardamu sinirlenmişti.
—Ağzınız da pek bozuk efendim! Hani biraz düzeltse. Yakışıklı Dorian Grey cümlesini bitirmeye varmadan Bardamu lafı ağzına tıkadı:
—Sizi de biliyoruz Bay Grey, güzellik, beyefendilik maskesiyle ne haltlar karıştırdığınızı. Bozuk ağzıma laf etmeniz gülünç. Kare masada asla bitmeyen bir döngü vardı. Kavga döngüsü... Bitmeyen ironik sürtüşmeler...
—Masada bulunmak istemeyen gidebilir. Kafam ağrıyor. Tartışma istemiyorum bugün, dedi II. Sazanyus.
—Sen acı çekmekten mutlu oluyorsun. Ruhunu yakan her şey hoşuna gidiyor. Bizi burada sürekli sana karşı çıkarken kabul ediyorsun sadece. Geçmişte, gelecekte, hatta şimdi de hep mutsuzluğu arıyorsun. Karın da bu mikroplu ruhunun farkında. Seni iyileştirmek istiyor."
—İyileşmesi gereken biri değilim ben. Hem nereden biliyorsunuz bütün bunları? Siz kitap karakterisiniz sadece, ruh hekimi değil.
—Biri şuna bu lanet kare masa saçmalığını kendisinin kurduğunu anlatsın.
—Lütfen Selim Bey, kendinizi hırpalamayın. Başından beri aynı şeyleri hepimiz sırayla söyledik zaten, dedi Raskolnikov. Genel durumları sürtüşme olan masa müdavimleri bir bütün olmuştu.
—Yalnızlığımdan bunlar... Sizin gibi alçaklara kaldım. Herkes sırt çevirdi. Oğlum gülmüyor artık. Karımın gözleri küs. Babam duysa ruh hekimine gittiğimi, erkekliğin bu mu deyip alay ederdi. Annem anla...
—Sana acıyacağımızı düşünüyorsan büyük yanılgı içerisine girersin. Kendini acındırmakla geç kaldın. Burası düşkünler masası değil, dedi Turgut Özben. Sinirinin kokusu masayı dolduran II. Sazanyus ayağa kalktı.
—Bilakis Turgut Bey, burası tam olarak bir düşkünler masasıdır. Bak şurada oturanlara; Tutunamayanlar Prensi intihar meyilli Selim Işık, burjuva hayatının yaşam felsefesini beğenmeyip deliren siz, kafayı güzellik, haz, kötülükle kırmış olan Dorian Grey, yaşamda biraz daha nefes alabilmek için kendine her türlü eziyeti çektirmiş bir manyak olan sayın Bardamu, adaleti kendisinin sağlayabileceğini zanneden Raskolnikov, bütün yaşamı atalet halinde geçmiş bir zavallı Oblomov! Daha nicesi var bu masada!
Bu kadar söylenmesinin ardından hiç tepki gelmemişti. Hepsi onu deney faresi gibi incelemekteydi. Tepkisizlik karşısında çılgına döndü. Masaya tekmeler savurmaya başladı. Kare masanın üstünde dolmuş olan küllükler yere dökülünce pis bir koku yaymıştı. Sandalyeleri yere çarpıyordu. Anlamsız sesler çıkarıp ağzını açıp kapatıyordu. Boynundaki damarlar, Bardamu'nun anatomi çalışmasını isteyecek kadar netleşmişti.
—Boyundaki damarlardan da fal bakılır mı acaba, diye sordu Selim Işık.
—El falı, yüz falı bakılıyor; damar falı da bakılır heralde kardeşim, dedi Turgut Özben.
—Sazanyus'un damar falına bakacak olursak...
—Lafını balla kesiyorum lakin damar falından anlar mıyız? Raskolnikov'un sorusuna Selim güldü:
—Mış gibi yaparız. Diğer herkesin yaptığı gibi...
—Fala gelirsek ki on vakte kadar bizi okumayı bırakmayı düşünüyor. Bıraksa da kurtulamaz artık bizden, kendinden...
—Damar yolları tıkalı. Ulaşamıyoruz falına. Aklına olduğu gibi... Hepsi gülüştü. Herkes tek ağızdan konuşuyor, dayanamıyorum diye düşünen Sazandere Kralı; tacı başında yamulmuş, sayıklar halde masadan ayrıldı.
Arkasından ne söylendiğini duymamış gibi yaptı:
—Tam bir bağımlı. Trajedi bağımlısı bir köpek.
Onlara, bir insan köpek kadar mutlu olamaz demek istese de buna hali yoktu.