Sabah dakika dakika ilerlerken 

Bitmeyen insan kalabalığı trenin geliş gidişiyle birlikte azalıp çoğalıyordu. 

Gök maviye hasret grilerde dans ediyor. 

Sarı sıcak yüz görümlüğü istercesine saklanıyordu.

Sabahın kasvetinde kadın kitap ve kedi öylece otururken sessizliği karga çığlıkları böldü.

Kadın yavaşça oturduğu yerden kalktı. 

Ağaçlar en ufak kıvrımına kadar yeşile durmuş, tomurcuklar yeni bir başlangıcı müjdelercesine başlarını uzatmıştı.

Bu yemyeşil ağaçların üzerinde kara kargalar bir aşağı bir yukarı telaşla uçuyor. 

Konup konup kalkıyor sonsuzluğa dalarcasına kanatlarını çırpıyor, hiç durmadan tiz çığlıklar atıyorlardı. 

Sonra kadın aniden ilerde ağacın altında bir karaltı fark etti.

Yuvanın nerdeyse hemen altında gri betonun yeşille oluşturduğu tezada inat kapkara oracıkta yatıyordu. 

Bir küçük yavru, henüz uçmayı öğrenirken yuvadan düşmüş ve oracıkta hayatla olan tüm bağını kesmişti.

İşte kargaların çığlıkları bu küçücük yavruyu selamlamak, son bir kez vedalaşmak, onu uğurlamak içindi. 

Sonra bir tren daha geldi. 

İçinden onlarca insan inip sokağa karıştı. 

Herkes akın akın küçücük karganın önünden geçti ama kimse onu fark etmedi. 

Kadın kıpırtısız bekledi bir hareket, bir küçük hareket. 

Nafileydi bekleyişi, doğa çalışmış zayıf olanı ayıklamıştı. 

Bir damla yaş kaydı gözünden. 

Dünya merhameti bol insanlar için ne kadar da acımasız bir yerdi.