Hayatın organik bir güzelliği yok. Bir şeyin güzel olduğunu görmek için bile pozitif bakmamız gerekiyor. Basit bir matematik bu.

Bir sigara yaktım. Sırtıma neyi yüklerlerse yüklesinler, kaldırabilirim gibi hissettim; sebepsiz. Belki de hâlâ ayakta durabiliyor olmamın en büyük sebebiydi bu: birkaç günde bir gelen güçlü olma hissi. Hiç kimseye bir şey kanıtlamak zorunda olmadığım ve hâlâ yaşadığıma göre hiçbir şeye de yenilmediğimi düşünmek. Geçmişimi öyle çok filtrelemiştim ki, ''kötü'' diye adlandıracağım hatıraların beni öldürememesini zafer diye nitelendirebiliyordum. Başarıyı o kadar basite indirgemiştim ki hâlâ nefes alabiliyor olmamı şampiyon gibi kutlayabilirdim.


Ayakkabı kutumu elime aldım günler. Madem organik bir güzellik yok, organik bir mutluluk da yok demektir bu. En azından şu an böyle düşünmek istiyorum. Şimdi doğaya güzel bakma zamanı. Bir başka sigarayı doldurdum ve ucunu ateşledim. Yüzde yüz organik olmasa da doğadandı. Doğanın ürünüydü ve insanoğlu dokunduğu bir şeyi yine kirletip zararlı hale getirmeyi başarmıştı. umurumda değil bu durum. uyuşturucu, benim kısır döngüm. Birazdan güçlü olma hissimin bile beni iyi hissettirmesine ihtiyacımın olmadığını bilmek heyecanlandırıyordu. Robabeh Jan'ı açtım.



Benim yaptığım öz muhasebe değil, hayatımın z raporunu almaktı. Geçmişimi düşünür, beni mutlu eden şeylerle mutsuz eden şeyleri karşılaştırır ve hangisi kazanırsa günümü iyi ya da kötü ilan ederdim. Bir gün geberip gittiğimde bunu yapamayacağım için, iflasımı ertelemekti bu; her gün.

Doğarsın, kırk gün sonra saymayı bırakırlar. Basitleştirirler her şeyi. Yılda bir artar yaşın. Kimse 30'u, 365 ile çarpmaz. Eskirsin. Basitleşirsin. Bu yüzden klişe bir şeydir yaşamak. Hiç kuşkusuz ölmek de öyledir.


Babamın yanında çok fazla duramadım o gün. İki sene sonra hatırlayacağım, üzüleceğim, anacağım bir gün olacağı aşikardı. Halihazırdaki hatıralarım yetiyordu; bölüştürüyordum haftanın yedi gününe her birini.

Galatasaray'ın durumundan bahsetti biraz. Yıllar önce birlikte yaptığımız en büyük aktiviteydi maç izlemek. Sırf beni daha fazla sinirlendirebilmek için rakip kimse onu desteklerdi ve Galatasaray her gol attığında benim verdiğim aynı tepki: onun kelini öpmek.

Çay doldurdu iki bardağa, sigaraları balkonda içelim istedi ve benim gözümde aynı senaryo canlandı; babam anneme kalp masajı yapıyor, ben eve giriyorum hiçbir şeyden habersiz. Araba bul diye bağırıyor odadan, annen fenalaştı. O an annemin araba bulmasını, babamın bana kalp masajı yapmasını istiyorum. O an ben öleyim, annem benim ciğerlerimden oksijen alsın istiyorum. O an ben gömüleyim, toprağı benim üzerime atsınlar istiyorum ve koşuşturmaya başlıyorum. Komşuların kapılarını yumrukluyorum ve bağırıyorum: ''Araba yok mu?'' Merdivenleri üçer beşer atlıyorum ve binanın önüne iniyorum, bağırıyorum: ''Annem ölüyor, yardım edin!''


Babam elimden çakmağı aldı ve Onur, dedi; iş nasıl gidiyor oğlum? Bir sigara daha yaktı. Anlattım ona durumu. Grafikerlik yaptığımı, sadece bir tane şirkete bağlı çalışmadığımı, serbest projelerden de gelir elde ettiğimi ve ekledim; işimin kendisi de beni kısıtlamıyor, özgür olmayı seviyorum. Biliyorum dedi tebessüm ederek, her zaman burnunun dikine gittin sen. Bunun gibi birçok şey konuştuk o gün. Bir ara Nur'dan bahsettik ve aklıma gelip gelmediğini sordu. Ara sıra geliyor dedim. Özlemle başa çıkmayı öğrenmişti babam, hayat arkadaşını kaybetmişti yıllar önce. Anlatacaklarını, hüzünlerini, sevinçlerini bir bir atmıştı içine, öldüğünde annemle karşılaşacak ve heyecandan unutmazsa bir bir anlatacaktı bütün olanları. Bir duman daha çekip sustu sadece. Hiçbir yorumda bulunmadı benim durumuma. Müdahaleye açık bir konu olmadığının o da farkındaydı. Elimizden hiçbir şey gelmiyordu.

Yol boyu annemi kaybettiğimiz günü düşündüm. Arkadaşlarımla birlikteydim ve en son beni bırakıyordu eve Selman. O zamanlar en yakın arkadaşımdı. Dönüş yolunun onun ters güzergahında olduğunu söyleyerek erken inmiştim arabadan ve yol boyu şarkı dinleyerek yürümüştüm olanlardan habersiz. Yıllar boyu, arabayla evin önüne kadar gittiğimi hayal ettim. Anneme daha hızlı yetişmiş olacaktım ve araba aramak zorunda da kalmayacaktık. Ve belki de ölmeyecekti annem.

Sigaramın içine ot doldururken düşünmeye devam ettim. Geçmişimle, şimdiki halimi karşılaştırmaya çalıştım. Neden bu durumda olduğumu anlamaya, tanı koymaya çalıştım. Belki de annem evde öldüğü için çıkamıyordum evimden. Belki de bir yerlere yine geç kalma korkusundan yürüyemiyordum sokaklarda da, bilinçsizce; telaşlıca koşuyordum varacağım hedefi bilemeden. Ve belki de annem yaşamına verdiği reaksiyonu bu kez ölümüne verir de döner diye beklediğim için her defasında kendimi mezarlıkta buluyordum.


Vücudumda altı tane dövme var. Kollarımda, ellerimin üstünde ve göğsümde. Hayatımda en çok utandığım altı anı hatırlatıyor bana. Sol kolumda yürüyen bir erkek çocuğu figürü var, anneme geç kaldığım için kendimden utanmam gerektiğini hatırlatıyor. Sol elimde yalnız bir adam var, babamı yalnız bıraktığımı hatırlatıyor. Sağ kolumun üzerinde dövme yaptıran erkek çocuğu figürü var, utandığım şeyleri dövmeciye anlatmak zorunda kaldığım ve bundan da utanç duyduğum için ekletmiştim. Ve en çok anneme yetişemediğimi anlatırken yüzüm kızarmıştı her yeri tuhaf tuhaf renklerle, şekillerle çizili adamın karşısında.


Sigarayı söndürdüm. Aklıma Nur'un belki de yirmi defa sorduğu soru geldi: ''Neden başladın sigaraya?'' Ve benim yirmi kez verdiğim cevap: ''Yük kalbe ağır gelince akciğerlerle bölüştürmek istedim, daha rahat taşınıyor.''