''Buz tutmuş içimi ısıtan ılık bir ilkbahar akşamında herkes yorgunluktan ayaklarını sürüye sürüye evlerinin yolunu tutarken, ben biraz daha top oynamanın hayalini kuruyordum. Arkadaşlarım koşa koşa geri gele, içlerinden biri topu havaya dikse ve top yere iner inmez kıyasıya tek bir maç daha yapsak. Anlayamadığım duygulardan dolayı o eve gitmek istemiyorum. O evin benim için ne anlama geldiğini bile düşünemeyecek yaştayım. Umarsız bir baba, çaresiz bir anne ve o yaşta nasıl bu kadar kötü olabildiğini büyüyünce bile anlayamayacağım bir kız kardeşle aynı evde ne yapabilirdim ki? Mutsuz olurdum sadece. Öyle oldum ben de. Dışarda akranlarımdan gördüğüm zorbalık bile beni o eve sokmaya yetmiyor. Fakat bende topu havaya dikmeye kimsenin gelmeyeceğini anlayınca çaresizce zorba akranlarım gibi ayaklarımı sürüye sürüye o taş yığınına doğru yürürdüm. En azından onlarla ortak bir noktam vardı. Fakat buna da ara ara nefret kusardım.''


Bu sözlerin sahibi adamda, revirin kapısında dikilirken bir gariplik olduğunu anlamıştım. Önce ona, sonra oturup sıra bekleyen diğerlerine baktım ve aniden gelen gülme isteğini güçlükle bastırabildim. Herkesin kendi halinde olmak, hiçbir şey görmemek için bu kadar çırpınması bana çok gülünç geliyor. Sanki farklı çukurdalar ve o çukurlardan sadece bir kişi çıkabilecek. Bu duruma bencillikten doğan bir yanılgı gibi tanılar koymaktan da çoktan vazgeçtim artık. Dünyanın bütün sırlarını çözünce elime ne geçecekti ki? Ne bekliyordum? Düşman kazanırdım ancak. İnsanlar, toplumsal eleştirilere hiç açık değil. Onlara küfür etmişsin gibi aval aval yüzüne bakıyor ve o sözlerin sahibine amansızca saldırıyor. Her neyse.


O adam bir Teğmen. Rütbece benden yüksekti fakat onu o halde ayakta beklerken gözümün önüne getirdikçe böbürleniyordum. Bu da bireysel bir eleştiri, şahsıma münhasır. Ben bir astçavuşum. Doktorun emrindeki de astçavuştur ve arkadaşımdır. Aynı odada kalırız. Pek iyi anlaşamasak da birbirimize saygımız takdire şayan. Aslında başlarda iyi anlaşıyorduk fakat çabuk sıkılıyorum insanlardan. Nietzsche'nin o meşhur çağrısına kulak verip yalnızlığıma kaçıyorum ister istemez. Onun suçu değil. Bunu ona açıklayabilsem keşke. Teğmen bu sözleri söylerken ben şaşkınlıkla pür dikkat onu dinliyor, ama ona değil de masadaki dergiye bakıyordum. Oda arkadaşımın adı Cüneyt. Cüneyt'in pek ilgisini çekmedi. Adamın biraz yüzüne bakıp, sonra Teğmen'in bilgilerini önündeki bilgisayarda açık olan sisteme yüklemeye devam etmiş olmalı. Teğmen konuştukça benim tüylerim kabarıyordu. Yüzümdeki tüylerin diken diken olduğunu hissedebiliyordum. Doktor da biraz garip olmuştu. Emrimdeki askerde temaruz yiyeceğini anlamış ve bana yardım edin diye yalvarıyordu. ''Yapacak bir şey yok, seni uyardım'' dedim. Uyarmıştım, içim rahattı. Teğmen'in sözlerini bitirmesini bekliyordum. Bitirmiş olmalı ki bir sessizlik oldu. Ben onun yeniden söze girmesini bekliyordum. Bir ara konuşmaya hazırlanır gibi nefes aldı fakat konuşmadı. Bu iç çekiş Doktoru rahatsız etti, top ondaydı, bir şeyler söylemesi gerekiyordu. Teğmen'in yüzünden öyle bir beklenti okunmuyordu. Biraz şaşkın görünüyordu. Doktor ona Rehabilitasyon Danışma Merkezi'ne gitmesini önerdi. Teğmen'in yüzüne baktı ve bir cevap bekledi. Teğmen sessiz kaldı. Doktor bunu evet olarak kabul etmiş olacak ki Cüneyt'e gerekli belgeleri hazırlamasını söyledi. Zaten Teğmen'in seçme şansı yoktu. RDM olarak kısaltılan bu yerle askerler pek anılmak istemezdi. Kötü bir şöhrete sahipti. Arkanızdan türlü yakıştırmalar yapılabilirdi. Buna herkesin hakkı vardı. Arkadaşım belgeleri hazırlarken Teğmen: '' Çocukken günlüğüme yazdığım ve hala ezberimde olan kısa bir paragraf sadece. Bence ebedi değeri çok yüksek bir paragraf'' dedi. Bir özür gibi sarf ettiği sözlerinde haklıydı. Fakat bu odada ne zaman edebiyat konuşulmaya başlanmıştı? Hafızama pek güvenemem, belki de çok yerinde bir açıklamaydı. Bu arada bizim askerin korktuğu başına geldi. Benden hala yardım bekliyordu. Artık böyle şeylerle uğraşmaktan sıkılmıştım. Ona işin bu boyutunun beni aştığını söyledim ve onu uyardığımı bir kez daha hatırlattım. Ardından çıkıp bir çay aldım ve bir de sigara yakıp içerdeki Er'in işlemlerinin bitmesini bekledim. Doktor ve Cüneyt onu azarlıyordu. Aldırmadım.


Biraz sonra Teğmen yanıma geldi Ayağa kalktım ve sigarayı sakladım. Ast-üst ilişkisi. Bunu bir türlü kendime yedirememiştim. Bana ''Otur, rahat ol'' dedi. Oturdum ve sigaramdan bir nefes çektim. Kaçamak gözlerle ona bakıyordum. Başımda dikilmiş, sağa sola bakıyordu.


—Doktora o sözlerimi daha çocukken yazdığımı söylediğimde neden bunu umursamadı, diye sordu. Afalladım. Ama kendimce iyi bir cevabım vardı.

—Umursamış olsa ne değişir ki? Anlaşılmak neyi değiştirir?


Kaşlarını beni onaylar gibi büktü ve başını salladı. Bir süre ceplerini yokladı. Bir dal sigara uzattım ve sigarasını yaktım. Rahatlamış görünüyordu. O silik tiplemeden sıyrılmış, vakur bir edayla yavaşça yanımdan uzaklaşıyordu. Aramızda bir samimiyet oluştu. Askerlik mesleğini de hiç sevemedim zaten, sürem dolunca da bırakacaktım fakat bu Teğmen bende merak uyandırmıştı. Fakat o Teğmen'i bir daha hiç göremedim.


Aylar geçti. Benim sözleşmem bitmişti ve üzerimden bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Askerlik nedeniyle havlu attığım hayat kavgasına tekrar girişecek olmak ise endişe veriyordu. Her adımın artıları ve eksileri vardır. Hiçbir karar insana tamamen kazandırmaz. Bir şeyleri feda etmekten kaçış yoktur. Askerlik defterini böylece kapadım. Birliğimdeki askerlerle ve komutanlarımla sabah içtimasında vedalaştım. Birkaç parça eşyamı da aldım ve misafirhaneden de kaydımı sildirip her şeyi toparladım. Fakat yola yarın sabah çıkacaktım, onlardan bir gün süre istedim. Başta kabul etmediler fakat Başçavuş beni arayıp yeni bir şehit haberi aldıklarını, bu törene katılmamı istediğini söyleyince, yerim yarın sabaha kadar ayrılmış oldu. Apar topar odaya çıkıp harici takımımı da alıp birliğe gittim, hızlıca ütülettim ve tam takım giyindim. Çıkmaya hazırdık. Tüm birlik otobüse doluştuk ve Şehidin memleketine doğru yola çıktık. Bir saat uzaklıkta bir ilçeydi. Fakat biz bir buçuk saatte varabildik. Otobüsten inip hızlıca yerimizi aldık ve Tören başladı. Ben Tören'in güvenliğinden sorumlu inzibat olarak gitmiştim oraya. Bu son görevimdi. Tören çok kalabalıktı. Kalabalığı yönlendirmeye çalışırken tabutun önündeki askerin elindeki fotoğrafa gözüm ilişti ve bir süre gözlerimi alamadım o fotoğraftan. Aylar önce revirde verdiği demeçle aklımda yer eden Teğmen'di tabuttaki. Tören bitti. Geri döndük. Sabah yola çıkacaktım. Uykusuz kalmamak için derin bir uyku çektim ve erkenden yola çıktım.