Vejetaryenliğin ortaya çıkışına dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Avrupa ve Amerika çevresinde ortaya çıktığı ve tarihinin oldukça eskilere dayandığı düşünülmektedir. Vejetaryenlik hakkındaki ilk yazılı metinlerin Antin Yunan'da bulunmasıyla birlikte orada yaşayan bir topluluk olan Orfeciler, et yemeyen topluluklardan biri olarak tarihte yerini almıştır.

Kesin olarak şu kanıya varabilmekteyiz ki; her çağın insanları arasında, karnist yapının karşısında olanları vardır.


Günümüzden İslamiyet öncesine baktığımız zaman, Arap topluluklarının çocukları, köleleri, esirleri putlar için kurban ettiğinin kesin kanıtları bulunmaktadır. Canlılara hediye edilen bu tabiata karşı bir teşekkür olarak tabiatüstü güçlere sunulan nesneler, tarihte takdime olarak yerini almaktadır. Kurban sembolü haline gelen bu nesneleri, önceleri insanlardan seçtilerse de günümüzde çeşitli hayvan türlerinden seçmektedirler.


Biyolojik anlamda gelişmiş hayvan, adıyla yerini aldığımız bu tabiat, gelişmişlik düzeyimiz sebebiyle yüzyıllardır bizi doğadan ayırarak bencil ve güçlü kılmıştır. İnsanların, kendisini güçlü görmesi sebebiyle de hayvan haklarını özgürce ihlal ederek hüküm sürme hakkını kendisinde tanımasını sağlamıştır. Güçlü olmak, hiçbir zaman bir canlının hayatını elinden alacak dereceye gelmemeli. Hayvanların hayatlarının geri verilmesinin büyük bir erdem olacağını unutmamalıyız. Erdem kavramı hakkında Empodices; "Başka canlıları öldürmemek bir erdemdir." diyerek vejetaryenlik tarihinde büyük bir yankı uyandırmıştır. Diğer yandan Pisagor, etik vejetaryenliği güçlü bir şekilde temsil eden ünlü düşünürlerden biriydi.


Din ve kültür kavramlarının toplumlar üzerine yerleşmesinin ardından kutlanan çeşitli bayram ve etkinlikler de toplumu oluşturan önemli unsurlardan biri olmuştur.

Bunlara örnek olarak; şükran günü, kurban günü, sirklerde deve ve boğa güreşleri örnek verilebilir.

Şükran gününde ve kurban gününde kesilen hayvanlar, insanlar için yemek olurken deve ve boğa güreşleri ise insanlar için bir eğlence aracı haline gelmiştir. İnsanların kendilerini bu kadar bencilce düşünmelerinin karşısında olunmalı, yeryüzünde ve gökyüzünde ne kadar canlı türü var ise hepsine sahip çıkmalıyız. Nasıl ki köpek katliamlarının bir bayrama dönüşüyor olmasına tepkiliysek, aynı tepki ve hassasiyeti diğer canlılarının yaşamları için de göstermeliyiz.


Rönesans Dönemi sanatçılarından biri olan Leonardo da Vinci, aynı zamanda o dönemin en bilinen vejetaryen beslenme düzenine sahip insanlarından biridir.

Aydınlanma Çağı ile birlikte Tryon, Rousseau, Voltaire gibi düşünürlerin de vejetaryen beslendiği ortaya çıkmıştır.


Gelişen dünya düzeni, beraberinde birçok yeniliklere kapı açarken vejetaryen ve vegan kavramlarının daha çok konuşulmasına ve daha çok insanın bu beslenme düzeniyle hayatını sürdürmesine olanak sağlamıştır.


İlk vejetaryen derneği 1847 yılında İngiltere'de kurulmuştur. İngiltere'den sonra 1860 yılında Amerika Vejetaryen Derneği kurulurken Amerika'dan kısa bir süre sonra Alman Vejetaryen Derneği kurulmuştur. (1867)

Türkiye, bir dernek kurmak için geç kalmış olsa da bütün uğraşlar sonucunda, 2010 yılında, dernek aşamasına geçilmesi için organizasyonlara başlanmıştır. 3 Mart 2012 tarihinde ise Türkiye Vejetaryenler Derneği kurulmuştur.

Bütün bu dernekleri bir arada toplayan ve bir birlik oluşumu olan Uluslararası Vejetaryen Birliği, 1908 yılında Dresden'de kurulmuştur.


Bu tarihten itibaren vejetaryen kavramının yanına yeni bir yenilik getiren Donald Watson, ilk kez vegan kelimesini kullanan kişi olmuştur. (1944)

Hemen ardından bunun için mücadelesini vermiş, aynı yıl içinde ilk vegan derneğini kuran kişi olmuştur. (1944)


Dünya olarak bu mücadele ses getirmeye başlamış, bu günün insanlara hatırlatılması ve anlatılması için 1977 yılında Dünya Vejetaryen Günü kabul edilmiştir. (Kuzey Amerika)

Türkiye'de ise ilk vejetaryen günü, 2009 yılında, basın açıklamasıyla gündeme gelmiş, kutlanılmaya başlanmıştır.

1978 yılında ise Uluslararası Vejetaryenler Birliği kurulmuştur.

Tarih 1985 olduğunda Avrupa da bir yeniliğe gitmiş, Avrupa Vejetaryen Birliği'ni kurmuştur. (Belçika)


Vejetaryen olma sebeplerinin arasında; etik bir davranış olması, ekoloji (çevrebilim), insanlar ve diğer canlılar arasında eşitliğin sağlanması ve insan sağlığı başlıca sebeplerdir.

Daha birçok sebep gösterilecek olsa dahi, başlıcalarını bu şekilde değerlendirebiliriz.

Ayrıca, Hindistan'ın nüfusunun üçte birinin vejetaryen olması ve bunu "ahlaki açıdan gerekli olan davranış" olarak tanımlamaları ahlaki açıdan sorgulanmış bir sebeptir, diyebiliriz.


Bu konuya bir de toplumsal açıdan değinecek olursak; öncelikle, toplum tarafından erkek ve kadına yakıştırılan rollerin, toplum etrafında çokça kabul görmesiyle birlikte gelinen noktanın

yanlışlığını görmüş bulunuyoruz.


Bununla birlikte, yıllarca, et tüketimi toplumsal bir statü sembolü olarak görülmüş, et girmeyen ev hakkında kesinliği olmayan yakıştırmalar yapılmıştır.

Et yeme eylemi güçlü bir imge haline gelmiş, erkek bireylere yakıştırılan bir durum halini almıştır.

Diğer taraftan sebze yeme eylemi kadınlara yakıştırılmış, ancak her iki cinsiyetin de güçlülük sembolü et ve et ürünleri olmuştur.


Hayvanlar birer besin, bencillik ve güçlülük sembolü olmaktan çıkmalı; onlara bir canlı, arkadaş ve doğanın bir parçası gözüyle bakılmalıdır.

Naçizane fikrim: düşüncelerimizi değiştirmeye çalışmak ve başka pencerelerden bakmaya yeltenmek kimsenin canına mâl olmayacaktır.


Toplumun ve toplumla yoğrulan bizlerin, bugüne kadar uygulanan düşüncelerden sıyrılmaya cesareti olmalı. Biraz da çevremizde olup bitenlere, özellikle de aramızdan ayrılan dört ve iki bacakları canlılarımızı düşünmeye zamanımız olmalıdır.

Kendimize sorgulayıcı sorular sormanın ve elimizi vicdanımıza koymanın bizlere hiçbir kaybı olmayacaktır.


Et ve et ürünlerini tüketmenin desteklendiği karnist düşünce karşısında mücadelesini veren bütün vegan ve vejetaryen insanlara, verdikleri mücadeleleri için çok teşekkür ediyor, mücadelemizin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum.

Mücadelemizin daha da büyümesini sağlamak için herkesi empati kurmaya davet ediyoruz.


Unutmayın; onlar konuşamıyorlar ama hissediyorlar...