Sevgili Beyefendi;    


Hitabım için affedin, henüz isminizi öğrenme mutluluğuna erişemedim. Lakin bir isimden daha çok şey ifade ediyorsunuz benim için. Belki bu mektubu münasebetsizlik sayacaksınız, hakkınız var. Ne siz beni, ne de ben sizi tanıyorum. Ancak söyleyin lütfen, tanıdığımızı söylediğimiz kişileri ne denli iyi tanıyoruz ki hayatta? İnsanın özünün farkına varmak, ruhu tanımak muhabbetten ziyade derin bir bakış, bir gözlem arz eder kanımca.    


Sevgili beyefendi; insanları tanımaktan, tanıdığımızı zannettiğimiz insanları esasında hiç tanıyamamaktan, onların bize tanıttığı kişiliğin yalnızca ruhlarının ufacık, kötü bir filmin güzel bir sahnesi gibi gerçeği yansıtmayan, adeta gerçekle alay eden göz alıcı parçaları olduğundan laf açılmışken, eşimden söz etmek istiyorum.    


Ah beyefendi, ağladığımı, her gece koltuğumda büzüşüp bedenimi sarsan hıçkırıklara boğulduğumu, güneş yüzünü gösterdiğinde kıpkırmızı, uykusuz gözlerle yeni bir güne başladığımı görüyorsunuz. Siz de uyumuyorsunuz, görüyorum. Hemen hemen her on beş dakikada bir sigara yakıyorsunuz. Işıklarınız sönük olsa da karanlıkta alevin cama yansıyan kızıllığından, gecenin ıssızlığında çakmağınızdan çıkan o tok sesten anlıyorum. (Yahut ses benim zihnimden geliyordur, kim bilir...)    


Ne çok anlattım, ne çok konuştum, kusuruma bakmayın. (Eşim hiç konuşmadığımdan şikayetçidir oysa.) Demem o ki beyefendi, bugün bin iki yüz yetmiş altıncı gün (bu neyin sayımı diye sormayın rica ediyorum) ve eşim başka bir kadının yanında, muhtemelen hiç anne olmamış, taze bir ten. Bu canımı yakıyor elbet ancak ne denli yakıyor inanın bilemiyorum. Beni kahreden bir şeyler var fakat bu aldatılmayı gururuna yediremeyen bir kadının hüznünden ibaret değil. Bu kahroluş, bu kahrolma arzusu, sanırım tüm gün oturduğum koltuğun kırmızılığından, sehpanın ceviz renginden. Kahvemin ve sigaramın (beş kez doğurdum, beş kez bıraktım, beş kez tekrar başladım şu iki illete) kokusundan geliyor yani aynılıktan. Aynılığı kıramamaktan. Aynılığın beni kırmasından. Duvarlarımı yıkmaya çalıştıkça duvarlarımın kanamasından, sonrasında kabuk bağlayarak daha da kalınlaşmasından. Bu kahroluş... 


    Her neyse, başınızı ağrıttım, biliyorum. Bir gece sizi gördüm ve o günden beri en sık ve en uzun gördüğüm insan sizsiniz, hatta son birkaç gündür gördüğüm tek insan sizsiniz.    Umarım sizi çok rahatsız etmemişimdir. Deli bir kadının taşkınlığı olarak düşünebilirsiniz bu mektubu. Herhangi bir yanıt verme mecburiyetinde değilsiniz.


Sevgilerimle;

Ahzâr.