Dün akşam İdille karşılaşmayı hiç beklemiyordum. Yıllarca bu ânın türlü türlü hayalini kurup durmuştum. Cevabını aradığım sorular vardı. Bu soruları kendi kafamda onun ağzından cevaplayıp bazen rahatladım, bazen öfkelendim. Dün akşam onu kanlı canlı karşımda görünce fark ettim ki içten içe onunla tekrar karşılaşmanın imkansızlığına inanıyormuşum. Bu yüzden onu görünce panik yaptım.
Sosyal hayatım çok sakindir. Dün geceye kadar kendime, bundan şikayetçi olmadığımı söylüyordum. Durumdan memnun olduğuma ikna olmaya çok yaklaşmıştım. Münzevi gibi odama kapandığım anlaşılmasın. Arada birkaç arkadaşımla konuşuyor, bir iki etkinliğe katılmaya çalışıyordum. İçimden nasıl geliyorsa...
Dün akşam da işte böyle, içimden tiyatroya gitmek geldi. Evimin yakınında devlet tiyatrosu var. Buranın iki sahnesinden biri, görece önemli yapımların sahnelendiği büyük bir yer. Diğerinde genelde tek kişilik oyunlar sergileniyor. Kırk elli seyirci alan ufak bir salon bu. Herkesin birbirini tanıdığı hissine kapılıp gücendiğim için tek başıma kalabalık yerlere girmem. Küçük sahnedeki bir oyuna bilet aldım
.
Oyun tek perdeydi. Annesi ölen bir adamın, ölünün yanında başlayıp mezar başında tek kalışına kadar olan sürecini izledik. Bazı yerleri inandırıcı bulmadım. Ben de yaşadım bunları. Ama oyundaki karakter yetişkindi. Ben annemi çocukken kaybettim. Bu yüzden bazı şeylerimiz farklı olabilir diye düşünüp, oyunun keyfini çıkarmaya çalıştım.
Bir saate yakın sürdü oyun. Çıkışta sakin bir köşede sigara yaktım. Çıkan insanlara baktım. Oyun başlamadan beş dakika önce tanıştığım kadını görmek istiyordum. Yanındaki boş koltuğa oturmuştum. Güler yüzle “Evet, boş.” demişti. Diğer yanı da boş olduğu için yalnız geldiğini düşündüm. O beş dakika boyunca güzel bir şey söylemek isteyip becerememiştim.
Çıkışta, belki görürsem oyun hakkında ne düşündüğünü sorabilirim diye o kadının yolunu gözlerken, İdil’in de orada olduğunu fark ettim. Yalnız değildi. Kalabalık ve neşeli grubuyla, başka bir oyunun kritiğini yapıyorlardı. Büyük salondaki oyundan çıktıklarını anladım. Onun gibi kadınlar zaten küçük salonlara hiç gitmezler.
İdil’i görünce ruh halim u dönüşü yaptı. Yalnızlıkla barışık, özgüvenli ben gitti. Yerine, sağda solda gruplar halinde eğlenen insanları görünce “beni niye çağırmadınız” diye üzülen çocuk geldi. Önce oradan kaçmak istedim. Sonra kendime, beş senenin bir takıntıyı aşmak için yeterince uzun bir süre olduğunu hatırlattım. Onca zaman iç dünyamı süsleyen “karşılaşma hayalleri”ni anımsadım. Gerçek dünyada bir adım atma fırsatı, dedim kendime. Sarsılan dengemi yeniden kurduğumu hissettim.
Beni fark etmesini sağladım. Biraz sonra, yakındaki kafeye doğru tek başına yürüdü. Beni zaten görmüş olduğu için bunun “konuşalım” sinyali olduğunu düşünüp peşinden gittim. Kafe, saat geceye yaklaştığı için sakindi. Dışardaki masaların hepsi boştu. Birine oturup beklemeye başladım. İçerden elinde su şişesiyle çıkınca karşılaştık.
Ayaküstü ne var ne yok diye lafladıktan sonra oturmasını teklif ettim. Grubunun olduğu yöne doğru bakıp tekrar bana döndü. Beklerlermiş onu ama beş dakika oturabilirmiş.
Biraz hoş beş ettik. İçkiyi bıraktığımı, kedi sahiplendiğimi, hayata bağlanmayı başardığımı anlattım. Kedim için fürminatör diye bir tarak almıştım. Görmesi lazımdı nasıl topak topak tüy çıktığını. Bir süredir nefes almada sorun yaşıyordum. Ben sigaradan sanmıştım ama fürminatörden sonra düzelmiştim. Meğer asıl sorun sigara değil kedi tüyüymüş. Bütün bunları heyecanla anlattım. Sen neler yapıyorsun, dedim. İyiymiş. Her şey çok güzel gidiyormuş. Bir iki laf daha etti ama hepsi bu. Kendini anlatmayı eskiden de sevmezdi. Onunla birlikteyken en çok buna bozulurdum. Bozulmak ne kelime, ezilirdim. İki satırlık yaşantımı, beğendirme kaygısıyla bir öyle bir böyle anlatıp durdum o birkaç ay. O benden altı yaş büyüktür. İlginç bir şey yaptığını düşünen oğlanların, anneleri bakana kadar “Anne, bak!” diye yırtınmaları gibi yırtınmışım kendimi beğendirmek için. Şimdi bakınca böyle görüyorum. İdil’inse hem iç hem dış dünyası, dışarıdan bakınca hep çok zengin görünür. Ben o dünyalara hiç davet edilmedim. İlişkimiz boyunca köpek gibi kapıda bekledim.
Sessizliğin ardından “İyi olduğunu görmek bana iyi geldi.” dedi. Bunu söylerken bakışlarında şefkat vardı. Hissettim. Kalkmaya yeltendiğini fark edince panik oldum. Yüzleşmeden kalkıp gitmesini istemiyordum. Kışkırtma umuduyla, “İyi olduğumu nereden biliyorsun?” diye sordum. İyiydim aslında gerçekten. İçkiyi bırakmıştım. Artık havanın güzel mi yoksa kapalı mı olduğunu fark edebiliyordum mesela. Bahar aylarında güzel bir koku duyunca biraz duraksayıp keyfini çıkarıyordum. Biraz önce anlattıklarım da ve anlatırken ki heyecanım da sahte değildi. Öte yandan, ben bu masaya iyi olduğumu göstermek için değil hesap sormak için oturmuştum. Hem, ben kötüyken kötü olmayan birinin iyi olduğumda sevinmeye hakkı yoktu. Bu sonuncusunu düşününce az önceki şefkatli bakışlar anlam değiştirdi. Arkasındaki hinliği görür gibi oldum.
Oralı olmadı. “Şaka yapıyorum.” dedim gülümseyerek. “Beş dakikamız dolmadı.” diye takıldım. Bu şekilde ikna edemeyince direkt konuya girmem gerektiğini anladım. “Ben hastanede yatıyorken niye yanıma gelmedin? Sana daha ne kadar ihtiyacım olabilirdi!”
Beş sene önce, yani ben yirmi yaşındayken, bir kutu ilaç yutmuştum. İdille ilgiliydi. İlişkimizin az önce anlattığım durumunu bir noktadan sonra kaldıramaz hale gelmiştim. O kadar âşık olduğum birinin ilgisini biraz olsun çekememeyi kaldıramadım. Gece yarısı ilaçları yuttum, uyumak için yattım. Gerçekten ölmek istiyordum. Önce dalmışım. Ne kadar zaman sonra bilmiyorum, uyandım. Her yerim uyuşmuştu. Panik yaptım. Zar zor yataktan kalkıp ev arkadaşımın kapısına dayandım. Yardım istemek için. Ne dediğimi hatırlamıyorum çünkü dilim o kadar peltekleşmişti ki söylemek istediklerim ağzımdan “eğöğeğe” diye çıkmıştı. Çocukla apar topar hastaneye gittik. Midemi yıkadılar. Gözlem altında tutmak için yatırdılar. Arkadaşım aramış İdil’i. Gelmemişti. Sonradan öğrendim, müsait olmadığını söylemiş. Buna o zaman aklım ermemişti. Şimdi de ermiyor. Sonrasına benimle iletişimi tamamen kestiği için bunu hiç soramamıştım.
Gelmemem gerekiyordu, dedi sakince. “Senin derdin benimle değildi. Zaten hiç ikna olmadın sana ne kadar değer verdiğime. Senin istediğin sevgi, başka bir şeydi. Kim seni ne kadar severse sevsin o şeyi bulduğuna zaten inanmayacaktın ki...”
Bunları öyle şefkatli söyledi ki, ona neden âşık olduğumu hatırladım birden. Bir yandan da bakışlarında temkin vardı. “O şey”in ne olduğunu anlayıp anlamadığımı tartıyordu sanki.
Yine de bir şey yapabilirdin, diye isyan ettim. Bir şey anlatmak ister gibi sandalyesine yerleşti. Kötü bir şeyi hatırlar gibi bakışlarını masaya düşürdü. O dönem kendisi de çok zor durumdaymış. Anne babası boşanıyorlarmış. Kendi üzüldüğü yetmiyormuş gibi bir de kardeşinin psikolojik sorunları çıkmış. Babası evden ayrılınca kardeşiyle annesi baş başa kalmış. Sorunlar yaşamışlar. İdil de kardeşini yanına almış bir süreliğine. Benim bizimkilerle olan durumumu az çok biliyorsun zaten, dedi. Bu durumun içinde o kadar boğulmuş ki, olayları sağlıklı değerlendirme yetisini kaybetmiş. Başka zaman olsaydı farklı davranırdım, dedi. Bakışlarını masadan kaldırıp bana yöneltti. Özür diledi.
Çok üzüldüm. Bunları bilmiyordum. Bunları niye bilmiyordum, diye kendime kızdım. O anlatmak istemediği için mi yoksa ben ilgisiz biri olduğum için mi haberim olmadı? Biz birlikteyken birkaç kere, başkalarının duygularını önemsemediğimi söylemişti. O dönem bunu bir aşağılama, bir saldırı olarak alıp kızmıştım. Başkalarının duyguları dediği kendi duygularıymış. Anlatmamış çünkü duygularını önemseyeceğime inanmamış.
Pişman oldum. Aklımın ucundan geçmezdi özür dileyeceği. Hastaneden çıktığımdan beri onu zihnime duygusuz bir şeytan olarak kodluyordum. Her gün, yeniden ve yeniden... Söylerken utanıyorum ama beş sene devam ettim buna. Şimdiyse sıradan bir insan olarak karşımdaydı. Özür diliyordu ve gerçekten üzgündü. Masanın üzerindeki eline yapıştım. Asıl ben özür dilerim, dedim. Hatamı anlamıştım. Her şeyi düzeltebilirdim.
Az önce bahsettiği o “başka bir şey”in ne olduğunu çoktan anladığımı söyledim. Artık farklı biri olduğum anlamında bir şeyler geveledim. Ben yapıştıkça o geri çekildi. Bunları konuşmamız iyi oldu, dedi. Bekliyorlar, deyip elini kurtardı. Kalkıp geldiği yöne doğru hızlı adımlarla yürüdü. Ben de peşinden kalktım. Kovalıyormuşum gibi olmasın diye daha yavaş adımlarla yürüdüm. Yakalasam, biraz daha konuşalım diye yalvaracaktım. Grubunun yanına vardı. Onu o halde gören arkadaşlarının ne olduğunu sorgulayan bakışlarını fark ettim uzaktan. İdil’in sırtı bana dönüktü ama bir şeyler anlattığını anladım. Bir anda arkadaşlarının beşi birden bana baktı. Korktum. Yönümü değiştirdim. Avlunun çıkışına doğru, kimseyi kovalamadığımı kanıtlamaya çalışır gibi yavaş adımlarla ilerledim.
Son anda her şeyi berbat etmiştim. Artık böyle saçmalıklar yapmayacağımdan o kadar emindim ki... Beş senenin sonunda, artık kazandığımdan emindim...
Caddeye çıkmaya yakın, oyun çıkışı yolunu gözlediğim güzel kadınla karşılaştım. Çakmak sordu. Yüzüne baktım. Bana tuzak kurmuş olabilirdi. Var, deyip biraz oyalansam sapıklığımı yüzüme vuracaktı. Az önce niye onun yanına oturmuştum? Ben oyun izlemeye mi yoksa kadınları rahatsız etmeye mi gelmiştim! Bakışlarında bu tuzağı gördüm. Ne zaman kendimden tiksinsem, yoluma saklanmış bütün tuzakları görebiliyorum.
Eve geçerken bir şişe şarap üç tane de bira aldım. Sarhoş olmak istedim. Eskiden olsa bu kadarı bana koymazdı. Yıllardır sarhoş olacak kadar içmediğime güvendim. Düşüncelerden bunalmış şekilde kendimi eve attım. Kedim beni özlemişti. Sırnaştı. Ona ilgi gösterecek halde değildim. Hiç oralı olmadım. İlerleyen saatlerde pişman olup şarabımdan ikram ettim ama içmedi.
Eskiden, sanki biraz daha sarhoş olursam yalnızlığımı anlayacakmış gibi içerdim. Dün akşam da böyle başladım. Kafam çok karışıktı. Önce toparlar gibi oldum ama çok geçmeden, eskisi gibi, her şey dağıldı.
Meriç Koç
2023-05-12T09:17:53+03:00İlgimi çekti, güzel öyküydü.
Melis Sıla CENGİZ
2023-05-12T00:02:39+03:00Kaleminize sağlık