Freud, masanın başında oturmuş, genç adamı izliyordu. Elinde tuttuğu eski bir defteri inceliyor, bir yandan da kaşlarını çatarak anlamlı bir ifade takınıyordu.

Freud:

(Elindeki defteri sallayarak)

“Bu deftere ne yazıyorsun? ‘Sevgili Hatice, sensiz bu hayat Nietzsche’nin çilesine benziyor’ falan mı? Hayatın ‘id’iyle oynayıp sonra her şeyi ‘ego’ya yüklemek kolay, ama gerçek soru şu: Süper egon ne durumda?”

Genç Adam:

(Yavaşça ona döner, kaşlarını kaldırır)

“Freud, bu kadar teorik konuşmasan olmaz mı? Biraz da basitçe anlat. Mesela, ‘Genç adam, saçmalıyorsun’ diyebilirsin.”

Freud:

(Tebessüm ederek)

“Ah, ama saçmalamak senin uzmanlık alanın. Ben burada sadece gözlem yapıyorum. Mesela şu kadın, Hatice... Onunla olan mesele tamamen bir Oedipus karmaşası mı, yoksa bilinçaltında gizli bir kaos mu var? Yoksa her şey basit bir arzudan mı ibaret?”

Genç Adam:

(Derin bir nefes alır)

“Arzudan fazlası. O benim her şeyim, Freud. Hatice olmadan nefes bile alamam gibi hissediyorum.”

Freud:

(Gülümseyerek başını sallar)

“Ah, genç dostum, seninki aşktan çok bir nevroz gibi görünüyor. Şimdi dürüst olalım; o dükkâna her geldiğinde, senin beyninin iki lobu arasında tam bir futbol maçı oynanıyor, öyle değil mi? Biri diyor ki, ‘Git, onu öp!’ Diğeri ise, ‘Sakın! O seni mahveder!’”

Genç Adam:

(Hafif sinirlenerek)

“Beni neden böyle küçümsüyorsun? Gerçek bir aşk bu! Hatice’yi seviyorum ve bu beni insan yapıyor.”

Freud:

(Başını iki yana sallayarak)

“Ah, genç adam, insanı insan yapan şey aşk değil, çatışmadır. Ama senin çatışmaların bile fazla romantik. Mesela, Hatice’ye bir şey dediğinde onun kaşlarının nasıl kalktığını düşünüyorum. Kadın, muhtemelen senin Freud’la yaşadığın bu komik ortaklığı bile sorguluyordur.”

Genç Adam:

(Gülümsemeye başlar)

“Evet, sorguluyor. Bazen buraya geldiğinde seni görse neler düşünürdü acaba?”

Freud:

(Alaycı bir şekilde)

“Sanırım beni görse, ‘Bu adam burada ne yapıyor? Kırtasiyecilik mi, yoksa psikoterapi mi?’ diye sorardı. Ama genç dostum, şunu unutma: Asıl terapi senin onunla konuştuğun her an başlıyor. Belki de bu yüzden buradayım; seni sadece ona hazırlıyorum.”

Genç Adam:

“Hazırlamak mı? Freud, beni konuşturuyorsun, ama bazen o kadar saçmalıyorsun ki Hatice gelince konuşacak hâlim kalmıyor.”

Freud:

“Saçmalamak mı? Oysa bu sabah bilinçaltını düzene sokmana yardım eden kimdi? Unutma, genç adam, seni insan yapan benim teorilerim. Yoksa hâlâ o memuriyetin kölesiydin.”

Tam o sırada Hatice içeri girdi.

Freud, kahvesini bitirip genç adama göz kırptı ve arka odaya çekildi. Ancak giderken şöyle mırıldandı:

Freud:

“Kadın, adamı pişirir. Ama aşırı pişirme, yanarsın!”


Hatice, dükkâna adımını attığında genç adam tezgahta bir kitap düzenliyordu. Freud arka odada bir sandalye çekip oturmuş, yüzünde alaycı bir tebessümle ikisini izliyordu.

Hatice:

(Bir süre genç adamı süzdükten sonra)

“Ne zamandır buradayım, fark ettin mi? Yoksa yine hayallere dalıp kayboldun mu?”

Genç Adam:

(Hafifçe gülümseyerek)

“Seni fark etmemek mümkün mü? Hatice, sen bu dükkâna girdiğinde zaman duruyor.”

Hatice:

(Alaycı bir ifadeyle)

“Zaman duruyor da, sen hâlâ aynı yerde sayıyorsun. Kaç yıldır hayalini kurduğun şeyi yaptın da ne oldu? Hayatın anlamını mı buldun burada, kırtasiye raflarının arasında?”

Freud:

(Arka odadan hafif bir öksürük)

“Hayatın anlamı mı? İlginç bir soru. Ama belki de genç adamın hayatındaki anlamı raflarda değil, senin gözlerinde aramak lazım.”

Hatice:

(Bir anda irkilir, genç adama döner)

“Burada başka biri mi var? Ses duydum.”

Genç Adam:

(Gülerek ellerini kaldırır)

“Yok, Hatice, burada sadece sen, ben ve çocuğumuz var.”

Hatice:

(Şüpheli bir ifadeyle çevresine bakar)

“Emin misin? Garip bir ses duydum.”

Freud:

(Fısıldar gibi bir sesle)

“İnkar, bilinçaltının kendini koruma mekanizmasıdır. Ama kadınlar bu mekanizmayı bir radar gibi hisseder.”

Genç Adam:

(Biraz kızarmış bir ifadeyle Hatice’ye bakar)

“Bazen sesler kafamın içinde yankılanıyor. Belki de bu dükkânda çok fazla vakit geçirdiğimdendir. Ama boş ver, asıl önemli olan senin burada olman.”

Hatice:

(Ellerini beline koyarak hafifçe eğilir)

“Beni böyle mi oyalamayı düşünüyorsun? Sahi, neden hâlâ bu kadar çocuksun? Cevap vermek yerine konuyu değiştiriyorsun.”

Genç Adam:

(Hatice’ye doğru bir adım atar, gözlerini gözlerine dikerek)

“Çocuk mu? Hatice, ben sadece seninle ve çocuğumuzla kendimi tamamlanmış hissediyorum. Başka bir şeyin anlamı yok. Bu dükkân, bu hayat... Hepsi seninle anlam kazanıyor. Belki de kendimi aradım bunca yıl, ama seni bulunca artık aramaktan vazgeçtim.”

Freud:

(Arkadan derin bir tonla)

“Ah, aşk. İnsan varoluşunun en tatlı illüzyonu.”

Hatice:

(Yine sesi duymuş gibi geriye döner, ama sonra vazgeçer)

“Bazen seni anlamakta zorlanıyorum. Ama sanırım seni değiştiremeyeceğimi de biliyorum.”

Genç Adam:

(Hafifçe gülümser, Hatice’nin yüzüne yaklaşır)

“Değişmek mi? Sadece senin için değişebilirim. Ama bil ki, değişmeye çalışsam bile, sana olan sevgim hep aynı kalacak.”

Hatice:

(Elleri bir an boşalır gibi olur, gözlerini kaçırır)

“Senden nefret ediyorum, ama aynı zamanda...”

Genç Adam:

(Usulca Hatice’nin yüzünü ellerinin arasına alır)

“...beni sevdiğini de biliyorum.”

Freud:

(Arkadan kahkaha atar gibi bir sesle)

“Sevgi ve nefret... İnsan doğasının en güzel çelişkisi.”

Hatice:

(Kafasını sallayarak genç adamın ellerinden kurtulmaya çalışır, ama sonra durur. İçindeki direnç kırılmış gibidir. Gözleri dolmuş, ama yüzünde bir tebessüm belirir.)

“Beni böyle etkisiz bırakmandan nefret ediyorum.”

Genç Adam:

(Sessizce eğilir ve Hatice’yi dudaklarından öper. Freud, arka planda bir alkış sesi çıkarır.)

Freud:

“Bravo! Ama bu öpücüğün anlamını ileride analiz etmemiz gerekecek.”

Hatice:

(Aniden öpüşmeyi keser ve genç adama şaşkın bir ifadeyle bakar.)

“Bir alkış sesi duydum!”

Genç Adam:

(Hızla gülümseyerek Hatice’yi kucaklar)

“Hayır, Hatice. Bu sadece benim kalbimin sesi.”

Freud:

(Alaycı bir tonla mırıldanır)

“Kalp sesi mi? Bunu bile Freud’la açıklamaya çalışmazsın, genç adam.”


Hatice, genç adamın kollarında birkaç saniye süren bir sessizlikle kendini bulmaya çalışırken, odaya bir huzur çökmüş gibiydi. Genç adam, gözlerini onun gözlerinden ayırmadan derin bir nefes aldı.

Genç Adam:

“Hatice, biliyor musun, hayatı anlamak için yıllarca kitaplara, kelimelere tutundum. Ama seni tanıdıktan sonra anladım ki, anlam dediğimiz şey bir insanda gizli. Bir bakışta, bir gülümsemede, bazen de bir sitemde. Ve bende, o anlam sensin.”

Hatice:

(Elleri hafifçe titreyerek genç adamın göğsüne dokunur)

“Böyle konuştuğun zaman beni zayıf düşürüyorsun. Seni ne kadar sevdiğimi, ama aynı zamanda senden ne kadar korktuğumu bilmiyorsun.”

Genç Adam:

(Ellerini onun ellerinin üzerine koyar)

“Korkma, Hatice. Seni hiçbir şeyden mahrum bırakmam. Korkuların, hayallerin, hatta kırgınlıkların bile bana ait. Çünkü ben varoluşumu sadece seninle tamamlanmış hissediyorum. Sen olmadan bu dükkân da boş, bu kasaba da.”

Freud:

(Arkadan mırıldanır)

“Varoluş, bir başka insanla paylaşılmadan eksik kalır. Hegel’in dediği gibi, diyalektik bir süreçtir bu.”

Hatice:

(Genç adamın arkasına bakar)

“Bak, yine bir ses duydum. Biri var mı burada?”

Genç Adam:

(Gülümseyerek başını sallar)

“Yalnızca sen ve ben varız, Hatice. Ve bizimle birlikte bir şey daha...”

Genç adam, yavaşça cebine uzandı ve kadife bir kutu çıkardı. Kutunun kapağını açtığında içeride, ışığın altında parlayan sade ama zarif bir yüzük vardı. Hatice’nin gözleri büyüdü, dudakları titremeye başladı.

Genç Adam:

“Hatice, seninle geçirdiğim her an bir mucize gibi geliyor. Bu mucizeler hep sürsün istiyorum. Birlikte gülelim, birlikte ağlayalım, ve her ne olursa olsun, her şeyi birlikte karşılayalım. Sen olmadan bu hayat eksik. Bana evet der misin? Benim karım olur musun?”

Hatice:

(Bir anda gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar. Ellerini ağzına götürerek konuşmakta zorlanır.)

“Sen... Sen gerçekten bunu mu istiyorsun? Bunca şeyden sonra hâlâ benimle mi olmak istiyorsun?”

Genç Adam:

(İçten bir gülümsemeyle)

“Hatice, sen sadece çocuğumun annesi değilsin. Sen benim hayatımın anlamısın. Benim her şeyimsin.”

Freud:

(Bu sefer daha alçak bir sesle)

“İşte bu, özlemin ve tamamlanmanın zirvesi... Bravo!”

Hatice:

(Derin bir nefes alır ve gözlerini genç adamdan ayırmadan)

“Evet... Evet! Ben de seni seviyorum. Seni her şeyden çok seviyorum.”

Genç adam, bir an bile beklemeden yüzüğü Hatice’nin parmağına taktı. Parmaklarının arasında kalan boşluğu avuçlarına alıp sıkıca tuttu. Sonra, hiç düşünmeden, onu bir kez daha öptü. Ama bu kez öpücük, sadece bir tutku değil, bir söz, bir bağlayıcılık taşıyordu.

Arka odadan Freud’un hafif bir alkış sesi duyuldu.

Freud:

“Evlilik, insan doğasının en büyük deneylerinden biridir. Umarım cesaretiniz, bu deneyin zorluklarını aşmak için yeterli olur.”

Hatice:

(Genç adamdan ayrılarak arkasına bakar ve bir kez daha seslenir)

“Bak, ben bir şeyler duyduğuma eminim. Burada başka biri mi var?”

Genç Adam:

(Gülerek Hatice’yi kollarına çeker)

“Hayır, Hatice. Artık burada sadece sen ve ben varız. Ve yeni bir hayatın başlangıcı.”