Hatice, genç adamla yaşadığı her anı adeta ruhunun bir parçalarını keşfetmek gibi hissediyordu. Onun kollarında kendini hem güçlü hem de savunmasız buluyordu. Ancak her gecenin sonunda zihninde aynı soru yankılanıyordu: “Bu, ilahi bir tamamlanma mı yoksa sadece nefsimin bir sınavı mı?”

Genç adam ise bu ilişkide, Hatice’nin derin duygularını anlamaktan çok uzak bir yerdeydi. Onun için Hatice, sadece haz dolu bir kaçıştı. Ama yine de, Hatice’nin varlığı onda bir merak uyandırıyordu. Çünkü Hatice’nin sözleri, onun içindeki boşluğa ayna tutuyor, görmezden geldiği hakikati hatırlatıyordu.


Bir gece, Hatice ile genç adam, her zamanki gibi yatak odasındaki loş ışıkta yan yana oturuyorlardı. Hatice’nin gözleri genç adamın yüzüne odaklanmıştı. Onunla konuşmak istiyordu; bu, içini dökmek istediği bir geceydi.

Hatice:

“Seninle olduğumda kendimi hem tamamlanmış hissediyorum hem de eksik. Bu çelişki neden? İnsan aynı anda iki farklı şey hissedebilir mi?”

Genç Adam:

“Hisseder. Çünkü insan dediğin şey karmaşık bir varlık. Belki de bunu fazla büyütüyorsun, Hatice. Hayat, bazen yalnızca bir zevkten ibarettir.”

Hatice:

“Zevk mi? O zaman sormam lazım: Zevkle dolu bir hayat, anlamla dolu bir hayattan daha mı değerli?”

Genç Adam:

“Anlam dediğin şey ne? İnsan, yemek yer, uyur, zevk alır, sonra da ölür. Hayatı fazlasıyla mistikleştiriyorsun. Belki de işin özü bu kadar basittir.”

Hatice:

“Bu kadar basit olduğuna inanıyorsan, neden her gece tasavvufu konuşuyoruz? Neden ilahi olanı sorguluyorsun?”

Genç adam, bir an sessiz kaldı. Hatice’nin bu sorusu onu bir köşeye sıkıştırmış gibiydi. Gerçekten de neden? Çünkü Hatice, onun hayatında sadece bir haz kaynağı değildi. Ama bunu itiraf edemezdi.

Genç Adam:

“Belki de tasavvufu sadece seninle paylaşabilmek için konuşuyorum. Seni kaybetmek istemiyorum. Eğer bu senin için önemliyse, ben de önemliymiş gibi yapıyorum. Ama şunu unutma, Hatice, bazen insanlar birbirlerini anlamazlar ama yine de bir arada olurlar.”


Hatice, birkaç ay sonra genç adama büyük bir haber verdi. Gözleri dolmuş, ama yüzünde kararlı bir ifade vardı.

Hatice:

“Hamileyim.”

Genç adam, bu kelimeyi duyduğunda bir an ne düşüneceğini bilemedi. Şaşkınlık, korku ve öfke birbirine karıştı.

Genç Adam:

“Bu… bu nasıl oldu? Biz bunu hiç konuşmadık!”

Hatice:

“Hayat, her zaman planladığımız gibi gitmez. Ama bu çocuğu doğuracağım. Ve sen, ister burada ol, ister olma. Ben yalnız da olsa bu kararımdan vazgeçmeyeceğim.”

Genç adam, ne diyeceğini bilemeden Hatice’ye baktı. İçindeki karmaşa, her zamanki gibi onu sessizliğe itti.


Hamilelik ilerlerken, aralarındaki sohbetler daha da derinleşti. Ancak bu derinlik, onların ruhlarındaki uçurumları daha belirgin hale getiriyordu.

Hatice:

“Biliyor musun, ben bu çocuğu sadece bir anne olarak değil, bir derviş gibi büyütmek istiyorum. Ona hakikati, sevgiyi, ilahi olanı anlatmak istiyorum.”

Genç Adam:

“Hatice, bu dünyada çocuklara hakikati anlatamazsın. Onlara hayatta kalmayı öğretirsin. Hayat, acımasız bir yer. Senin ideallerin bu dünyada işe yaramaz.”

Hatice:

“Belki senin için öyle. Ama ben onun ruhunu beslemek istiyorum. Maddeden önce manaya dokunmasını istiyorum.”

Genç Adam:

“Manaya dokunmak mı? Hatice, biz bile bunu başaramadık. Sadece birbirimizi tüketiyoruz.”

Hatice, derin bir nefes aldı ve yüzünde hüzünle karışık bir tebessüm belirdi.

Hatice:

“Belki de seninle bir bütün olmadık, ama bu çocukla olabilirim. Ve bu benim sınavım. Sen istersen burada ol, istersen olma. Ben yoluma devam edeceğim.”


Genç adam, Hatice’nin kararlılığı karşısında ne yapacağını bilemedi. Onun için Hatice, hem bir tutku hem de bir aynaydı. Ama o aynaya bakacak cesareti hiç olmamıştı. Hatice, çocuğunu doğurduğunda genç adam orada değildi. Ancak Hatice, hayatında ilk kez kendini hem eksiksiz hem de özgür hissetti.

Ve genç adam, her gece uyumadan önce sadece bir isim fısıldadı: “Arzu.”