Renkler… Her tonu ayrı büyüleyici olan, yaşamımıza anlam katan renkler… Sahi, sadece nesnelerin mi rengi vardır, yoksa biz insanların da duygularına tercüman mıdır renkler?


Televizyonun ilk çıktığı zamanlar ekranlar siyah beyaz lakin insanlar çok renkliymiş, öyle derdi annem. Herkes mutlu, ağaçlar yeşil, çocuklar şenmiş. İp atlarmış çocuklar, yakan top oynarmış. Sabah güneşin doğuşunu çocuk çığlıkları süsler, kuşlar güne ahenk katarmış. Ya şimdi? İnsanlar renklerini kaybediyor, her geçen gün daha da soluyor. Hatta İnsanlar kendi renklerini kaybettiği yetmezmiş gibi yaşamın da renklerini sömürüyor. Ne gökyüzü eskisi gibi mavi ne de şehirlerimiz renkli... Gri şehirlerde yaşayan renksiz insanlar olarak kalakaldık. İnsanların yüzlerindeki renkler her ne kadar silinse de sosyal medyada capcanlı profillere şahit oluyoruz. Dışarıdaki gri insanların filtreler eşliğinde her gün yeni bir renkle uyandığı yapay profiller...

Eskisi gibi siyah beyaz değil televizyonlar ama eskisi gibi de renkli değil insanlar... Kendi renklerimizi kaybettik, bu da yetmezmiş gibi doğanın da renklerini çaldık. Neşeli bir şeyler çalın diye bağıran insanlardık ama yine neşeleri çalan biz olduk. Ne eksikse hayatta onun eksik gedikliğini örtsün diye sıfatları yama yaptık kelimelere. Ne zaman huzura ev sahipliği yaptı huzur evleri? Ev zaten huzuru barından bir yer değil mi, neden mecbur hissettik başına huzur kelimesini iliştirmeyi? Nerede görülmüş sosyal medyanın insanları sosyalleştirdiği, o çalmadı mı bizden muhabbetlerimizi?

Peki ya çocuklar… Onlardan haber verin bana. Artık geceyi lekeliyor çocukların ve kadınların çığlıkları, bir zamanlar ip atlayan çocuklar şu günlerde kendilerini iplere asmakla meşhur. Ama günümüzde de yakan top oynuyor çocuklar, tek farkı; topların gerçekten yakıyor oluşu... Kudüs'te patlamış bombalardan artakalanları top sayıp oynuyor çocuklar. Kuş seslerinin yerini savaş uçakları almış, çığlıklarda neşenin esamesi okunmuyor. Araştırmalara göre Afrika denilince akla ilk gelen şey; renklerinin çamurlu sularından, tozlu havasından dolayı kahverengi oluşu. Sadece birkaç Afrikalı dans eden çocuk videosu izlediğinizde kalıyor mu o kahverengilikten eser? O çocukların gülüşünü izleyip gülümsememek elde değil. O çocukların gülüşünden minik bir fırça renk alıp onların şehirlerini kahverengiliğe mahkum eden sömürgecilerin siyah kalplerini boyamak isterdim.

Teknoloji, biz farkında olmadan çaldı renklerimizi. Onun yerine bizlere envaiçeşit filtreleri, efektleri sundu. Biz efektlerle renklendirdik yaşamı, duygularla renklendirmek varken... Bazıları sevmediği renkleri aldı tuvaline, sırf herkesin tuvalinde o renk var diye. Sonra herkes aynaya baktığına yabancı oldu kendisine, bilemedi aslını. Biz yaşarken yitirdik mavimizi, renkleri küstürdük kendimize. Çaldık denizin maviliğini, ormanların yeşilliğini. Bir sabah uyandık ve her şey griydi, binaların boyalarını bile silip götürmüştü yağmur, onu bile bize çok görürcesine… Ama çok üzülmeyin, neyse ki rengarenk kaybedişlerimiz var. Turuncu, sarı, kırmızı, mavi... Peki senin kaybedişinin rengi ne? Hangi renkleri doldurdun ceplerine sırf herkesin cebinde o renkten var diye? En çok hangi rengini eksilttin ruhundan, hangi rengi arıyorsun? Umarım bulursun, buluruz. Umarım buluruz da bir çocuğun kahkahasıyla boyayabiliriz şu yosunla kaplanmış dünyayı, tabii en başta önce kendimizi…

Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinden bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum sözlerimi:


Maziyi ya da daldığım zaman

Renkler belirir ta uzaklardan:

Mavi, kırmızı, beyaz ve siyah.

-her renk ayrı bir hatıradır ah-

Renkler renklere renkleri ekler

Olurken içim renklere mahşer


Renkli kalmanız, renklerinize renk eklemeniz dileği ile…