İnandığım kitabın tüm sayfaları birer birer yandı. Her hikaye, her dost, her aile kül oldu gözlerimin önünde. Bir aşka adadığım ömrüm yanan bir kitabın külleri gibiydi. En ufak rüzgarda dağıldı, karıştı toza, çamura. Ben sevilmediğimle kaldım, sevdiğime yandım tüm hikaye boyunca. Yandım, kolumla, kanadımla, etimle kemiğimle tutuştum. Bir avuç kül oluverdim, havaya karıştım. Birer nefes çektiler içlerine, sevdamla onları da boğdum.
Aşkı tanımamıştım ilk karşılaştığımda. O kadar uzak, yabancı, soğuk, kendini beğenmiş bir duyguydu ki, onu karıştırdım diğer duygularla. Biraz dostluk ekledim, biraz nefret, biraz tutku, biraz hasret. Elimde ne varsa kattım içine. Onun o saf, güzel doğasına karıştım. Sonra ne oldu dersiniz? Aşk öyle bir şeymiş ki, çıktı yüzeye. İnat etti, karıştırmadı kendine. Sonra ben kabul ettim onu, olduğu gibi. Olduğu gibi kabul etmek ne demekti? Sonradan anlayacaktım.
Sert mizaçlı, soğuk biriydi benimki. Herkesle konuşmaz, burnu havada bir gezenti. Kendini bizden yukarı mı görür o zamanlar bilmem ama pek tiye almazdı bizi. Biz, mahallenin korunmaya muhtaç, küçük kız çocukları. Kimden koruyorlardı bizi? Bu meziyeti öylesine üstlenmişlerdi ki kendileri bile yanaşmazdı bize. Hoş bizimde işimize gelirdi. Bu kendini beğenmiş, saçları arkaya yatırılmış ellerinde tespihlerle dolaşanlar pek komik gelirdi. Bir tek benimki böyle değildi. O da 'mahalle abisiydi' tabii ama diğerlerinden biraz farklıydı. Biraz sessiz, yalnız, yarımdı. Elinde tespih yerine kitap taşır, saçlarını yatırmaz gözlük takardı. En çok ondan çekinirdi insanlar. Çekinmek iyi bir şey gibiydi.
Sözü fazla uzatmayı sevmem, bir iki atışarak tanıştık. Şakayı sevmez, gudubet, en çok kendi bilir sanan biriydi gözümde. Zaman öyle tuhaf ki. İnsanı en olmaz dediklerine olduruyor sanki. Hataları bilerek yaptırıyor, bilerek başka kalplerde acı çektiriyor ve hatta bilerek isteyerek yalnız bırakıyor insanı. Ne yapacağını görmek için. Beni de onu da yalnız bıraktı zaman. Araya düşmanlar, sokaklar, yıllar soktu. İçten içe aşık olmuştum ona. Yıllar zamanlar umurumda değildi. Bekledim. Benden bir haber olanı bekledim farklı sokaklarda yıllarca. O da beni beklemiş, çok özlemiş, hep aklının bir köşesinde kalmışım demeyi isterdim ama öyle olmadı. Ben onun gözünde mahallenin korunan küçük kızı olarak son buldum. Evine gittim geçenlerde, evlenmiş. Karısı zayıf, uzunca kemikli yüze sahip, kahverengi dalgalı saçları olan yeşil gözlü bir kadın. Ziyaretime aldırış etmedi. Bende evlendiğini görünce ses etmedim zaten. Bir çocuğu olmuş. Gözleri aynı onun gözleri gibiydi. Büyük kahverengi. Bir okulda öğretmenlik yapıyormuş, meğerse o kadar kitabı boşuna okumamış. Yani hayat onu kendi suyunda akıtmış.
Bunları ilk gördüğümde ne kadar aptalsın dedim kendi kendime. Senden haberi olmayan bir adamı bekleyerek harcadın ömrünü, üstelik bir daha da gelmeyeceksin dünyaya. Sinirlendim kendime, yıkmak istedim beni. Sonra sakinledim, düşündüm. Ben bana gelir diye mi sevmiştim onu? Bana hiç gelmeyeceğini bilsem bırakır mıydım sevmeyi? cevap belliydi. Ben sevmeyi onunla sevmişken, yolun sonunu baştan görsem de yürürdüm. Belki daha yavaş belki daha hızlı. Aynı yolda atardım her adımımı. Şikayet etmeye hakkım yok, ben istedim bu sevdayı, kalan yolu gitme zamanı şimdi.
Sevdamın sayfaları yanmış, koparılmış da olsa sevda yine bende. Yine her gece başımı yastığa koyduğumda orada bir yerde. Kabuslarımda, sevinçlerimde benimle. Sevda öyle derinimde ki, öldüğümde de onunlayım. Sevmeyi bulduğumla, bulduğumu sevmeyi öğrenemem ki.