“Kimsesiz bir çocuğun bayram sabahı var içimde. Etrafta o kadar mutlu insan varken içine içine ağlayan bir çocuğun kimsesizliği. Kimsesizim. Bir anne kucağı ya da bir sigara isi arıyor tenim. Her sokak adımı ezberlemiş sanki. Yokluyor her cadde başında ceplerimi yalnızlık. Yazılmayan bir kitabın süslü kapağıyım. İçim boş ama doluyum sanki. Sayfalarım eskiyor içimde. Hayatım gibi. Tek nefeslik sigaralarla yaşıyorum bu sönmüş dünyada. Kalbimde anlamsız bir tedirginlik, yüreğim bulamadığım sevginin ateşinde sönmüş. Maviye boyadım geçenlerde saçlarımı. Seversin diye. Yeni bir bileklik aldım kendime. Bileğimi yetersiz sıkıyorum. Ruhumda tekdüze sarhoşluk. Kalemim yeterince siyah. Terk edilmiş eski günler, ceketimi çıkarıyor, üşüyorum. Bilirsin hep üşürüm. Yalnızlığın ayazı altında küçücük bir karınca gibi kalır bedenim. Bilirsin her sarhoş oluşumda boğaza giderim. Kokun sarhoş eder beni. Boğazda hiç martı olmaz. Isıtmaz beni gökyüzü. Tenimi yalayan rüzgâr, kulağıma sessizliği fısıldar. Çaresizliğim dilimde asılı kalır. Bir gün gelirsin. Sonra gidersin, yine aynı gün. Kelimelerimi yine eskimiş çamaşırlarımın yanına asarım... Yapamadım... Tek adım atamadım sana. Kıyamadım belki de sana. Karanlığımın seni bir böcek gibi ezmesinden korktum. Satırlarım bu kadar çaresizken, ben bu kadar çaresizken, yok olmandan korktum. Kırılmandan korktum. Kaç sonsuzluk çeşmesinden kana kana su içtim. Sonsuzluk bile geri getiremedi seni. Simdi ise yokluğunun gölgesinde soluyorum. Yapraklarımda gece siyahı, gövdem adını sayıklıyor. Yokluğunun son demlerini içiyorum. Kupkuru hayatımın yaprak dökmesini bekliyorum. Gözlerim ufuklara bakmaktan yaşlanmış, günden güne çürümüş sanki. Hatıralarım siyah, kâğıttan bir uçak olmuş, bilmediğim bir hiçliğe sürüklüyor beni. Ellerim kayıyor, tutamıyorum çocukluğumu. Ayaklarımın altında kaygan zemin, karanlığa yuvarlanıyorum. Akciğerlerim yıllardır alamadığım nefes yüzünden çürümüş, kokuyor. Alamıyorum kaderin elinden mutluluğumu. Sessizce solup gitmemi görüyorum. Kaç nefeslik canım kaldı bilmiyorum. Beni bağımlı yapan kokun olmadan daha ne kadar dayanırım bilmiyorum. Hayat, daha ben küçücük bir çocukken bırakmış kapının önüne yalnızlığı. Kurmuş saatini. Her yıl başında etrafımda aynı ses. Yanan mumun yaydığı derin hiçlik, yanan şöminenin içinde eskimiş birkaç yüz. Tedirgin bakışlarımla, kalan son mutluluğumu beslerken gördüm ölümü. Bir hikaye anlattı bana. Hayatı anlattı, yaşamayı (yaşayamamayı). Çekip gitmek senden sonra ilk defa bu kadar acıttı canımı. Çekmecelerimden birini açtım. Kurtardım solup giden ömrümü. Elimde hala siyah, uzun bir kalem... Anladım ki hiçbir mutluluk gerçek değil. Solan sular kadar kısa ömrüm. Sarı, pelüş ayım kadar yitik. Geçen her saniye kadar amaçsız. Ömrüm senden ibaret. Daha yeni öğrenmedim bunu. Ama geç anladım, çok geç. Geçen gün dışarı çıktım. Hala karanlık güneş. Hala hiçliğin sınırında insanlar. Yalancı tebessümler, ölmüş yüzler hala şehri koruyor. Bir anlığına seni gördüm. Öyle gerçektin ki. Sanki hiç gitmemiş gibi. Sanki hep orada bir yerlerdeymişsin gibi. Konuşuyordun, gülüyordun, ellerin yine telaşla sallanıyordu. Yemin ederim, hayatımı en güzel anıydı. Bana bakmanı istedim. Beni görmeni, bana geri dönmeni istedim. Umuduma tekrar yollar açmanı diledim. Dönmedin, geri dönmedin. Zaten ne zaman oldun ki? Anlayamadım bir türlü sensizliği... Kokan hiçliğimi pencereden atalı fazla olmadı ama kokusu sinmiş üzerime. Yıkılan krallıklarımın altında kaç gece ezildim. Bir türlü tutamadığım hayatım kaç sonsuzluğa fırlattı beni. Yüreğimi ezen taşı bulamıyorum. Avuçlarım yanıyor. Tutamadığım ellerin yakıyor avuçlarımı. Geceler en yakın dostum şimdi. Bıraktığın kadar varım. Belki de yokum. Neyse, öyle işte... Ellerimi mutfak tezgâhından kaldırdım. Önüme gelen tek tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Yormuştu ruhumu satırlar. Kurulmuş kumar masasında hayatımın üzerine oynuyordum. Ben her zaman kaybederim. Dinledim kendimi. Ne zamandır atmıyordu kalbim? Tekrar eden hayat, kusursuz bir şekilde devam ediyordu. Avuçlarımı gevşettim. Tutulan sırtımı gevşettim. Musluğu açtım ve soğuk suyun tenimde gezinmesine izin verdim. Tüylerim vücuduma meydan okudu, dikeldi ve kendi kendine solup gitti. Değersiz vücudum titreyene kadar çekmedim yanan avuçlarımı. Gıcırdayan musluğu ağır ağır kapattım. Uyuşmuş karıncalanan ayaklarımı oynattım ve eski deri koltuğa attım kendimi. İçimdeki özlemi susturdum. Aylak tenimi oynattım. Arasında her türlü pisliğin olduğu kumandayı elimde çevirip rastgele bir kanal cevirdim. Hangi kanal? 1, 2 ya da 3. Hiçbir fikrim yok. Umurumda da değildi zaten. Bir süre insanları izledim. Yalan yaşamları, sahte aşkları, buruşuk dudakların tiksindirici kıvrılmasını, yazık olmuş ömürleri izledim. Kendimden sonra en çok onlara acıyordum. Kumandayı aldım ve kapattım. Gözlerim sıkıntıyla kısıldı. Ellerimi başımın arkasında kavuşturdum. Başımı yamalı yastığa yasladım ve son on yıldır yaptığım gibi duvarı izledim. Dökülen boyalarıyla kırık dökük duvar oldukça yıpranmış, kurumuştu. Anımsamakta zorlanıyordum artık o eski günleri. Babamla boyamıştık bu duvarı. Benim duvarım. Hatırlıyorum da elim yüzüm boya içindeydi. Annemin beni görünce attığı çığlık hala kulaklarımda. Kısılan kahverengi gözlerindeki şaşkın ışıltılar, yavaş yavaş moraran yüzüne rağmen o gün onun ne kadar güzel olduğunun farkına vardım. Hani derler ya cennet yüzlü diye. Öyleydi işte ama o da bıraktı beni hayatın kimsesiz ellerine. En sevdiğim derdim ona. O bana hiç demedi. Bana her kızdığında kendimi en gizli yerime saklardım. Beni bulamazdı. Beni hala bulamadı. Karanlıktan korkardım. Fısıldardı bana her yokluğu. Deli gibi ağlardım. Dayanamazdı ruhum. Dayanamadı. Hep palyaçoların iyi olduğuna inanmam gibi inanırdım karanlığa. Tutardı ellerimden, taşırdı beni karanlık zihnine. Kelepçeler yaksa da canımı, içimde hala umudun ışığı. Umudum, annemin beni bulmasıydı. Bulamadı... Kurtulamadım karanlıktan. Sonra bir gün hiç ummadığım bir yerden ışık doğdu. Tuttu, çekti beni kurumuş yalnızlığımdan. İlk defa güneşi gördüm. Gözlerim yandı, içim kurudu. Karanlıkta doğmuştum ben. Yavaş yavaş oldurdu güneş beni. Tedirgin ruhum, bedenimi alıp kaçtı oradan. Umudumu son kez kaybettim. Bana ışığı gösterdi ama tutamadım avuçlarımda onu. Fazla aydınlıktı karanlık dünyama. Fazla güzeldi. Güzel her şeyin bittiği gibi erken gitti o da. Karanlık kuyumdayım hala. Yavaş yavaş ölümü bekliyorum. Soğuk nefesi ensemde hissediyorum. Uzun pençeleri sırtımı deliyor. Bırakamadım onu. Öyle, öyle... Mükemmeldi ki. Ölüm bir insana bu kadar mı yakışmaz. Ona hiç yakışmadı. Onu unutmaya çalıştım. Sonra nefret ettim kendimden. Bir kalem ve kâğıt buldum. Aldım fotoğrafını. Öptüm müjgânından. Yazdım onu. Satırlarca; kollarım ağrıyana, parmaklarım kanayana kadar. Her andığımda onu, ellerini buldum sanki. Öyle güzel bir rüyaydı ki... Ah! Onu yazmak, anlatmak kaybolmuş ruhumu geri getirdi sanki bana. Sayfalarca onu yazmak ölümden biraz daha uzaklaştırdı beni. İçimdeki kasveti söndürdü. Karanlık zihnimi aydınlattı. Kalbim yeniden onun için atmaya başladı. Onu unutmak aramızdaki sessiz bir anlaşmaydı. Ömrüm boyunca adıyla uyanıp adıyla uyanacağıma yemin ettim. Yaşayamadığı hayatı onun için yaşayacağıma, kuramadığı mutlulukları kuracağıma söz verdim. Hayatımı (hiçliğimi) onun için yaşatacağım. Yazamadığım sayfaları yazana kadar bekle hayat. Tutunamadığım her dalı başında kıracağım. Şehrin yalnızlığı başlamadan önce. ONUN İÇİN... RR • Çaresizliğin tanımı olmaz belki ama ben kendim kadar çaresizini görmedim. Şehir de en az benim kadar çaresiz. En az benim kadar yalnız...