"Şah mat."

Gözlerimi yavaşça kapatırken sinirlenmiş gibi bir tepki versem de aslında kaybetmek umurumda değildi ve oldukça eğlenmiştim. Gözlerimi açtığımda bıyık altından bana gülümseyen Volkan da zaferin getirmiş olduğu mutluluk ve öz güvenle oldukça eğlenmişe benziyordu.

Tam bir haftadır burada kalıyordum. Hiçbir şeye alışmamıştım ve her sabah uyandığımda neden burada olduğumu sorguluyordum ama bu insanlar bana hiçbir zaman bu garipliği hissettirmemişti. Bana ne Metin ne de yaşadıklarım hakkında hiçbir şey sormamışlar; her şeyin olması gerektiği gibi, normalmiş gibi görünmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Ben de aynı şekilde onlara hiçbir şey sormamıştım. Metin o kapıdan çıktığı anda kendimi eski hayatıma dönecekmişim gibi alıştırmaya çalışıyordum. Onun hakkında, geçmişi hakkında veya o hayat hakkında daha fazla hiçbir şey öğrenmek istemiyordum.

Bütün bunların yanı sıra, kendimi zorluyor olsam da burada geçirdiğim vakitten zevk aldığımı inkar edemezdim.

Bana verdikleri oda üst katta, onların da kaldığı yerdeydi. İşlek bir caddeye bakan küçük bir balkonu olan, birkaç ahşap el yapımı mobilyadan oluşan sıradan bir misafir odasıydı. İçimdeki yabancılık hissi ağır bastığında o küçük oda bana kucağını açıyordu. İstediğimde köşeme çekilip yalnız kalabilecek olmanın verdiği rahatlık ve Canan'ın da Volkan'ın da buna saygı göstermesi bütün ön yargılarımı yıkmış, beni bir nebze rahatlatmıştı.

Bülent, bazen Volkan'la paslaşsalar da genellikle sanat malzemeleri sattıkları dükkanlarının başında oluyordu. Yine de bir haftalık gözlemlerime dayanarak onun tabulaşmış aile babası kalıplarından sıyrılmış olduğunu anlamıştım. Bunca yıla rağmen hala eşine deliler gibi aşık bir romantik, oğluna ise herkesin hayallerini süsleyen bir baba, bir dosttu.

Canan kesinlikle tam bir sanat aşığıydı. Sanırım bir haftada en çok onunla zaman geçirmiş, en çok onunla sohbet etmiştim. Bana aktaracağı o kadar bilgi vardı ki herkes gittikten sonra her masaya oturuşumuzda heyecanla bir şeylerden bahsediyor, enerjisiyle beni de büyülüyordu. Bilgi birikimiyle beni besleyebilen insanlara her zaman imrenmiştim ve Canan'a her baktığımda başardıkları, öğrendikleri ve hayatını bu denli dolu dolu yaşadığı için içim gururla ve heyecanla doluyordu.

Ancak ona baktığımda bir yandan içimde bir yerlerde hüzün de hissediyordum. Ben kendimi onun gibi geliştirebilmiş bir kadın olacak mıydım? Onun kadar gezebilecek, görebilecek imkanları bulabilecek miydim? Onun sahip olduğu bu huzur dolu aileye sahip olabilecek miydim?

Kendimi hiç olgun hissetmiyordum. Bu olaylardan önce hayatın akışına o kadar kapılıyordum ki bazen kendi içime dönmeyi unutup ruhumdan uzaklaşıyordum. Bu, bana fark ettiğimde ne kadar acı verse de farkında varana kadar umurumda bile olmayan bir şeydi. Oysa beni ben yapan ruhumu beslemediğim, kendimi oyaladığım ve etrafımı insanlarla, olaylarla donattığım her saniye daha da sıradanlaşıyordum.

Bu akışı nasıl durdurabileceğimi veya hayatımı nasıl bir dengeye oturtacağımı hala çözebilmiş değildim. Tek bildiğim, döndüğümde eskisi gibi olmayacaktım ancak bunun sonucu iyi mi olacaktı, yoksa kötü mü, bilmiyordum.

Volkan çok sıra dışı bir adamdı. Ailesine çok bağlı olmasının yanı sıra onlardan bir o kadar da farklıydı. Onlardan daha ciddiydi, belki de neşesini onlar kadar dışarı vurmayı sevmiyordu. Yaptığı sanat daha karanlık, okuduğu kitaplar daha derin, karakteri daha karmaşıktı. Yine de eğlenmesini biliyordu. O da tıpkı annesi ve babasını gibi okumuş, öğrenmiş ve biriktirmişti. Geçirdiğimiz bir haftada Volkan'ı sadece akşam yemeklerinden sonra, öğrenciler dağıldığında görebiliyordum ve çoğunlukla hep beraber sohbet ediyorduk.

Bugün baş başa kalmıştık çünkü annesinin depoyla işi bitmiş, öğrencilerine kavuşmuştu.

"Aslında hayatında sadece birkaç kere satranç oynamış birine göre gayet iyi oynuyorsun," diye itiraf etti kollarını masaya dayarken. Bu söylediği beni her ne kadar mutlu etse de ona inanıp inanmamakta kararsız kalmıştım.

Tek kaşımı kaldırıp, "Yani biraz daha pratik yapsam seni yenebilirim," dedim.

Samimi bir şekilde gülümsese de "İşte o biraz zor," dedi. "Okulun satranç takımında her zaman birinci sırada kaldım."

Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı salladım. Evde klasik müzik sesi yükselmeye başladığında ikimiz de sustuk. Ona sormak istediğim, merak ettiğim bütün o sorular dilimin ucuna gelip gelip gitti. En sonunda ikimiz de ağzımı açtık ancak konuşamadık.

"Önce sen söyle," dedi bana öncelik vererek.

"Yok, hayır," dedim elimi sallayarak. "Önemsizdi. Söyle lütfen."

Bakışlarını masaya indirip bana geri baktı ancak o da konuşup konuşmamak konusunda bir ikilemdeydi. Neler sorabileceğini az çok tahmin etsem de gerilmemiştim. Yine de Metin'i ve neler bildiklerini bilmeden ona her şeyi anlatmamakta karar kıldım ve sorusunu bekledim.

"Onu nereden tanıyorsun?" Bu tahmin ettiğim sorulardan biriydi. Cevabı için ise onlarca yalan bulmuştum ve hepsi de inandırıcıydı ancak bunu öyle çekingen bir ifadeyle sormuştu ki, sanki bunun onu ilgilendirmediğini düşündüğü için değil, benim Metin'le olan bağım onu kuşkulandırdığı içindi.

Yerimde kıpırdanırken, "Ben de aynı şeyi sana soracaktım," dedim.

Rahat bir tavır sergilemeye çalışır gibi oturduğu yerde arkasına yaslanırken "Beraber büyüdük," dedi. "Annem onu da Giray'ı da eğitti. Yaşı dolayısıyla daha çok Metin'i."

Kafamı salladım. "Sanki... Sanki aranız açılmış gibi." Laf ağzımdan çıktığı anda pişman olmuştum çünkü çok kurcalayıcı ve meraklı görünmek istemiyordum. Cevap vermemesi, sorumdan kaçınması için içimden dua ettim.

"Yıllar," dedi önce kısaca. Ufak bir sessizliğin ardından, "Hayatımız farklı yönlere doğru ilerlese de aynı üniversitedeydik. Bunu planlamamıştık, zaten okulumuz devam ederken yollarımız ayrıldı."

Yaşadığım ufak utançtan dolayı çatlayan, kısık bir sesle, "Anladım," dedim. Daha sonra biraz da kendime gelip düşüncelerimi toparlamaya zaman kazanmak için boğazımı temizleyip oturuşumu düzelttim. "Biz..." Kelimeleri bir türlü bulamadım ve bütün olay zinciri tekrar gözümün önüne düştüğünde kalbim paramparça oldu.

"Hey," dedi Volkan ona bakmamı sağlayarak. Gözlerimi ona kaldırdığımda görüntüsünün bulanıklaşmış olmasıyla dalgınlığıma içimden küfür ettim. Dolu gözlerime bakarak, "İstemiyorsan anlatma lütfen, ben sadece merak ettim. Burnumu sokmamam gerekirdi, özür dilerim."

Kafamı hızlıca iki tarafa sallayarak, "Hayır, hayır, senin bir suçun yok," dedim mahcup bir şekilde. "Sadece her şey o kadar karmaşık ki, sana nasıl anlatacağımı bulmaya çalışırken çok yanlış yerlere daldım." Beni anladığını bana olan bakışlarından görebiliyordum.

Buruk bir gülümsemeyle, "Ona aşık mısın?" diye sordu. Gözlerim açılırken aniden ellerimin titremeye başladığını hissettim.

"Hayır, hayır," dedim Volkan'a deli gibi başımı sallarken. "Bu asla öyle bir şey değil, olamaz da." Bana inanmış olmalı ki kafasını yavaşça sallayıp, nedenini bilmesem de hissettiği rahatlamayla o da benim gibi masaya doğru yaklaştı.

"Bu iyi," dedi dürüstçe. "Ona aşık olman senin için hiç iyi olmazdı. Gerçi hiçbir kadın için olmadı da neyse..." Gözlerini kaçırdığı anda cümlesinin sonuna doğru kısılan ses tonunda sitem ve öfke yattığını hissetmemle kaşlarımı çattım.

"Beraber büyüdüğünüzü söylüyorsun," dedim içimde büyüyen korku dolu heyecanla. "O zaman onun kırılma noktasını görmüş olmalısın. Sen veya Giray böyleyken, o neden böyle biri oldu? Bu hayata nasıl bulaştı?"

Kendime söz vermiştim. Bu evde onun adını ağzıma almayacaktım ve bu evden çıktığım gün, onu da son görüşüm olacaktı ama kafamın etrafında öyle şeytanlar dolanıyordu ki birisini duymazdan gelsem, diğeri mutlaka bir yolunu bulup bana ulaşmayı başarıyordu. Onu merak etmek istemiyordum, onu öğrenmek istemiyordum, onu düşünmek istemiyordum ama bir yandan da... Bir yandan da belki onu tanıyabilirsem, onu anlayabilirsem kendimi bu durumdan kurtarabileceğimi düşünüyordum. 

Hayır, kendimi kandırmayacaktım. Eğer onu anlayabilirsem ona yardım edebilirdim ve sırf bu isteğim yüzünden kendimden nefret ediyordum. Belki de bu konuda kendi üzerime gitmemem gerekirdi çünkü ben ne de olsa bütün bunlardan önce bir psikolog adayıydım. Fakat Metin... Metin bambaşka bir hastaydı. Ona hasta gözüyle bile bakamıyordum. Yaşadığı travmalar, insanlara davranış şekli, düşünme şekli, zekası ve bir sır gibi saklı olan geçmişi sanki onu doğaüstü kılıyordu.

"Ailesi, yaşadıkları, her şey..." dedi Volkan. O da Metin için üzülüyordu ve bunu saklamaya çalışmamıştı. "Öyle şeylerle mücadele etti, başına öyle şeyler geldi ki ben bile hatırlamak istemiyorum." Derin bir nefes aldı. "Belki kimsenin bilmediği daha çok fazla şey vardır, bilemeyiz. Tek bildiğim, o her cehennemle yüz yüze geldiğinde ve insanlar ona üzüldüğünde o daha da kafa tuttu hayata. Sanki "Yanılıyorsunuz, ben cehennemden daha beterim," der gibi daha da büyüdü, daha da güçlendi hayatın her bir darbesinde."

Volkan'ı dinlerken nefesimi tuttuğumu fark ettim ancak bunun tek nedeni Metin hakkında konuşuyor oluşuydu. Gözleri öyle hikayeler barındırıyordu ki onun hakkında, öğrenmeye korkuyordum. O da zaten anlatacak gibi değildi, belki de o da korkuyordu maziyi dile getirmekten.

"Gel," dedi bana masadan kalktığında. "Sana bir şey göstereceğim."

Hiçbir şey sorgulamadan ben de masadan kalkıp onu takip ettim ve beraber mutfaktan çıkıp, koridordan üst kata ilerledik.

Volkan'ın odasına girdiğimizde ben etrafa hızlıca göz gezdirirken, o da yatağının baş ucundaki komidine yöneldi. Ellerimi göğsümde birleştirmeden önce gerginlikle kapının girişinden ileriye adım atamadım.

Yatağının üzerine eski bir kutu koydu, onu açtı ve içindeki belki de yüzlerce fotoğrafı karıştırdı. En sonunda aradığını bulduğunda bana göstermeden önce birkaç dakika elindeki sepya fotoğrafa daldı.

"Yaklaşsana," dedi hala fotoğrafa bakarken. Sesi öyle uzaktan gelmişti ki bir an için varlığım onun için soyutlaşmış gibiydi. Yavaş adımlarla yanına doğru ilerlediğimde fotoğrafı benim de görebileceğim bir açıyla tuttu.

"Bu Metin'i gülerken gördüğüm son andı." Fotoğraf bu evin aşağı katındaki o küçük, huzur dolu balkonda çekilmişti. Metin o kadar samimi gülüyordu ki mutlu olduğu için bile istemsizce tebessüm etmiştim. "Ertesi gün annesi intihar etti."

Bir insanın bütün kaderi tek bir ana bağlıydı. Kişiliği, yaşayacakları, olacağı insan ve hatta sonu bile tek bir olay, tek bir imgeyle değişiyordu. Bu yüzden hiçbir zaman tek bir kaderimiz olduğuna inanmamıştım. Her gün, her saat, her insan, her konuşma zihnimizde halihazırda var olan düşüncelerimizi yıkıyor, yalnızca olduğumuz kişiyi değil aynı zamanda kaderimizi de şekillendiriyordu. Son her zaman değişmekteydi ve buna karar vermek çoğu zaman bizim elimizdeydi.

Babam öldüğünde ben de olabilecek bütün kader ağlarımı tek tek koparmıştım. Onun var olduğu bütün hayatlarım tek bir olayla sona ermişti: Ölüm. Belki de kaderimizi şekillendiren en büyük darbe buydu. Belki de kendi ölümümüz bile hayatımızda sevdiklerimizin ölümü kadar yer kaplamıyordu. Kader ağlarımız her ne kadar var olsa da, yok olmaya mecbur bırakılmıştı.

Metin de bir ölüm karşılığında yok etmişti kendisini. Yapabilecekleri, olabilecekleri ve yaşayabileceklerinin hepsi tek bir ölümle yok olmaya başlamış, daha sonra başına gelen diğer her şey bu ölümle beraber, toprağın altında kalmıştı. Daha fazlasına izin vermiyordu, başına iyi bir şey gelmesine izin vermemişti ve verecek gibi durmuyordu. Belki de başına gelen bütün o diğer kötü olaylar ona zevk veriyordu, annesinin üzerine atabildiği her kötü olayda kefenini görmezden gelebileceğini düşündüğü için.

Annesi onun için ölmeden önce neydi, öldükten sonra onun için ne anlam ifade ediyordu tahmin bile edemiyordum ve hiçbir zaman öğrenemeyecektim.

''Ah, burada mısınız?'' Volkan da ben de bizi içine acımasızca çeken düşüncelerden sıyrıldığımızda ikimiz de aynı anda kapıya döndük. Canan kapıda durmuş, bize gülümseyen bir yüz ifadesiyle bakıyordu. Yüz ifadelerimizi görmesiyle gülümsemesi yok olurken, ''Bir şey mi oldu?'' diye sordu kuşkuyla.

Volkan benden hızlı toparlanarak, ''Yok canım,'' dedi. Yatağın üzerine koyduğu kutunun kapağını kapatıp, onu yerine koymak için eğildi. ''Dertleşiyorduk sadece.''

Elimde kalan fotoğrafı avucuma bastırdım.

''Pekala,'' dedi annesi bu konunun üzerine gitmeyerek. ''Yeni bir grup öğrenci geldi ama bir kişi eksik.'' Volkan annesine döndü ve gülümsedi.

Sessizlik olduğunda gözlerim ikisine de git gel yaptı ve sonunda bana bakan bakışlarından ne düşündüklerini anladım. Ellerimi havaya kaldırarak, ''Ah, hayır,'' dedim. ''Ben gerçekten resim yapamam.''

''Lara,'' dedi Volkan bana yaklaşırken. ''Her şeyin bir ilki vardır. Ayrıca kimse senden mükemmel bir şey beklemiyor, sadece denemeni istiyoruz.''

Annesi kapı eşiğinde hareketlenirken, ''Dersin başlamasına beş dakika var,'' dedi ve Volkan'a göz kırpıp, aşağıya inmek için arkasına döndü ve gitti.

''Hadi,'' dedi Volkan omuzlarımdan tuttuğunda. ''İnatçılık yapmanı gerektiren bir konu yok. Sevmezsen bırakır gideriz.''

''Volkan...'' diye karşı çıkmaya çalışsam da eli sırtıma indi ve hafifçe bastırarak beni kapıya doğru yürümeye zorladı.

Atölyeye girdiğimizde herkes yerlerine oturmuş, önlerinde şövaleleriyle bir çember oluşturmuştu. Çekingen bir tavırla boş olan şövalenin önüne geçerken Volkan kaçma girişiminde bulunmama karşın arkamda duruyordu. Sandalyemi çekip oturmamı bekledi ve oturdum.

''Şimdi,'' dedi şövalenin yanında duran uzun, üzeri malzemelerle dolu sehpaya uzanırken. ''Bunun adı palet.'' Önce bir anlık dalgınlıkla elindeki palete baksam da hemen ardından kısık, sinirli bakışlarla ona baktım. Küçük bir gülümsemenin ardından, ''Pekala, pekala...'' dedi. Paleti yerine koyup atölyenin sağ köşesine doğru gitti.

O yanımdan ayrıldığında etrafıma göz gezdirdim. Sayabildiğim kadarıyla yedi kişi, birbirleriyle sohbet ederken bir yandan da şövalelerinin yanına konmuş olan referans fotoğraflarını resmediyorlardı. Kimilerinin yüzünü koca tuvaller yüzünden göremiyordum, iki yanımda oturanlar ise işlerine gömülmüş haldeydiler. Beklediğim gibi sessizlik veya gergin bir ortam yoktu, aksine klasik müziğin doldurduğu küçük atölyede ara ara kahkahalar yükseliyordu.

Volkan tekrardan yanıma geldiğinde elindeki küçük kağıdı önümde duran boş tuvale yapıştırdı. Küçük kağıtta gölgelendirmelerin bol olduğu ormanlık bir alan vardı ve istemsiz bir şekilde gözlerim açıldı.

''Hemen öyle bakma,'' dedi yüzümü inceleyen Volkan. ''Aynısını çizmeyeceksin, sadece sana gölgelendirmeyi ve aydınlatmayı öğreteceğim.''

Kafamı iki yana sallayarak, ''Vakit kaybediyorsun,'' dedim.

''Vaktimi daha iyi bir şeye harcayamazdım.'' Sırıtışı her ne kadar samimi görünse de yapamayacağımı kendi de biliyor olmalıydı. Cam kavanoza konulmuş olan yuvarlak, allık fırçasına benzeyen bir fırçayı alıp elime tutuşturdu. Az önce eline almış olduğu paleti de alıp, üzerine birkaç tane boya sıktı ve paleti de bana uzattı.

Bir elimde palet, bir elimde fırça Volkan'a bakıyor ve büyük ihtimal oldukça salak gözüküyordum.

''Ne bekliyorsun?'' diye sordu. ''Fotoğrafa bak. Arka plan hangi renk?''

Gönülsüzce fotoğrafı inceledim. ''Burada sadece yeşil rengi var.''

Sabırla, ''O zaman,'' dedi ve kollarını göğsünde birleştirdi.

Bu kadar salak değildim ancak biraz da onu bıktırmak için, ''Yeşil rengini alacağım,'' dedim. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi zor tutarken fırçayı paletteki yeşil rengine batırdım.

''Sence gördüğün yeşil o kadar canlı bir renk mi?'' Bakışlarımı tekrar ona kaldırdım. Sorgulayan bir ifadeyle baktığım için, yanımdaki sehpaya uzanıp daha küçük bir fırça alıp bana uzattı. ''Beyaz ve yeşili paletin bir tarafında karıştırman lazım.'' Parmağıyla fotoğrafı gösterip, ''Bak, buralar sisli gibi,'' dedi.

Kafamı sallarken gerçekten ciddiydim. Renkleri dediği gibi paletin bir köşesinde karıştırdım ve neredeyse fotoğraftaki gibi sis yapabileceğim bir ton elde ettim. Ardından büyük olan allık fırçasını alıp, ona içimden böyle diyecektim, tuvale ilk darbeyi vurdum.

''Yuvarlak hareketlerle,'' dedi Volkan dikkatle izlerken. ''Fırçayı çok bastırmana gerek yok, kimi yerlerde renk silikleşmiş gibi görünmeli.'' Dediğini anlayıp yuvarlak hareketlerle fırçayı neredeyse bütün tuvalde gezdirdim. Gerektiği yerlerde biraz daha boya aldım ve resmin arka planından memnun kaldığımda, Volkan'ın yorum yapması için geri çekilip durdum.

O da yanıma bir sandalye çekmiş, yanıma oturmuştu. Memnun bir ifadeyle kaşlarını kaldırıp kafasını sallarken, ''Gayet iyi,'' dedi. ''Şimdi ağaçların gölgesini yapacaksın. Gözünde büyümesi gereken bir şey değil, sadece çizgiler çekeceksin ve onlar kuruduğunda bunu bir kez daha yapacaksın.''

Referans fotoğrafına baktım. Bazı yerlerde kahverengi, bazı yerlerde yeşil kullanılmıştı. Ben de ona bakarak ve Volkan'ın dediğini yaparak kalın çizgiler çekmeye başladım. Volkan hiç sesini çıkarmadan beni izliyor, dikkatle aldığım boyaya ve ağaçların gövdelerini çizişime bakıyordu. Bu işlemi, ilk taslak kuruduktan sonra bir kez daha tekrarladım. Resim bir şeye benzemeye başlıyordu ve içim heyecanla dolmuştu. Canan, bir yandan öğrencileriyle ilgilenirken bir yandan bizi inceliyordu ve hiç yorumda bulunmamıştı.

''Şimdi,'' dedi Volkan ellerini birbirine bastırırken. ''İnce bir fırçayla karıştırdığın yeşil tonunu al.'' Dediğini yaptım. Eliyle elimi tutup yavaşça tuvalin üzerine yaklaştırırken ''Bu sefer çizgileri yanlamasına çizeceksin,'' dedi. Fırçayı tutan ben olsam da kontrol elimi tutan elindeydi. Kalınlı inceli, sert olmayan darbelerle yukarıdan aşağıya doğru yanlamasına çizgiler çekiyordu ve ağaçlardan biri çoktan belirginlik kazanmıştı.

Elini çekip ''Şimdi aynı şeyi diğer ağaca sen yap,'' dedi. Onun hareketlerini taklit ederek çizgiler çizdim ancak onunkiler kadar yumuşak değillerdi. Mahcup bir şekilde ona döndüm. ''Sorun değil,'' dedi içimi rahatlatmak istercesine. ''Bu zaten taslak. Yine de fırçayı daha yumuşak tut, akışına bırak.''

Dediğini yapmaya çalıştığım birkaç ağaç daha çizdim ve kafamı hafif geriye atıp baktığımda ağaçlar daha da ağaca benzemeye başlamıştı. Kendimle gurur duymam için çok erken olsa da düşündüğüm kadar kötü gitmediğim için mutlu olmuştum.

''Çok iyi,'' dedi Volkan da taslağı incelerken. ''Biraz ara vermeye ne dersin? Yorulmuşsundur.'' Hızlıca kafamı salladım. Yaklaşık kırk dakikadır buradaydık.

Mutfaktan balkona çıktığımızda ben cebimden sigara paketimi çıkarırken o bana onaylamazcasına bir bakış attı. ''Çok içmiyorum,'' dedim dürüstçe.

''Resim yapmak konusundaki ön yargılarını yıktın mı?'' Masanın üzerine eğilip çakmağı elime aldım.

Dudaklarımın arasında koyduğum sigarayı yaktıktan ve bir nefes çektikten sonra, ''Kesinlikle,'' diye cevap verdim. ''Sandığım kadar zor değilmiş ama sabır gerektiren bir uğraş. Belki işin ehlinden öğrendiğim için bu kadar iyi gitmiştir.''

Kafasını iki yana sallarken kalçasını masaya yasladı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Rüzgar estiğinde üzerindeki ince, salaş, keten gömlek bedenine yapıştı. Gözlerimin daldığını fark eder etmez ona baktım. ''Alakası yok,'' dedi samimi bir ifadeyle. Yüzüne düşen saç tutamlarını geriye iterken ''Ben resimde o kadar da iyi değilim, öyle olsam bile o senin eserin, ben dokunmadım bile.'' dedi.

Sigaramdan bir nefes daha çekip ''Annen müzikte iyi olduğunu söylemişti,'' dedim. ''Ne çalıyorsun?''

Mahcup bir şekilde gülümseyip bakışlarını yere indirdi. ''Keman, gitar, çello, piyano...''

Gözlerim hayretle açıldı. ''Her şeyi yani?'' Gülümsemesi yüzünde büyürken gamzeleri ortaya çıktı.

''Hayır, hayır...'' dedi olduğu yerde kıpırdanırken. ''Birçok müzik aletini denedim, çoğunda da bir yere kadar iyiyim denilebilir. Müzik kulağım olduğunu ben çocukken fark ettikleri için annemle babama borçluyum.''

Nefesimi hayranlıkla verirken ''Bu inanılmaz,'' dedim. ''Ben flüt bile çalamam.''

Tek kaşını kaldırıp bana sinsi bir bakış attığı anda, ''Hayır,'' diye yapıştırdım. ''Kesinlikle olmaz. Müzik konusunda gerçekten sıfırım,'' dedim kelimelerimi bastırarak.

Tekrardan samimi bir şekilde gülüp ''Tamam, tamam,'' dedi. ''Bu konuda seni zorlamayacağım.'' Rahatlamışçasına bir nefes verdim. ''Henüz.''

Sohbetimiz her ne kadar neşeli olsa da burada ne kadar kalacağım konusunda içimde tekrardan bir endişe oluştu. Sigaramdan bir nefes daha çekerken bakışlarımı ondan çekip balkonun manzarasına odaklandım. Bahçelerine bir sürü sebze ekmişlerdi ve etrafı ağaçlarla kapatılarak izole edilmişti.

''İlk geldiğinde çok sessizdin, gergindin. Haklı olarak,'' dedi Volkan arkamdan. ''Şimdi biraz daha iyi gibisin, değil mi?''

Ona dönmeden önce biraz sorusunu gerçekten düşündüm. Mutlu muydum? Evet ancak belki de bunun nedeni kendimi adapte olmaya zorlamamdan kaynaklıydı. Yine de kendimi, duygularımı ve düşüncelerimi kandırabilmiştim ve sabahları uyandığım, geceleri yatağa girdiğim anlar haricinde burada olmamam gerektiğini düşünmüyordum.

''İyiyim,'' diye itiraf ettim en sonunda. ''Siz... İyi insanlarsınız ve bana iyi davranıyorsunuz.'' Ona döndüğümde sigaramı söndürmek için yanından eğildim. ''Yine de ait olduğum yere dönmek için sabırsızlanıyorum.''

Yüzümü dikkatle inceliyordu, belki de doğru söylediğimden emin olmak istiyordu. ''Tabii, öyledir,'' dedi anlayışla. ''Nasıl bir insandın peki?'' Ona anlamadığımı gösteren bir bakış attığımda, ''Ait olduğun yerde,'' diye açıkladı.

Gülümseyip gözlerimi kaçırdım. Eski, normal benliğimi düşünmek bile canımı yakmıştı. ''Daha özgüvenli,'' dedim hala uzağa bakarken. ''Daha inatçı, daha eğlenceli, daha korkusuz...'' Ona baktım. ''Sanırım her şeyimle şu anki halimden daha iyiydim.''

''Hepimiz böyle zor dönemlerden geçeriz,'' dedi kısa bir sessizliğin ardından. ''Neler yaşadığını bilmiyorum ama eminim beni anlıyorsundur. Başımıza gelen her şey geçicidir. Mutluluk, yıkım, hüzün, aşk, dostluklar...''

''Öyle olmasını diliyorum,'' dedim gözlerimin dolmasına engel olamayarak. ''Mesela böyle sulu göz olmaktan bıktım.'' Kafamı yere eğip ''Bütün bunlar geçecek ancak bende kalıcı etkileri olacağına eminim,'' dedim burnumu çekerken.

''Lara,'' dedi Volkan yaslandığı masadan ayrılırken. Bana yaklaşıp eliyle tereddütlü bir şekilde çeneme dokunup yüzümü yüzüne kaldırdı. ''Senin sen olman için bunları yaşaman gerektiğini kabullenmen gerekiyor. Canını yaktığını biliyorum ama...''

Gözümden bir damla yaş düştüğünde ''Bilmiyorsun,'' dedim. Sıcak nefesim, gömleğinin açıkta bıraktığı göğsüne çarparken ''Olmadığım bir insana dönüşmenin, yaşayabileceğim onca şey varken bunları yaşamamın ve anılar yerine travmalar biriktirmemin bana ne kadar acı verdiğini tahmin bile edemezsin.''

Gözlerine ulaşan bir gülümsemeyle gözlerimin içine bakarak elleriyle yanaklarımdaki yaşları silerken ''Lara, seni çok tanımıyorum ama...'' dedi. ''Kim olmamız gerekiyorsa o oluruz.'' Yüzümü elleri arasında tutarken onun karşısında ağladığım için kendimi çok acınası hissettim. ''Güven bana, bütün bunlar bittiğinde eskisinden daha güçlü olacaksın.''

Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsedim ve çatlayan bir sesle, ''Daha önce hiç güçlü oldum mu bundan bile emin değilim,'' dedim. Dürüstlüğüm ve depresifliğim karşısında en ufak bir bitkinlik yaşamasa da ona bunları itiraf etmek canımı yakmıştı.

''O zaman güçlü olman gereken zaman tam olarak şu an,'' dedi beni motive etmek istercesine.

Gülümsesem de yüzümde duran ellerini uzaklaştırmak için bileklerinden tutup kendimden yavaşça uzaklaştırırken ''İnan bana denedim,'' dedim. O hafifçe geri çekilirken, ben de son kez burnumu çekip elimin tersiyle yüzümü sildim. ''Ama onun karşısında...'' Onun karşısında kendim olamadığım için hissettiğim çaresizliği kendime bile bu kadar geç itiraf ederken Volkan'a açıklamak hiç içimden gelmemişti.

''Benimle gel,'' dedi elimden tuttuğunda. Şaşırmama bile fırsat vermeden beni arkasından çekiştirip balkondan çıktı ve hızlı adımlarla yukarıya çıkardı.

''Hey,'' dedim merdivenleri çıkarken. ''Neler oluyor?''

Binanın girişindeki hole geldiğimizde bir an dışarı çıkacağımızı düşündüm ancak o, giriş kapısının önünde durduğumuzda elimi bırakıp üst üste yaslanmış tuvalleri karıştırmaya başladı.

Bana geri döndüğünde elinde bir tuval vardı. Arkası bile eski görünüyordu, resmi bana çevirdi. ''Georg Saal,'' dedi ben resmi incelerken. Ağaçların çevrelediği küçük göle batmak üzere olan güneşin yansıması vuruyordu. Renkler canlıydı, sanki gerçek bir fotoğrafa bakıyor gibiydim. ''Annem onun tablosunu kendi renkleriyle yorumladı. Daha canlı, daha huzur verici, daha iç açıcı. Annemin tarzı budur.''

Resmi bana uzatıp arkasına döndü ve tablo yığınını tekrar karıştırdı. Tekrar bana döndüğünde bu sefer elinde annesinin yaptığına nazaran çok daha karanlık, koyu tonların hakim olduğu bir tablo vardı. Güneş yerine ay ışığı kullanılmış, çiçekler yok edilmiş ve ağaçlar çırılçıplaktı. Volkan bir şeyler söylememi beklercesine yüzüme baktığında dürtülmüş gibi bakışlarım elimdeki tabloya indi. Resimler aynıydı ancak birbirinin zıttıydı.

''Yıllar önceydi, Metin gecenin bir yarısı buraya gelmişti. Bir tek ben uyanıktım,'' diye başladı anlatmaya. ''Ona defalarca ne olduğunu sordum ancak cevap vermedi. Direkt olarak atölyeye girdi, malzemeleri toparladı ve bu resmi yapmaya başladı.'' Derin bir nefes alırken elindeki tabloyu hala görebileceğim bir şekilde duvara yaslayıp geri çekildi ve o da tabloyu inceledi. ''Sorgulamadım. İçmişti, rahat bırakmam gerektiğini düşündüm. Odama geçtim ve uyudum.''

Volkan hemen yanımda dururken nefesinin kesilmesinden ve ellerini yumruk yapmasından anladım ki bu hikayeyi anlatmak ona acı verecekti. Elimdeki tuvali yere bıraktım. Yumruk yaptığı elini tereddütle sarmaladım ve yüzüne baktım. Karanlık holde gözleri parlamaya başlamıştı.

''Sabah uyandığımda bu tablo şövalenin üzerinde öylece duruyordu. Genelde tablolarını her zaman alırdı, hiç burada bıraktığı olmamıştı.'' Gözleri gözlerime kaydı. ''Annem atölyeye girdiğinde resmi hemen tanımıştı ve gözleri yaşlarla dolmuştu. Hiç unutmam, o an hiçbir şeyden haberi olmayan bana dönüp ''Bize içinin çürüdüğünü göstermeye çalışıyor,'' demişti. O an anneme abarttığını, Metin'in sadece kafasını dağıtmaya ihtiyacı olduğunu söylemiştim. Meğer ne de çok yanılmışım.''

Ağlamıyordu ancak içinde büyüyen acı yüzüne öyle yayılmıştı ki öfkeyle karışınca ifadesi beni onun için endişelenmeye itmişti. Bu sefer elini kaldırıp yanağına koyan ben oldum.

''O günün akşamında üç yıllık kız arkadaşımdan bir mesaj aldım. Metin'le yattıklarını itiraf etmişti.'' Yanağında duran elim aniden buz gibi kesilmişti. Gözlerim engelleyemediğim bir hayretle büyüdü ve anlattığı hikayeye inanamadım. Metin'e yakıştıramadığım için değil, Volkan'ın kardeşi gibi gördüğü insandan böyle bir darbe yemiş olmasına inanmak istemediğim için.

İhanetin bir insanda ne denli yaralar açtığını henüz bilmiyordum.

Kendimi toparlamaya çalışırken ''Volkan,'' dedim ancak onu şu an sakinleştirecek hiçbir şey bulamadım. O gece yaşadıklarını düşününce bile içim ürperiyordu.

''Onu o günden sonra hiç görmedim. Benim burada olmadığım zamanlar annemle babamı ziyarete geldiğini biliyordum ama hiç sesimi çıkarmadım. Varlığımın, düşüncemin bile ona eziyet çektirdiğini bilmek benim için yeterli bir intikamdı.'' Kafasını eğip histerik bir şekilde nefes vererek güldü. ''Onun muhtemelen yapacağı gibi elime bir silah alıp karşısına dikilseydim ve bağırıp çağırarak ne kadar acınası, ne kadar iğrenç bir insana dönüştüğünü yüzüne vursaydım belki de rahatlayacaktı.'' Kafasını kaldırıp tekrar gözlerimin içine baktı. ''Yapmadım,'' dedi kafasını iki yana yavaşça sallarken. ''Ona bu zevki tattırmadım. İçinde büyüyen çürümesini hızlandırmadım, yavaş yavaş acı çekmesine izin verdim.''

Ellerini kaldırıp yavaşça yüzümden tuttu ve kafasını eğip alnıma yasladı. İkimiz de aynı acı dolu havayı solurken ''Emin ol sana yaptıkları yüzünden de acı çekecek,'' dedi fısıldar gibi bir sesle. ''Hiçbir şey yapmana gerek kalmayacak ve asıl ezilenin kendi olduğunun farkına varacak.''

Bu sözlerin belki bir nebze de olsa içimi rahatlatması gerekirdi ancak ben daha çok onun acısını hissettim. Kimseden en ufak bir intikam almak istemiyordum. Kimseye acı çektirmek, benim yüzümden acı çekmesini istemiyordum. Bu beni ne iyi yapardı, ne de salak... Sadece kurtulmak, geride bırakmak ve unutmak istiyordum.

Aynı Metin'in yapmamı istemediği gibi.

''Volkan, ben...'' diye ağzımı açtığım anda hemen yanımızda duran giriş kapısı biz de yüzlerimizi birbirinden çekemeden açıldı. Volkan acele etmesini gerektiğini düşünmese bile ben bir anda karşımızda dikilen yüzler karşısında aniden Volkan'dan ayrıldım.

Önce Bülent'in donuk yüzüne karşı mahcup hissettim ancak bu sadece saniyeler sürdü. Arkasındaki yüz daha duygu dolu, daha çarpıcıydı. Öfkeliydi, şaşkındı, saniyeler içerisinde Volkan'la beni o şekilde görmesiyle kendini bir yalana inandırmıştı. Onu ne kadar zamandır görmediğimi bile bilmiyordum.

Giray, Bülent'in yanından geçip yanıma geldiğinde önce bana, sonra Volkan'a baktı ve bastırmaya çalıştığı öfkesine hakim olmaya çabalasa da hışımla bileğimden tuttu.

Volkan araya girmek için hareketlendiğinde Giray elini kaldırıp onu durdurdu. İçinde hissettiği patlamaya hazır bir duyguyla Volkan'a ölümcül bir bakış atarken onun Metin'e ne kadar çok benzediğini gördüm.

Ağzımı açamıyordum. Kafasını yavaşça bana doğru çevirdi. Yüzümü incelerken korku dolu ifademi görmüş olacak ki hızlıca sakinleşmiş gibi görünmek için göz kapaklarını indirip, tekrar açtı ve bana baktı.

''Gidiyoruz,'' dedi sinirden titreyen sesiyle. ''Burada kalmayacaksın.''

Buraya gelişinin ve beni götürmeye kalkmasının ani bir karar olduğunu söylemek için çok düşünmeme gerek yoktu. Ona ani bir refleksle kafamı iki yana sallayarak olumsuz bir yanıt verdim ancak hala konuşmak için doğru kelimeleri bulamamıştım.

''Giray,'' diye araya giren Volkan da en az onun kadar sinirlenmişti. ''Yanlış anladığını düşünüyorum, Lara'yı bırak da...''

Bileğimden elini çeken Giray ani bir hareketle Volkan'a dönüp ''Sen!'' diye kükredi. ''Sen hiç konuşma!''

Volkan sabırla bir nefes alıp ''Giray, bak,'' dese de Giray onun konuşmasına izin vermiyordu.

''Lara,'' dedi alçaltmaya çalıştığı bir ses tonuyla. ''Hadi, çantanı al,'' dedi yerinde duramayan hareketlerle önümde sallanırken.

Bu sefer araya giren Bülent oldu ve sesi sandığımdan daha sert çıktı. ''Giray, bu yaptığın hoş değil. İçeri geç ve konuşalım, yoksa seni evden çıkarmak zorunda kalacağım.''

Giray hayretler içerisinde Bülent'e baktı. ''Bana yolda ne söyledin Bülent Abi?'' dedi ufak da olsa bir saygı tınısıyla. ''Güvende dedin, değil mi? Yanlış mı hatırlıyorum?''

O sırada Canan hole koşar adımlarla ulaşsa da onu benden başka kimse fark etmedi. Gözlerimle ona yardım dilercesine baktım. Canan tekrardan içeri gittiğinde bir an önce tekrar gelmesi için neredeyse ona seslenecektim.

''Dedim ve sözümün arkasındayım Giray. Bizi bu kadar iyi tanıdığın halde bu saygısızlık da neyin nesi?'' Bülent öfkelenmeye başlamıştı ancak Giray kadar yükselmemek için çaba gösteriyordu. Kapı hala açık bir şekilde duruyor, akşamüstü sokaktan geçen tek tük insanlar içeriye kaçamak bakışlar atıyordu.

Giray bir türlü sakin kalamıyor, yerinde bile duramıyordu. Ellerini saçlarının arasından geçirirken ona yaklaşıp elimi hızlıca inip kalkan göğsüne koydum. ''Giray lütfen böyle yapma,'' dedim titrek bir sesle. ''Dışarıya çıkıp bir hava almak ister misin?''

Bülent de Volkan da bu fikirden hoşlanmamışçasına birbirine baktı ancak gözlerimi Giray'ın gözlerinden ayırmadım. Giray bana hiçbir şey söylemeden onlara bir bakış atıp kapıdan dışarı çıktı. Ben onu takip edecekken Volkan beni kolumdan yakalayıp ''Dikkatli ol Lara, şu an hiç aklı başında görünmüyor,'' diye uyardı.

Ona kafamı sallayarak güven vermeye çalıştıktan sonra Bülent, ''Buradayız,'' dedi. İkisine de mahcup bir şekilde bakıp Giray'ın yanına, dışarıya çıktım.

Evin önündeki kaldırımda bir ileri bir geri giderken beni gördüğünde durdu. Bu sefer öfkesi ağır basan bendim, ona doğru ilerlerken biraz da arabaların sesini bastırmaya çalışarak sesimi yükseltirken ''Sen kafayı mı yedin?'' diye bağırdım. ''Yaptığın ne kadar aptalca, bir fikrin var mı? Bu insanlarla aynı masaya oturuyorum, aynı evde kalıyordum. Beni onlara karşı ne kadar mahcup ettiğinin farkında mısın?''

Kafasını iki yana sallayıp gülerken etrafına bakındı. Yanımıza park ettiği arabadan inen kadının bakışlarını görmezlikten gelip o da sesini yükselterek, ''Bırak bunları Lara,'' dedi. Ondan hiç beklemediğim sitem dolu bir ses tonuyla, ''Ben aptal mıyım sanıyorsun? Öpüşüyordunuz!''

''Giray!'' diye bağırdım en sonunda ben de sokaktaki insanları umursamayarak. ''Kapa çeneni! Öpüşmüyorduk!'' O kadar sinirlenmiştik ki kaldırımda yanımızdan geçen insanlar karşı kaldırıma geçiyor, bize korku dolu bakışlar atıyorlardı.

''Ah, öyle mi?'' dedi avuçlarını birbirine bastırıp ellerini birleştirirken. ''O yakınlıkta ne yapıyordunuz? Sohbet mi ediyordunuz?'' diyerek dalga geçti.

İğrenmiş bir ifadeyle, ''Komik görünüyorsun,'' dedim.

''Sana aynı şekilde yaklaştığımda bana ne yaptığını hatırlatırım,'' dedi ve kaşlarım şokla kalktı.

''Giray,'' dedim içimde büyüyen öfkeyle tırnaklarıma avuçlarıma bastırırken. ''Sen bana yaklaşmadın. Sen beni öptün!''

Giray sessiz kaldığında bu sefer yaptığı yanlışı anladığını düşünsem de bu sessizliğin benimle veya şu anki konuşmamızla bir alakası olmadığını anlamıştım. Gözleri arkama doğru kaydığında içimden ''Hayır,'' diye geçirdim. Yüzüm donuk, korku dolu bir ifadeyle Giray'a bakıyordum ancak onun bakışları hala arkamdaydı.

Arkamda bir bedenin durduğunu hissettim.

Geriye dönüp bakmaya korksam da asıl hissettiğim ihanetti. Böyle bir şey yapabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi ve o da bunu çok iyi biliyordu. Giray onu da arabasını da çoktan görmüş olmalıydı ve buna rağmen konuyu buraya getirdi. Susmadı, susturmadı ve zaferini aldı.

Giray'ın koyu kahve gözlerinde abisinin yansıması yatıyordu.