"Kaos, henüz anlaşılamamış bir düzendir."

İhanete sımsıkı kapattığım gözlerimi açtığımda Giray artık bana bakıyordu. Dilimin ucuna gelen bütün küfürleri içime gömmek zorunda kalarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Ona karşı olan öfkemin içimde büyüdükçe büyüdüğünü, neredeyse saf bir nefrete dönüşecek kadar çoğaldığını hissettiğimde gözlerimi ondan kaçırdım.

Artık boşalmış olan atölyede ben, Metin, Giray ve Volkan hepimiz bir köşede olmak üzere dikiliyorduk. Metin'e bakmak bile gelmemişti içimden, Volkan'a ise utancımdan dolayı bakamıyordum. En sonunda gergin sessizliği fırsat bilerek etrafıma göz gezdirdim.

Giray gayet rahat bir şekilde bir sandalyenin üzerine oturmuş, sırtını duvara dayamış bir şekilde elindeki boyayla oynuyordu. Gözlerimi devirerek bakışlarımı ondan çektim. Volkan kollarını göğsünde birleştirmiş, kapı pervazına dayanmış bir şekilde ayaktaydı. Sakin görünüyordu ancak huzursuzluğu uzaktan bile hissedilebilecek boyuttaydı. Metin ise ellerini deri ceketinin ceplerine sokmuş, yavaş adımlarla kenara çekilmiş olan tuvalleri inceliyordu.

Benim yarım kalmış resminin önünde durduğunda istemsizce gerildim. Bir süre o resme baktı, bunu fark eden Volkan'ın bakışları da Metin'e döndü.

''Ne kullandın?'' Sorusu sadece dördümüzün bulunduğu odada tok bir şekilde yankılanırken ben şaşkınlıkla Volkan'a baktım. Volkan kaşlarını çatıp kafasını iki tarafa salladı. Sessizlik uzun sürünce nasıl olduğunu bilmesem de resmi benim yaptığımı nereden anladığını sormak için ağzımı açtığımda Giray benden önce davrandı.

''İlla bir şey mi kullanmam gerekiyor?'' diye sordu pervasızca. Metin üzerindeki ceketi yavaşça çıkarıp, şövalenin üzerine astı ve resmimi karanlığa gömdü.

Arkasına dönerken, ''Benimle oyun oynama,'' dedi. Bakışları mızrak gibi Giray'a saplanıyor, tehlike çanları tonunu arttırarak evde yankılanıyordu. Volkan'a korku dolu bir ifadeyle baktığımda yaslandığı duvardan ayrılıp, harekete hazır bir duruşa geçti. ''Aynaya bakmayı hiç akıl ettin mi? Bok gibi görünüyorsun ve bu halde buraya gelmişsin.''

Giray yayık bir şekilde, ''Özür dilerim, özür dilerim,'' dedi ancak dalga geçmeyi bir türlü bırakmıyordu. ''Bu muhteşem ailenin huzurunu bozduğum için özür dilerim.''

Volkan önce Giray'a ölümcül bakışlar attı, ardından gözlerini yere çevirip sakinleşti. Kafasını tekrar kaldırdığında ondan beklemediğim bir hareketle bana doğru gelmeye başladı. Yanıma geldiğinde, ''Biz Lara'yla balkonda olacağız,'' dedi.

Giray sessizliğe bıçak gibi inen bir kahkaha atıp içimdeki gerginliği körükledi ve yerimde sıçradım. ''Ulan Volkan...'' dedi kahkahalarının arasından. ''Böylesine cesaretli davranman beni öyle duygulandırıyor ki. Keşke aynı cesareti abim sevgilinle yattığında da gösterseydin.''

Zaten gergin olan ipler koptu, ben daha ne tepki vereceğini tahmin etmeye çalışırken Volkan hiç düşünmeden hışımla Giray'ın üzerine atladı ve ona bir yumruk attı. Ellerimle ağzımı kapattığımda Metin yavaş adımlarla yanımda belirdi. Giray kendini savunmaya çalışsa da bir saat önceki halinden eser yoktu, elini bile kaldıramadı ve Volkan bunu fırsat olarak görüp bir yumruk daha attığında Giray sandalyeden düştü.

Metin'e dönüp, ''Bir şey yapsana!'' desem de sadece elleri ceplerinde, olanları izliyordu. ''Metin?''

Bana bakmadan, ''Hak etmediğini düşündüğünü söyleme,'' diye cevap verdi sakince. Ona hayret dolu bir bakış atsam da neler olduğunu görmek için bakışlarımı tekrar onlara çevirdim. Volkan, yerde yatan Giray'ın başında dikilirken ona ondan iğrendiğini net bir şekilde belli eden bakışlar atıyordu.

Giray, ağzı dolu bir şekilde ''Orospu çocuğu,'' diye mırıldansa da gözlerini açıp Volkan'a baktığında komik bir şey olmuş gibi gülmeye başladı. Ağzını açtığı anda kıpkırmızı olmuş dişleri ortaya çıktı ve kanlar yanaklarına akmaya başladı.

Volkan yumruklarını sıktığında bir daha vuracağını sansam da arkasına dönmeden atölyeden çıktı ve koridorda kayboldu.

Metin'le yan yana durmuş Giray'a bakıyorken, ''O iyi değil,'' diye fısıldadım.

''Yeni mi anladın?'' Bakışlarım ağır ağır Metin'e kayarken, geldiğinden beri yüzüne hiç bakmamış olduğunu fark ettim. Yanağında etrafı morarmış bir kesik yarası vardı, üstelik küçük bir şey de değildi. Bedenimi tamamen ona döndürdüğümde istemsizce elimi yanağına götürdüğüm anda kendini geri çekti.

Ne yapmaya çalıştığımı anladı ancak yine de bunu garip buldu. Havada kalan elimi indirirken, ''Ne oldu?'' diye sordum. Soruma cevap vermek yerine bana boş bakışlarla karşılık verdi.

Bülent odaya girdiğinde bize bakıp, ''Volkan aniden evden çıktı,'' dedi. Metin yavaşça ona doğru döndü. ''Neler oluyor?''

Metin gözleriyle Giray'ı işaret ettiğinde Bülent onun yattığı yere doğru kafasını çevirdi. Önce gözleri büyüse de daha sonra olanları tahmin etmişçesine, ''Uyuşturucu kullanmış, değil mi?''

''Öyle görünüyor,'' dedi Metin sakin bir tavırla uyumakta olan kardeşine bakarak. ''Neyse ki onunla karşılaşır karşılaşmaz beni aradın,'' dedi kardeşine doğru yaklaşırken. ''Onu eve götüreceğim.''

Bülent de Metin'in yanına gelip Giray'ın başında dikilirken, ''Bu gece burada kalsın,'' dedi. ''Bu yaramaz velet için yol çektiğine değmez. Sabah yüzünü eğer ve tıpış tıpış evinin yolunu bulur.''

Metin Bülent'in söylediğini bir süre kafasında tartarcasına sessiz kalsa da, ''Onu burada sizinle bırakmam,'' dedi.

Bülent aynı kararlılıkla ona bakıp, ''Sen de kalırsın,'' dedi ve omzunu sıvazladı. ''Bir nefes al be oğlum, siktir et bu aptalı,'' derken sesinde bir acıma tınısı vardı.

Metin, sırtı bana dönük olsa da kafasını iki yana sallayarak, ''Kalamam,'' dedi. ''İşlerim var.''

Bülent derin bir iç çekip, ''Volkan bu gece eve gelmez. Beni dinle,'' dedi ve Metin'i ikna etmeye çalıştı. ''İnat etme, bu gece kalın. Hem Canan'ın da aklı sizde kalmaz, uyuyamadı bir türlü zaten.''

Metin bir süre daha sessiz kaldı. Bülent'e bir cevap vermeden Giray'ın üzerine eğilip kolunda tuttu ve aynı şekilde Bülent de onu takip etti. İkisi de Giray'ın kollarından tutup onu kaldırırken Giray bir şeyler mırıldandı. Ben de donup kaldığım yerden ayrılırken onları takip ettim ve yavaş adımlarla üst kata çıkmaya başladık.

''Lara...'' Giray'ın mırıldandığı kelimelerden seçilebilecek kadar net olan tek kelime buydu ve arkalarında yürürken yüzümün kızardığını görmedikleri için şükretmiştim. ''Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim...'' Kelimeleri ağzında öyle yuvarlıyordu ki aynı şeyleri tekrarlamasına rağmen her söylediği birbirinden farklı çıkıyordu.

Depo olarak kullandıkları odaya girdiğimizde şaşırmıştım çünkü son gördüğümde burada bir yatak yoktu. Hoş, Giray şu an bir yatağı bile hak etmiyordu... Yine de Canan depoyu düzenlediğinden beri yeni halini hiç görmemiştim. Camın önüne konulmuş olan büyük kanepeye Giray'ı yatırdıklarında ay ışığının aydınlattığı odanın oldukça ferahlamış olduğunu fark ettim.

''Pekala,'' dedi Bülent yatırdıkları Giray'a bakarak. ''Dediklerimi bir düşün, burası senin de evin. Lara'nın kaldığı odada kalabilirsin, o da sorun olmazsa Volkan'ın yatağında yatar.'' Yüzüm aniden gerilirken ikisi de bana döndü. Varlığım o kadar silikti ki bir hayalet gibi etraflarında dolaştığımı sanıyordum. Belki Metin için gerçekten de öyleydim, bilmiyordum.

Benden bir cevap beklediğini anladığımda Bülent'e bakıp, ''Ben...'' dedim ancak Metin'in beni inceleyen gözleri öyle dikkatliydi ki doğru kelimeleri bir türlü bulamadım. ''Fark etmez,'' dediğimde Giray bir şeyler mırıldandı ancak kimse onu umursamadı.

Bülent anlayışıma teşekkür edercesine gülümsedi ve Metin'e dönüp, ''Şimdi Canan'a bakmam gerekiyor,'' dedi ve elini omzuna koyup, Metin'e veda etti. O da başını bir kere salladığında Bülent yanımdan geçerek odadan çıktı.

Metin bakışlarını kardeşine indirdiğinde yüz ifadesini benden gizledi. Neler hissettiğini keşke bilebilseydim diye düşündüğüm süre boyunca tahminlerde bulundum ancak hiçbiri bir kanıta dayanmıyordu. Metin geri çekildi, geriye doğru birkaç adım attı ve arkasını dönüp odadan çıktı.

Merdivenden hızlı adımlarla indiğini duyduğumda ben de odadan çıkıp onu takip ettim. Atölyeye girdiğini gördüğümde adımlarım yavaşlasa da ben de arkasından gittim. Şövalenin üzerinde duran ceketini alıp üzerine geçirdi ve ceplerini kontrol ederken tekrardan resmimi inceledi.

Gitmemesini sağlamak, ona duyduklarının gerçek yüzünü anlatmak için her ağzımı açışımda susuyor, gitmesini isteyen tarafıma yenik düşüyordum. En sonunda cebinden arabasının anahtarını çıkardı ve arkasına döndü ancak benim kapı pervazında dikildiğimi gördüğünde duraksadı.

O an acele etmem gerektiğini düşünüp aklıma ilk gelen şeyi söyleyiverdim. ''O resmi ben yaptım,'' derken ellerimi arkamda birleştirmiş, annesinden övgü almaya çalışan küçük bir çocuk gibi olduğum yerde dikilmeye devam ediyordum. Metin'in kaşları çatıldı ve bu söylediğimi neden söylediğimi anlamaya çalışır gibi bir ifadeyle bana baktı.

Daha sonra tekrar resme döndü ve incelemeye başladı ancak bu çok kısa sürdü. Tekrar bana döndüğünde yüzünde umursamadığını belli eden bir ifade görmemle neredeyse hayal kırıklığına uğramıştım. Yine de gardımı indirmedim ve ''Bir şey söylemeyecek misin?'' diye sordum.

Metin bıkkın bir şekilde nefes verdi ve yüzünü yere eğerken, ''Akıllısı beni bulmaz ki,'' diye mırıldandı. Bu söylediği beni her ne kadar sinirlendirse de tepki vermedim ve duymazlıktan geldim. Kafasını tekrar kaldırdığında, ''Ne söylemeye çalışıyorsun?'' diye sordu. Bu, onun dilinde ''Sadede gel'' demenin kibar yoluydu.

Ona doğru bir adım atarken, ''Bir hafta geçti,'' dedim. ''Hiçbir şey öğrenemedin mi?''

Kaşları alayla kalkarken kafasını eğip, ''Pardon, patron,'' diye dalga geçti. ''En yakın zamanda sizi memnun edeceğim.'' Ona sinirlenip yüzümü başka tarafa çevirsem de hiçbir şey söylemedim.

Tekrar cebine ulaşıp sigara paketini açmaya yeltendiğinde, ''Hey,'' dedim onu durdurmak istercesine. Yine de bu dediğimi dinlemeden sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdiğinde, ''Burada sigara içemezsin. Hemen şurada balkon var.''

''Bir haftada dilin çok uzamış,'' dedi bana doğru yaklaşırken. ''Ayrıca bu evde büyüyen benim, sen değilsin,'' derken yanımdan geçip mutfağa doğru ilerledi. Yavaş adımlarla tekrar onu takip etmeye koyulduğumda ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Balkona çıktığımızda sigarasını yakıp masanın etrafındaki sandalyelerden birine yerleşti. Onun yanındaki sandalyelerden birine oturup, ''Metin,'' dediğimde yüzünü kaldırmadı. ''Giray her şeyi yanlış anladı, biliyorsun değil mi?''

Sigarasından bir duman çekip, yavaş hareketlerle onu havaya üfledi ve bana dönüp, ''Bunu bana neden söylüyorsun?'' diye sordu. Bir an afallasam da ona söyleyeceğim her şeyi aklımda çoktan süzmüştüm.

''Çünkü...'' Bana sabitlediği bakışları gerilmeme sebep olurken yutkundum. ''Çünkü bu kötü bir şey, benim hakkımda yanlış bir yargıya varmanı istemem. Sen orada benim için...'' dedim ve gözlerim kısa bir anlığına yüzündeki yaraya daldıktan sonra, ''Bizim için canını tehlikeye atıyorsun.'' diye düzelttim. ''Daha sonra ise duyduğun şey beni güvende olmam için bıraktığın bu evde benim...''

''Lara,'' diyerek lafımı böldü ve masanın dirseklerini dizine dayayıp bana masaya doğru eğildi ve bakışlarını yüzümden çekti. ''Kiminle öpüştüğün umurumda değil.'' Söylediği ona kendimi açıklama isteğimi yerle bir etse de beni durdurmadı.

''Umurunda olmadığını biliyorum, kendi içimi rahatlatmak için söylüyorum,'' dedim dürüstçe.

''Neden bana doğruları anlattığında için rahatlayacakmış ki?'' Ona dümdüz bir ifadeyle baktım. O beni ay ışığından dolayı net görebilse de onun yüzü karanlıkta kalıyordu.

''Haklısın,'' dedim en sonunda ve oturduğum yerde arkama yaslandım. ''Bir an beni dinlemek isteyeceğini düşünmek gibi bir aptallık yaptım, o kadar.'' Bu sefer bakışlarını yere indiren bendim.

Derin bir nefes alıp oturduğu yerde o da doğrulurken, ''Bak, Lara,'' dedi. ''Bütün bunlar bana çok çocukça geliyor.'' Ona cevap vermesem de kafam eğik bir şekilde dururken kafamı salladım. ''Mesela şu an takındığın tavır gibi,'' dediğinde aniden yüzümü ona kaldırdım.

''Ne tavrı?'' Sadece onun beni dinlemeyeceğini bile bile açıklama yapma girişiminde bulunduğum için kendime kızmıştım.

Kafasını ''boş ver'' dercesine iki yana sallayıp tekrar önüne döndü. Bu eve geldiği andan beri onda bir terslik olduğunu görebiliyordum ancak bir türlü çözemiyordum. O da konuşmadıkça içimdeki merak da, endişe de daha da büyüyordu. ''Metin,'' dedim ona doğru eğilirken, ''Gerçekten çok yorgun gözüküyorsun, neler oldu?''

Sessizliği o kadar uzun sürdü ki masada duran telefonundan gelen mesaj sesi neredeyse irkilmeme neden olacaktı. Gözüm bir anlığına aydınlık olan ekrana kaysa da bakışlarımı hemen çevirdim. Konuşmayacağını anladığımda gerçekten kafasının çok yoğun olduğuna kanaat getirip, bana bakmasa bile yavaşça başımı salladım.

Onu yalnız bırakmam gerektiğini anladığımda ayaklanacaktım ki dizime dokunup bunu engelledi. Yaptığına karşılık şaşırsam da tekrar yerime oturdum ve bir şey söylemesini beklerken sessiz kaldım. Kafasını bana doğru kaldırıp ağzını açtığı anda telefonu çalmaya başladı.

Bu sefer bakışlarımı hızla ekrana çevirdim. İdil.

O an kalp atışlarım hızlansa da bunu yüzüme yansıtmamaya çalışarak, umursamazca bir tavır takındım ve Metin'e geri döndüm. Dikkatle tepkimi inceliyordu. Bir süre garip bir şekilde birbirimize baktığımızda yükselen kalp atışlarım, telefon sustuğunda kulağıma dolan tek sesti. Aradan birkaç saniye geçmişti ki telefon tekrar çalmaya başladı. Bu sefer kendimi tutamayıp, ''Açmayacak mısın?'' diye sordum.

Bakışlarını üzerimden çekmeden telefona uzandı ve kulağına götürdü. Yanımdan kalkmadı, sesi kısmadı ve duyabileceğimi bile bile umursamadan yanımda oturmaya devam etti.

''Neden açmıyorsun?'' Metin yavaşça göz kapaklarını ovaladı. ''Seni ne kadar merak ettim haberin var mı? Bilerek yapıyorsun, değil mi?''

Metin kadının aksine sakin bir tavırla, ''Neyi?'' diye sorsa da dalga geçmek için modunda olmadığının farkına varmışçasına, ''İdil, İdil, İdil...'' dedi. ''Ne zaman bu tavırlarından vaz geçeceksin?''

Burada olmamam gerektiğini hissediyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça sandalyemden tekrar kalkmaya çalıştığımda Metin, tekrar eliyle beni engelledi ve gözlerini gözlerime tehditkar bir şekilde kenetledi. Kadının yükselen ses tonu ikimizin de kulağına ulaşmamıştı. Metin elini bacağımdan çekmedi.

''Geliyorsun, benimle yatıyorsun ve tek bir şey söylemeden def olup gidiyorsun.'' Metin tekrardan gözlerini kapattı. ''Eskiden benimle konuşurdun, bana anlatırdın. Şimdi... Şimdi yüzündeki yarayı bile açıklamaktan acizsin. Ne oldu Metin? Ne değişti?''

Biraz kendimi zorladığımda, konuştuğu kadının ses tonunu nereden bildiğimi çıkarttım ve oturduğum yerde dikleştim. Bu kadın, telefonda Metin'i arayıp, ''Bebeğimizi kaybettik!'' diyen kadınla aynı kişiydi.

Kadın bir şeyler söyledi ancak sesi duyamayacağım kadar kısık gelmişti. ''Değil mi? Cevap ver! Bebeğimi kaybettikten sonra senin için değerimi kaybettim, değil mi?'' dedi kadın düşüncelerimi onaylarcasına. Bebeğimi... Bu sefer çoğul konuşmaması dikkatimi çekmişti.

''Kapatmam gerekiyor.'' Metin, kadının onca söylediğine karşın bu cevabı verdiğinde önce küfürler yiyeceğini sandım ancak karşı taraftaki ses kesildi. Telefonu kapattığından emin olmak için Metin cihazı kulağından uzaklaştırıp, ekranına baktı ve masaya atarcasına geri koydu.

Sakin kalmaya çalışarak, ''Bu yaptığın... Çok acımasızca,'' diye onu kınadım. Metin yavaşça kafasını bana doğru çevirse de hiçbir şey söylemedi. Sadece sessizce yüzüme bakmaya devam etti. Kaşlarımı çatıp, ''Bu hal ve tavırların hoşuma gitmiyor,'' diye itiraf ettim.

Gülümsemesi yavaşça yüzünde yayıldı. Kafası sandalyeye yaslı bir şekilde dururken ay ışığı bu sefer onun da yüzünü aydınlatıyordu. Göz altları göründüğü gibi mosmor muydu, yoksa ışığın bir illüzyonu muydu anlamak için yüzüne eğildim.

''Ne zamandır uyumuyorsun?'' Ona yakınlaştığımda belli belirsiz burnuma dolan alkol kokusunu almamla geri çekildim.

''Uzun zamandır,'' diye cevap verdi pişkin pişkin gülümsemeye devam ederken. Sanki insanların onun için endişelenmesi ona zevk veriyor, komik geliyordu.

Kaşlarım öfkeyle çatılırken, ''Sen kafayı mı yedin?'' diye sordum. ''Bir de bu bünyeye alkol sokmaya çalışıyorsun.''

Gözlerine bir ışık yansıması vurup kaybolduğunda, birkaç saniyeliğine de olsa kehribarların kan çanağı haline gelmiş olduğunu görmüştüm. Daha fazla onunla konuşmaya çalışmamın hiçbir işe yaramayacağını anladığımda yayıldığı sandalyeden onu kaldırmak için ayaklanıp, kolunun altından tutmaya çalıştım.

''Ne yapıyorsun?'' diye çıkışsa da en ufak bir hareketlilik göstermiyordu ve kolu bile yerinden kıpırdatamayacağım kadar ağırdı.

''Kalkar mısın lütfen?'' Suratıma öyle boş bir ifadeyle bakıyordu ki birazdan pes edecek, onu orada bırakacak ve gidecektim. Kolunu bir kez daha çekiştirdiğimde ondan o an asla beklemediğim ani bir hareketle o beni çekti ve dengemi kaybedip üzerine düşmekten son anda kurtuldum. Yine de, yapmak istediğini yaptı ve kendimi kucağında otururken buldum.

Kalkamam için beni çekiştirdiği kolumdan elini çekmedi. ''Sana bir sorum var,'' dedi gözlerimin içine bakarak. ''Bana ya tamamen dürüst olursun ya da tam şu an... Bu ev, bu balkon, son bulunduğun yer olur.''

Gözlerim korkuyla büyürken ona ne cevap vereceğimi bilemedim. Fısıltıyla, ''Ne?'' diye sorsam da ne dediğini gayet iyi duymuştum. Bunca zamandır, baygın gibi ruhsuz bir şekilde suratıma baktığı bunca dakika beni öldürüp öldürmeyeceğini mi düşünüyordu?

''Kerem'le bağın ne?'' Dengemi sağlamak için tutunduğum omzundaki elime kayan bakışlarım bir süre orada kaldı. Kalkmamam için kolumda tuttuğu elini doğrulup, beline doğru götürdü ve silahı gün yüzüne çıkardı.

"Metin..." Ona ne demem gerektiğini bilmiyordum. Silahı masaya bıraktı ve bir elini belime, diğer elini bacağıma koydu.

"Seni dinliyorum," dedi aynı donuk ifadesiyle. Dehşetle parlayan gözlerimin içine bakan gözlerinde gördüğüm güvensizlik, beni hayrete düşürmüştü. Ne duymuş, ne öğrenmişti de bana bunu sorarak beni test etmeye çalışıyordu?

Göğsüm korkuyla inip kalkıyordu. Aldığım her nefes ciğerlerimi yakıyor, bana olan bakışları içimdeki adrenalini bir çığ gibi büyütüyordu.

"Bana neden güvenmiyorsun?" Ona söyleyebileceğim başka hiçbir şey yoktu çünkü istediği cevaplar, yalanlar ve ihanet bende değildi.

Gözlerimin arasında gidip gelirken, "Bu bir cevap değil," dedi. Kafamı iki yana salladım.

"Değil çünkü sana verebileceğim bir cevabım yok. Onu tanımıyorum, onunla hiçbir bağım yok," dedim dürüst olduğumu anlaması için içimden yalvarırken. "Sana güven vermeyecek ne yaptım?"

Kuşku dolu bir ifadeyle yüzümü süzdü. "İlla bir şey yapmana gerek yok," dedi ve masaya eğildi. Kalp atışlarım öyle hızlandı ki elimi masaya uzanan elinin üstüne koydum ve "Metin, lütfen mantıklı düşün," dedim.

"Sakin ol," dedi elini elimden kurtarırken. "Bu sadece bir telefon." Gözlerimi eline indirdiğimde içimde bir rahatlama hissetsem de silah da en az telefon kadar yakınında duruyor, kafesteymişçesine boğuluyordum. Belki bağırsam beni duyabilirlerdi ancak herkes buraya gelene kadar ben çoktan vurulmuş olurdum, bu yüzden bu düşünceyi kafamdan çıkardım.

"Bak," dedi telefonunun ekranını bana doğrulttuğunda. Gösterdiği fotoğrafa dikkatlice baktım. Burası, atölyenin sokağıydı ancak onun dışında göze çarpan hiçbir şey yoktu. Metin'e baktım. Dikkatle beni inceliyordu ancak hiçbir tepki verememiştim. Tekrar fotoğrafa baktığımda karşı binaya park edilmiş bir arabanın arkasında sigara içen bir adam gözüme çarptı.

Fötr şapkası yüzünü kapamaya yetmemişti ve direkt olarak atölyenin girişine bakıyordu. Gözlerimi kısarak fotoğrafa daha da eğildiğimde, Metin fotoğrafı geçip başka bir fotoğraf açtı. Sonra bir daha, bir daha ve böyle birkaç tane fotoğraf gösterdi. Hepsinde de o adamın Kerem olduğu oldukça belliydi.

Tekrar aynı kararlılıkla, ''Yemin ederim bu olayla hiçbir alakam yok,'' dedim. Gözlerim telefonun ekranındaki Kerem ve bana bir dakika daha yaşayıp yaşamayacağımın garantisini veremeyen Metin arasında gidip gelirken, ''Metin,'' diye acıyla adeta inledim. ''Bana inanmalısın. Burayı nasıl buldu, hiçbir fikrim yok.''

Metin telefonun ekranını kapatıp, gözlerini gözlerimden çekmeden tekrar masaya eğildi. ''Hiç dışarı çıktın mı?''

''Hayır,'' dedim ancak hemen ardından hatamı anlayıp, ''Bir kere... Sadece bir kere Canan'la markete gittik.''

Yavaş hareketlerle yüzümü incelemeye devam etti. ''Neden bu kadar ürkek davranıyorsun?'' diye sorduğunda dalga geçtiğini düşündüm. ''Ölümden korkmadığını söylemiştin.''

Bakışlarım ağırlaşırken, ''Korkmuyorum,'' diyerek onu da, kendimi de ikna etmeye çalıştım. ''Ancak kimse haksız yere öldürülmek istemez.''

''Ah,'' dedi kafasını yavaşça sallarken anladığını belli ederek. ''Hak ederek öldürülmek diye bir şey var yani, öyle mi?''

Tekrar ağzını açsana konuşmasına izin vermeyip, ''Ne saçmalıyorsun bilmiyorum ama uykusuzsun, alkollüsün ve...'', az önce gördüğüm fotoğrafları gözümün önüne getirmeye çalıştım, ''Fotoğraflar hiç mantıklı görünmüyor, farkındayım. Fakat sen de çok iyi biliyorsun ki bununla hiçbir alakam olamaz.''

''Çok iyi biliyorum...'' diye tekrarladı. ''Neyi çok iyi biliyorum, Lara?'' Ona şaşkın bakışlarla karşılık vermekten başka bir şey yapamadım. ''Seni mi?''

Ona üstü kapalı bir şekilde pek çok farklı yolla cümle kurabilir, sorusunu geçiştirebilirdim ancak bunu yapmadım. ''Metin, rol yapmana gerek yok. Beni tanıdığını biliyorum.'' Beni de, geçmişimi de, geleceğimi de benden daha iyi bildiğini, kendi hayatım söz konusuyken bile benden bir adım önde olduğunu biliyorum.

Gözlerimi, yüzümü, tepkilerimi büyük bir dikkatle incelese de hakkımda neler düşündüğünü anlayamıyordum. Nefesimi tuttuğum kısa bir sessizliğin ardından, ''O zaman neden sana güvenmiyorum?'' dedi ve karnımın alt tarafında bir baskı hissettim. Bakışlarımı aşağıya indirmeye koksam da başım benden istemsiz bir şekilde yere doğru eğildi. Elinde tuttuğu silahı gördüğüm anda başım dönmeye başladığında kafamı tekrar yavaş hareketle kaldırdım ama bu sefer dimdik, dümdüz bir şekilde ileriye baktım.

Ağaçlar bütün bahçeyi gizliyordu. Öyle olmasaydı bile önümüzde saklı kalan cadde, zayıf bir sokak lambasından bile yoksun bir halde gecenin zifiri karanlığına gömülmüştü. Metin'in hala bana baktığını görsem de ona bakamıyordum.

İçimde ne bir ağlama hissiyatı ne de bir korku vardı. Belki de bunun nedeni onun bunu yapmayacağına içten içten inanıyor oluşumdu.

Belki de ona da, kendime de inkar ettiğim bunca zaman ona güvenmiştim. Beni öldürmeyeceğine, bana zarar vermeyeceğine ve bütün kararlarını beni korumak için verdiğine inanmıştım.

Burada kaldığım ilk gece bir rüya görmüştüm ancak bu ana gelene kadar o rüyayı hiç anımsamamıştım. Tek bildiğim sabah uyandığımda içimde hissettiğim acı ve göz yaşlarımla ıslanmış yüzümdü.

Annemle yaşadığım evdeydik. Ben Metin'in karşısına geçmiş ona bağırarak bir şeyler anlatmaya çalışıyor, annem kanepede oturmuş bizi izliyor ve Metin ise bana bomboş bir ifadeyle bakıyordu. Ona haykırarak bir şeyleri kanıtlamaya, bir şeylere ikna etmeye çalışıyordum ancak nafileydi.

Tıpkı şu an hissettiğim çaresizliği yaşamıştım ve sabah uyandığımda bile o hissiyattan kurtulamamıştım.

Dudaklarım kıpırdasa da ona hiçbir şey söyleyemiyordum. Kendimi savunamıyordum çünkü bu durum bana çok yabancı geliyordu. ''Sana ihanet etmedim,'' dedim çok kısık bir ses tonuyla. Beni duymuş muydu, içime mi konuşmuştum emin bile değildim.

''Peki neden bana bunu kanıtlamıyorsun?'' Gülümsedim. Sanırım bu durumun trajikomik oluşuna daha farklı bir tepki veremezdim. Hala ona bakamıyordum. Rüzgar hafifçe estiğinde ağaçlar birbirleriyle fısıldaştı.

Kafamı belli belirsiz sallayarak, ''Kanıtlayabileceğim hiçbir şey yok,'' dedim zar zor duyulan bir ses tonuyla. ''Hiçbir şey.''

Çalılardan belli belirsiz sesler geliyor, rüzgarın uğultusu kalp atışlarımın önüne geçiyordu. Metin yavaşça baktığım tarafa bakarken, ''Bu durumda sana güvenmem için de hiçbir sebep yok,'' dedi ancak ses tonu git gide alçaldı.

İkimiz de aynı yere baksak da ben hiçbir şey göremiyordum. Bir an gözlüğüme ihtiyaç duyar gibi oldum ancak bu düşüncem beni acınası hissettirdi. Şu an son ihtiyacım olan şey görmekti.

Artık görebileceğim hiçbir şey kalmamıştı.

Ben ona dönerken Metin, ''Lara,'' dediği anda nefesim kesildi. Bütün vücudum uyuşurken Metin kafasını yavaşça bana döndürdü ve bütün zaman orada, ikimizin birbirine dönüp gözlerimizin kenetlendiği anda durdu.

Bundan sonraki her şey yavaşça çekimde ilerledi. Metin önce bana, sonra ağaçlara baktı ve elindeki silaha oraya doğrulttu ancak oturduğu yerden doğru düzgün nişan alamadığı için sadece bir kez ateş açtı.

Beni sıkıca tutsa da artık onu hissetmiyordum. Tek bildiğim bütün o uyuşukluğumun giderek azaldığı ve sadece birkaç saniye sonrasında karnımdaki acının bütün bedenime yayıldığıydı.

Bana geri döndüğünde ilk kez, yüzüne hiç de yakıştıramadığım telaş ifadesiyle tanıştım ve bütün bilinci yerine geldi. ''Lara.'' Konuşuyor, beni sarsıyor ve bulanıklaşan görüntüsü giderek daha da dehşet ifadesine bürünüyordu.

Elimi istemsizce karnıma götürdüğümde sıcak bir sıvıya dokunduğumda hissettim. Üzerimdeki ıslanmış tişörtün kumaşına asla dokunamıyordum. Üzerimde bir şey var mıydı?

Elimi yüzüme doğru kaldırdığımda, karanlıkta kalan elimin üzerinde simsiyah bir sıvı gördüm.

Artık her şey normal hızına dönmüştü; Metin'in hareketleri hariç. Elindeki silahı fırlatırcasına masanın üzerine bıraktı ve dizlerimin altından tutup beni kucağına alarak ayağa kalktı. Hışımla arkasına dönüp kapıdan çıktı ve hızlı adımlarla beni içeriye soktu.

''Dayan, Lara,'' dedi beni atölyeye götürürken. Anlamıyordum. Önce beni vurup, sonra beni kurtarmaya mı çalışıyordu? İçimde büyüyen tarifi bile olmayan acı, merkezi olan karnımdan sanki dalgalar halinde yayılıyor ve her biri zihnimin kıyısına çarptığında nefes almama bile engel oluyordu.

Yere otururken yavaşça beni de kucağına yatırdı ve cebinden olabildiğine hızlı hareketlerle telefonu çıkardı. Ona bir şeyler söylemek için her ağzımı açışımda sadece acıyla dolu bir inilti çıkarıyordum. ''Alo? Ömer, hemen sana atacağım adrese gel,'' dedi ses tonuna hakim olamayarak. ''Tek bir saniye bile kaybetme!''

Telefonu kapatıp hızlıca bir şeylere tıklarken gözlerimi ondan ayırmıyordum. Midem bulanıyor, bakışlarım giderek odağını kaybediyor ve bilincim giderek benden uzaklaşıyordu.

''Lara, bana bak,'' dedi Metin eliyle kafamdan tutarak bana destek olmaya çalışırcasına. ''Gözlerini benden ayırma, tamam mı?''

İstesem de başka bir yere bakamazdım. Tavanda asılı duran antika avizenin ışıkları her gözüme çarptığında yoğun bir baş ağrısı bedenime bıçak gibi saplanıyordu.

Baygın gözlerimi gözlerinden çekmeden, ''Beni vurdun,'' diye fısıldadım zar zor bir şekilde. Bana hayretle baksa da başka bir şey söyleyip söylemeyeceğimi beklercesine sustu.

''Seni vurmadım, Lara, sikeyim!'' Başını kaldırıp etrafına telaşla bakındı. ''Görmedin mi? Seni vuran ben değildim!''

Ne kadar ona inanmak istesem de bana oynadığı oyunlardan biri olduğunu anlamak için onu yeterince tanımıştım. Elimi tekrar karnıma götürmek için yavaşça kaldırsam da bileğimden tutup oraya dokunmama izin vermedi.

Gözlerim yarı acı, yarı hayal kırıklığıyla dolmuş bir halde onun gözlerinin içine baktım. ''Sana güveniyordum.'' Yüzü darmadağın olmuştu. Şokta gibiydi ancak bunun onu durdurmasına izin vermiyordu. Telaşlı mıydı? Hayır, hayır... Bu çok daha yoğun, çok daha farklı bir duyguydu ve ona hiç yakışmıyordu.

Korkuyordu.

''Biliyorum,'' diye fısıldadı saçımı okşarken. ''Ben de sana güveniyorum.''

Bu söylediğine her ne kadar gülmeye çalışsam da karnımdaki acı varlığına öyle bir hatırlattı ki adeta haykırdım. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında ağlamak acı veriyor, çektiğim acı daha da ağlamama neden oluyordu ve bu şekilde sonsuz bir döngüye girdiğimi hissediyordum.

''Güvenmiyorsun!'' diye çığlık attım göz yaşlarımın arasından. ''Beni vurdun! Neden? Neden?'' İnleyerek nefes almaya çalışsam da boğuluyor gibiydim. Metin'in kucağında acıyla kıvranırken ''Bana neden inanmadın?'' diye bağırdım tekrardan.

''Lara!'' Beni kollarımdan sıkıca tutarak kendine bastırmaya çalışsa da canımın daha fazla yanmaması için müdahale etmeye çekiniyordu. ''Seni ben vurmadım! Kafam çok karışmıştı evet ama seni vuracak kadar değil!'' Hıçkırıklarımın arasından ona belli belirsiz bir şeyler söyleyerek kafamı iki yana salladım.

Ağlamamın şiddeti çektiğim acıyı katlarken durmak için kendimi zorlasam da yapamadım. Derin nefesler alıyor, bilincimi açık tutmaya çalışıyordum ancak nafileydi. Metin yüzümü ellerinin arasına alıp bana bir şeyler söyledi ancak kulaklarımda yankılanan sesi gidip geldi.

Bu atölyede öleceğim gerçeği geçen her saniyede daha da beynimde yer ediniyordu.

''Biz bir yola çıktık.'' Nefesimi kontrol edemediğim bir noktaya gelmiştim. ''Sana gerçekleri getireceğime dair söz verdim.'' Bakışlarım onu bulduğunda kararlı bir şekilde konuşmaya devam ediyordu. ''Anlaşmamızdan cayamazsın.''

Göz kapaklarım ağırlaştıkça kalp atışlarım da yavaşlıyordu. Acı giderek yok mu oluyordu?

''Lara!'' dedi elleri arasındaki yüzümü sarsarken. ''Bana bak!'' Ona baksam da gözlerim onu görmüyordu. Odağımı giderek kaybediyor, kehribarları artık seçemiyordum. Yüzümü kaldırıp boynuna götürdü ve bana hissedebildiğim kadar sıkı bir şekilde sarıldı.

Orada, kokusunun burnuma dolduğu boyun girintisinde gözlerimi kapattım. Yine de boğuk da olsa sesi kulaklarımdaydı. ''Öğrendiğim bir gerçeği duymak ister misin?'' Kalbimde ufak da olsa bir çarpıntı hissettim ancak bu beni tekrar hayata döndürmeye yeterli olmadı.

Yüzümü boynundan uzaklaştırırken beni kendine olabildiğince yakın tuttu. Bir gözyaşı gözlerimden kopup saç diplerime doğru kayboldu. ''Sana neden güvenemediğimi söylememi ister misin?''

Ona bir cevap vermek istedim ancak tek yapabildiğim göz kapaklarımı indirip açmak oldu. Eliyle yüzümü okşarken ''O gün o adamın orada olduğunu haber verdiklerinde onu takip etmelerini söyledim.'' Merak, hissettiğim son şey olsa da bir yerlerde varlığını belli ediyordu. ''Bana bir malikanenin adresini verdiklerinde İstanbul'daydım. Oraya vardım, gizlice o malikanenin etrafında dolandım ancak kimse evden çıkmadı.''

Acı tekrar varlığını hissettirdiğinde hırıltılı bir nefes aldım. ''Gitmek üzereyken malikanenin girişinde durdum. Oraya özel bir posta kutusu vardı. Onu kırdım ve içinin boş olduğunu görmemle öfkeyle duvara bir yumruk attım.''

Güç bela elimi kaldırıp, yüzümdeki eline dokunduğumda eklem yerlerinde kabukları hissettim. Bunca zaman nasıl farkına varmamıştım? ''Kanımın bulaştığı duvara bakarken, hiç ummadığım bir şeyle karşılaştım. O orospu çocuğunun ismiyle.'' Elinin üzerindeki elim yavaşça yere düştü. ''Kerem Akyüz.''

İçimde gerçek anlamda bir yangın başladı. Ateş bütün bedenimi ele geçirdi ve göz kapaklarım istemsizce kapandı.

''Lara,'' dedi Metin giderek yok olan sesiyle. ''Soyadlarınız aynıydı.''

Yattığım yer kan gölüydü, bütün geçmişim ve gerçeklerim o renge büründü. Metin yok oldu, atölyenin üzerine sis çöktü ve koskoca hayatım tarihe gömüldü.