Bir annenin doğum esnasında attığı çığlıklar, doğurmak üzere olduğu katilin kurbanlarının bedenlerinde yer bulacağından bihaberdi. Sene bin dokuz yüz doksan iki, aylardan ekimdi. Kadın çocuğunu kucağına aldığında saniyeler öncesinde hissettiği o ölümcül acı, yerini tarif edilemez bir mutluluğa bırakmıştı. Gözlerinden damlayan son yaş, o kutsal bedeninin içinden çıkan yeni bir insanı karşıladı. Çocuğun annesinin yumuşak teninden sonra o saf bedenine değen tek şey, annesinden kopan bir damla gözyaşıydı. Kadın burnunu, henüz gözlerini açamayan ve ona ninni gibi gelen çığlıklarıyla odayı dolduran oğlunun burnuna dayadı.

''Metin,'' dedi nefesini çocuğuna verip adının ilk kez küçük kulaklarında yankılanmasına neden olurken.

Çocuk büyüdü, annesi öldü. Çocuk büyüdü, insanlar öldü.

Kelimeler bazen bizimle oyun oynar. Bize, kendilerinin dilimizin altında olduğunu hissettirirler ama dudaklarımız aralandığı anda saklanırlar. Dil tutulması bu anlama gelir ve dudaklardan çıkabilecek her bir alaycı kelimeden daha acı vericidir çünkü kontrol artık sizde değildir. Bana da bu olmuştu. Bütün o yabancı olduğum insanların karşısında dilim tutulmuş, bayılacak gibi hissetmiştim. Hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp gitmiş, kaldığım odaya çıkmıştım. Kapıyı kilitlemiş, kıyafetlerimi fırlatırcasına üzerimden çıkarmış ve iç çamaşırlarımla yatağa girmiştim. Düşünmek istemiyordum. Hissetmek istemiyordum. Bütün bu isteklerime rağmen zihnim ve bedenimin ihanetiyle, yorganın altında bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarla gerçekleri yutmaya çalıştım.

Hava kararmaya başlamıştı ama gece benim üzerime örtülmüştü. Sessizlik ve karanlığın içime sinişini kabullenip gökyüzü oldum, ay oldum, yıldızlar oldum. Küçücük odadaki küçücük yatağa sığamaz oldum ve hıçkırıklarımı bastırmaya çalışmadan ağladım. Ağlamaktan nefret etmem, gözyaşlarımın bunu kabulleneceği anlamına gelmiyordu. Ben her çırpınışımda, her kurtulma çabamda daha da dibe batıyordum ve bu hayat bataklığında elimden tutup beni kurtaracak kimsem yoktu. Gerçekten acınası haldeydim de bunu bir tek ben mi göremiyordum? Gerçekten önemsiz miydi hayatım, az önce öğrendiğim gerçeklerden bir özet çıkaracak olduğumda?

''Lara.'' Giray'ın sesi kapının ardından boğuk bir şekilde geldiğinde ağlamamı susturmayı başarabilmiştim. Gözlerimi sımsıkı kapadım ve ses gelmeyince gideceğini umarak bekledim. Ben hala canavarlardan yorganın altına girip gözlerini sımsıkı kapayarak kurtulabileceğini sanan bir çocuktum. ''Biliyorum, özür dilemem hiçbir şeyi değiştirmez,'' dedi Giray kapıya daha da yaklaşarak. Onu duymak isteyen birinin olduğunu nereden çıkarmıştı?

''Siktir git,'' dedim onun duyabileceği bir sesle. Sessiz kaldı ama uzaklaşan adım seslerini duymadığım için gitmediğini biliyordum.

''Senin önemsiz biri olduğunu düşünmüyorum,'' dedi ses tonundan okunabilir bir pişmanlıkla. ''Duygu'yu korumak için yaptım. Ona zarar vereceğini biliyordum ve...''

''Onun yerine bana zarar vermesini seçtin,'' dedim yine bağırmadan ama duyulabilir bir sesle. ''Alkışlar senin Giray, şimdi gidebilirsin.'' Sessiz kaldı, duvara vurma sesi geldi ama emin olamadım.

''Senin daha güçlü biri olduğun gözlerinden belliydi,'' dedi en sonunda konuşabildiğinde. Gözlerime vurmayan bir kahkahayla ona karşılık verdim. Bu söylediğini geri almaya çalışmasını veya düzeltmesini bekledim ama hiçbir şey söylemedi. Gerçekten de söylediğinin arkasındaydı! Yalan söylediğini biliyordum. Gözlerim dibi görünmeyen derin bir kuyudan farksızdı ve içinde binlerce tiz çığlık atılmıştı. Doğduğumdan bu yana öldürdüğüm her benliğimin mezarı orada gizliydi. Kimse gözlerimden güçlü olduğum çıkarımını yapamazdı, aksine, bir harabe olduğumu düşünürdü. Giray'ın adım sesleri geldiğinde bir nebze de olsa rahatladım ve sessiz gözyaşları eşliğinde kendimi uyumaya zorladım.

Babam öldükten sonra onu görmek için her uykuya dalışımda sonuç hüsranla biterdi. Onu öldükten sonra rüyalarımda hiç görmedim, zihnimde bile yaşamıyordu artık. Bir fotoğraf vardı: Babam beni kucağına almış, kocaman gülümsemesiyle küçük kızına bakıyordu. O fotoğrafı koynuma alır, babama sarıldığımı düşünürdüm. Bir kağıt parçasına ne de büyük bir beklenti duyuyordum babamı zihnimde canlandırmasını umarak. Bu gece uykuya daldığımda yine babamı göremedim ama o fotoğrafı gördüm. Onu elimde tutarken fotoğrafın üzerine bir damla yaş damladı, fotoğraf o göz yaşıyla alev aldı ve küle döndü.

Yaralı ayağımın altının kaşınmasıyla uyandığımda pencereden odama dolan güneş ışığı, dün geceki zifiri karanlıkla alay edercesine her yere ışık yayıyordu. Aşağıda birileri düzenli aralıklarla bana sesleniyordu ama emin olamadığım için cevap da veremedim. Yorganı üzerimden atıp boynumu ovuşturarak doğrulmaya çalıştım. Biraz daha uyuyup uyumamak arasında kalmıştım ama netleşen sesler yaklaşınca kendimi yataktan kaldırdım. Birkaç saniye ne yapacağımı unutmuş gibi etrafıma bakındıktan sonra yerde fermuarı açık olan çantama yöneldim.

''Lara,'' dedi Metin kapının yakınından gelen sesiyle. Altıma giymek için siyah bir tayt çıkardım. ''Çıkmamız gerek,'' dedi emrivaki bir sesle. Ben taytı giyerken kapı kolu hareket etti ve bir an kilitlediğimi unutup korkuyla irkildim.

''Giyiniyorum!'' dedim sitem içeren bir ses tonuyla. Taytımı giydikten sonra üzerime geçirmek için rasgele bir kazak alıp giydim. Saçlarımı kazağın içinden kurtardıktan sonra kapıya yöneldim ve kilidini çevirip kapıyı açtım. Metin'i kollarını birleştirmiş halde beni beklerken bulunca önce şaşırsam da aldırmamış gibi yapıp banyoya yöneldim. Kapıyı kapatmak üzereyken Metin, eliyle bunu engelledi ve ben ona bomboş bir ifadeyle dönünce kolunu boynuna bağlayan sargıyı çıkarmış olduğunu gördüm. Üzerinde V yaka siyah bir kazak vardı ve altına da aynı renkte bir pantolon geçirmişti.

''O kapı bir daha kilitlenmeyecek,'' dedi tok bir sesle. O kadar bunalmış hissediyordum ki onunla atışacak halim bile yoktu. Gözlerimi devirip kafamı salladım ve tuttuğu kapıyı ben de diğer taraftan ittirdim ama izin vermedi.

''Tamam, anladık.'' dedim yeni uyanmanın da verdiği öfkeyle. ''İzin verirsen işeyeceğim,'' dedim onun daha fazla orada dikilişini izlememek için. Suratıma hissiz bir ifadeyle bir süre daha bakıp kolunu çekti ve gözden kayboldu. Kapıyı çarparak kapadım ve kilitledim.

Aynaya baktığımda bir tekme de kendimden yediğimi hissettim. Uzun saçlarım karmakarışık gözüküyor, gözlerimin altındaki morluklar bir zombinin sahip olduklarından farksızdı. Kendimle inatlaşır gibi saçlarımı taramadan at dağınık bir at kuyruğu yaptım ve makyajla uğraşamayacağım için yüzümü iyice yıkadım. Banyodaki diğer işlerimi halledip oradan çıktım ve odamdan çantamla gözlüğümü alıp aşağıya indim.

Metin onun kadar karanlık kahvesini yudumluyor, telefonundan bir şeylere bakıyordu. Boğazımı temizleyip çıkmaya hazır olduğumu belli ettiğimde sadece kafasını yavaşça kaldırmakla yetindi. Suratımda gerektiğinden fazla oyalandıktan sonra göz ucuyla kıyafetlerimi inceledi.

''Yeni uyandığında suratın normalinden daha tatsız oluyormuş,'' diyerek kaşlarımı çatmama sebep oldu. Utanarak gözlerimi ovalar gibi yaptım ve yüzümü ondan gizlemeye çalıştım. Ona neydi ki tipimden? Daha doğrusu, bana neydi ki onun benim suratım hakkında ne düşündüğünden? Gözlerimi etrafımda gezdirdiğimde kimi aradığımı biliyordum ama bu onun karşıma çıkmasını istemediğim içindi. Metin kapıya yöneldiğinde ben de bekletmek istemediğim için onu takip ettim.

Arabaya bindiğimde bakışlarım yanımızda duran diğer arabadaydı, Ada ve Yekta ise içerisinde bekliyorlardı. Ada beni gördüğünde el sallayıp ağzını oynatarak ''Günaydın,'' dedi ve ben de ona aynı şekilde cevap verdim. Metin ısıtıcıyı çalıştırırken gözüm yine Giray'ın arabasını aradı ama o da ortalarda yoktu. Neredeydi?

''Giray'ı mı arıyorsun?'' dedi Metin arabayı çalıştırırken. Ses tonundaki kinayeyi çözmeye çalışsam da duygularını saklamakta oldukça iyiydi. ''Gitti,'' dedi ben bir şey demeye kalmadan. Kaşlarım kalktı ama o kadar da şaşırmış hissetmiyordum. Belki, eğer hissetmesi gerektiği gibi utanç içindeyse benimle yüzleşmek istemediği için gittiğini düşündüm. Belki de Metin'e olan öfkesi hala geçmemişti ve geri dönülemeyecek hatalar yapmak istemiyordu.

''Nereye?'' diye sordum her ne kadar merakımı bastıramamış olsam da. Anayola çıktığında direksiyonu tek eliyle tutuyordu. Kolunun ne halde olduğunu sormak gibi bir incelik yapmak isterdim ama buna değmeyeceğini düşündüğüm için sustum.

''Bilmiyorum,'' dedi Metin. ''Umurumda da değil. Bir süre gözüme gözükmese iyi olur.'' Metin'in de ona karşı hissettiği öfke hala geçmemişti ama ondan nefret etmediğini biliyordum. Sonuçta, katil bile olsalar, kardeşler birbirinden nefret etmezdi değil mi?

''Dün sabah bahsettiğin şey bu muydu?'' dedim yerimde daha rahat bir pozisyonda oturmaya çalışırken. ''Bana Giray hakkında söylediğin şeyler yani,'' diye açıklamaya çalıştım.

''Hayır.'' dedi keskin bir sesle. Kafamı sallayarak pencereye döndüm ve sorabileceğim tüm o soruları yuttum. Çıkmadan önce üstüme aldığım deri ceketimin kollarını sanki uzayacaklarmış gibi çekiştirmeye çalıştım ve parmak uçlarımı üstüne bastırdım. Yolu yarılamışken Metin'in telefonunun çalmasıyla kafam ister istemez ona döndüğünde onun da bana baktığını görmemle bir an afallasam da o, hiçbir şey olmamış gibi aniden kafasını çevirip telefonunu açtı. Beklemediğim için İngilizce konuşmaya başlamasıyla kaşlarım çatıldı. Metin'in yurt dışıyla içli dışlı olduğunu hatırladığımda şaşkınlığım bir nebze de olsa hafifledi. Söylediklerini dinlemeye çalıştım ama İngilizcem o kadar da iyi değildi, ayrıca anladığım yerler de hiçbir şey ifade etmiyordu. Telefonu kapattığında tekrar yüzümü ona döndüm.

''Ne iş yapıyorsun?'' diye sordum kendime engel olamayarak. Terslenmeye hazırdım ama bu soruya gülmesine hazırlıksız yakalandım. Bana ufak bir bakış atıp önüne döndüğünde hala yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.

''Beni tanıyabileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun,'' dedi gülümsemesinden eser kalmazken. ''Özellikle bu tarz aptal sorularla. Sana ne kızım?'' dedi sert bir şekilde. İçimden onun deli olduğuna kanaat getirerek önüme döndüm. Kollarımı göğsümde birleştirdiğimde içimden ona küfürler savurduğumu belli eden bir ifade yerleşmişti suratıma.

Sessizlikle geçen araba yolcuğumuzun ardından okula vardığımızda, Duygu'yu park alanında elinde telefonuyla volta atarken gördüğüme inanamadım. Endişeli gözüküyordu. Metin arabayı park eder etmez kapımı açıp arabadan indim ve ona doğru yürüdüğümü bile fark etmeyecek kadar dalgın Duygu'ya yaklaştım.

''Duygu?'' dedim endişeli bir halde. Beni gördüğünde önce gözleri şaşkınlıkla büyüdü, sonra yüzünü rahatlamış ve mutlu bir hal adı. ''Ne arıyorsun burada?''

''Lara,'' dedi Metin'in arkamdan geldiğini yeni fark ederken. ''Giray beni aradı, o iyi mi?'' Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı ama rol yapma yeteneğim oldukça geliştiği için bu ifadeyi anında suratımdan sildim.

''İyi tabii ki,'' dedim yalan söyleyerek. ''Ne dedi ki?'' Metin çoktan arkamda durmuş, konuştuklarımıza haddiymiş gibi dahil olmuştu. Duygu Metin'e bir bakış atıp bana döndüğünde ona sorun olmayacağını belli etmek istercesine kafamı salladım.

''Sanırım sarhoştu,'' dedi Duygu. ''Öfkeliydi, kimden bahsettiğini anlamadığım halde birine söyleniyordu. Bir de,'' dedi etrafına bakınarak. Metin'den çekindiğini görebiliyordum. ''Seni üzdüğünü söyledi,'' dedi bana endişeli bir şekilde bakarken.

''Ben gayet iyiyim Duygu, merak etme,'' dedim ona inandırıcı gelmesini istediğim bir gülümsemeyle. Aklımı kurcalıyor, Giray'ın kırdığı potu düzeltmek için bir şeyler bulmaya çalışıyordum ama lafı ağzımda gevelemekten başka bir şey yapamadım.

''Öyle oldu,'' dedi Metin varlığını hatırlatan bir şekilde araya girerek. Kafamı ona çevirirken neler planladığını anlayamadım. ''Lara'ya eski sevgililerimden bahsetmesi aramızda bir gerginliğe yol açtı.'' Gözlerim büyürken Duygu'ya dönmeden önce kendime gelmeyi bekledim. Metin'in saniyeler içerisinde yüzüme dönen bakışlarının belirsiz bir yumuşaklıkla parladığını gördüm. Belli belirsiz gülümsedi ama bu gerçek bir gülümsemeydi çünkü tepkim ona epey komik gelmiş olmalıydı.

''Anlamadım,'' dedi Duygu kafası karışmış bir şekilde. ''Neden böyle bir şey gerginliğe yol açsın ki?'' Arkadaşıma döndüğümde yüzümü elimden geldiğince normal bir ifadede tutmaya çalıştım. Midem bulanıyordu.

''Çünkü,'' dedi sıcak bir el benimkini kavrarken. ''Lara benim sevgilim.'' Bu sefer saklayamayacağım bir halde aralanan dudaklarımı kapatmaya bile çalışmadım. Gözlerim yavaş yavaş, yaşadığım anın içinde olup olmadığını sorgulatır bir halde ellerimize kaydı. Kenetlenmiş ellerimizden gözlerimi çekip, Metin'in yüzüne baktığımda hala her şey yavaş çekimde ilerliyor gibi hissediyordum. ''Ona benim eskilerimden bahsetmesi hiç de hoş olmadı anlayacağın.''

''Hassiktir!'' diye bağırdı Duygu bastırmadığı bir ses tonuyla. Ağzı kocaman açılmış, gözleri büyümüştü ve şu an onu o kadar iyi anlıyordum ki... ''Yani, pardon,'' dedi etrafına bakıp onu duyan birileri oldu mu diye kontrol ederken. ''Bu iyi bir şey, yani kötü diye öyle bir tepki vermedim, yanlış anlamayın.'' İçimden ona alayla alkış tutuyordum. Aferin diyordum. Sıçtın, sıvıyorsun Duygu. ''Sadece bilmiyordum ya, ona şaşırdım.''

''Anlıyorum,'' dedi Metin samimiyetle ona gülümserken. Gitmek için beni çekiştireceği sırada Duygu ellerini kaldırıp bir şey söylemek için ağzını açtı. Ah... Duymak istemiyordum. Yerin dibine girmek istiyordum.

''Giray bana farklı anlatmıştı,'' dedi Duygu kuşkulu bir ifadeyle. Ona gerçeği söylemiştim ama ne Metin ne de Giray bunu bilmiyordu. Giray'ın önünde onu onaylamamış olmama sevinmiştim ama gerçekleri benim ağzımdan duyduğu halde bunu yapması beni endişelendirmişti.

''Biliyorum,'' dedi Metin gayet rahat bir tavırla. ''Giray'dan olayları sana bu şekilde yansıtmasını isteyen bendim. Tanımadığım insanların,'' dedi bana kısa bir bakış atıp Duygu'ya geri dönerken. ''Özel hayatım hakkında bilgi sahibi olmasını istemem.''

''Duygu,'' dedim boğazımı temizleyip bu rahatsız ortamdan kurtulmak isterken. ''Biz seninle bir gün baş başa konuşuruz, olur mu? Derse geç kalacağım da.'' Eli bu havada nasıl bu kadar sıcak olabiliyordu?

''Tamam...'' dedi Duygu. Aklını kurcalayan binlerce soru olduğunu ve ona bundan bahsetmediğim için bana kızacağını biliyordum. Belki de o gün ona söylediğim şeyin ortadaki tehlikeyi ortadan kaldırmış olmasına şükretmeliydim. Ona gülümseyip arkama dönerken Metin de benimle beraber yürümeye başladı. Sanki elinin sıcaklığı bütün vücuduma yayılıyordu.

''Sikik,'' diye fısıldadı Metin dişlerinin arasından. Ona şaşkınlıkla baktığımda bana ne olduğunu anlamamış bir ifadeyle baktı. Düşüncelerinin dudaklarından taştığını fark ettiğinde kendini toparladı. ''Giray'dan bahsediyorum. Beni düşürdüğü şu hale bak.'' Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım çünkü bu durumdan en az onun kadar ben de rahatsız oluyordum ama artık neye nasıl tepki vereceğimi şaşırmıştım ve bu olayı bile komik buluyordum. Kısacası, elimde değildi ve ağlanacak halime gülüyordum.

"Sevgili olduğumuzdan daha inandırıcı bir yalan bulamaz mıydın?" diye sordum her ne kadar bu yalanı beni Duygu'nun karşısında pek çok açıdan kurtarırken.

"Aklıma bu geldi," dedi umursamaz bir tavırla. "Seninle itibarımı zedelemek benim de hoşuma gitmiyor." Ona küçümseyen bir bakış attım ama bu rahat tavırlarımın altında gergin bir ruh hali yatıyordu. Elim koca elinin içinde yok olmuş gibi hissediyordum. Tutuşu fazla sıkı değildi, elimi çekmeye çalışsam çekerdim. Ama çekmedim.

Metin, ''Yekta arabayı okulun çıkışında bıraktı,'' dedi arkasına göz ucuyla bakarken. ''Ada sürekli etrafında olacak. Ben fazla göz önünde bulunmayacağım,'' dedi bakışları bana dönerken. ''Şimdilik.''

Sınıfa girdiğimde düne nazaran daha fazla kişi vardı. Topluluk olarak konuşan bir grup öğrencinin arasından sıvışmaya çalışıp boş bir yere geçecekken birinin adımı seslendiğini duyup oturacağım yerin başında etrafıma bakındım. Selin bana doğru geliyordu.

''Selam,'' dedim samimi çıkarmaya özen gösterdiğim bir sesle. Selin'i tanıdığımdan beri kahverengi kıvırcık saçları hep omuzlarındaydı. Minyon tipliydi ama güzelliği tatlılığını bir nebze örtüyordu. Düşük göz kapakları, yeşile kaçan gözlerini örtüyordu ve kısık bakmasına neden oluyordu. Sık kirpikleri ve kaşları makyaj yapmasını gerektirmiyordu, zaten onu neredeyse hiç makyajlı görmemiştim. Derslerine çok önem verirdi ama eğlenceden uzak bir insan da değildi. Bol kot pantolonun üzerine dar ve uzun kollu bir bluz giymiş, üzerine açık mor bir şişme mont geçirmişti.

''Nerelerdesin?'' dedi samimi bir ses tonuyla. Kulağındaki birçok küpeden biriyle oynayıp rahatsızlığını belli etmemeye çalıştı. Sanırım grup içerisinde en sevdiğim oydu, anlayışlı ve iyimser bir insandı ama çok saftı. Bazen o kadar saf olabiliyordu ki onun aptal olduğunu düşündüğüm bile olmuştu ama hiç de öyle olmadığını biliyordum. Sadece, duygusal zekası gelişmemişti sanırım...

''Erkek arkadaşımla kalıyorum,'' dedim kısık bir ses tonuyla. Tepkisini kontrol etmeye çalıştım ama o hiçbir zaman aşırıya kaçan tepkiler vermezdi. Bazen bazı olaylara öyle tepkisiz kalırdı ki bu beni sinirlendirirdi. Onun küçüklüğünde bazı olaylar yaşadığını biliyordum ama henüz ondan dinleme fırsatım olmamıştı. Bu sessiz sakinliğinin belki de o olayla bir bağlantısı vardı ama Selin, onu bildim bileli böyleydi. Onu herkes olduğu gibi kabul ediyordu, biz her şeye tepki veren insanlar için anormal gelse de.

''Öyle mi?'' dedi gülümseyerek. ''Tanıdık biri mi?''

''Sanmıyorum,'' diye geveledim ama Metin hakkında konuşmaktan ne kadar rahatsız olsam da yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım. Kısık bakışları yüzümde dolaştı ama bir şey söylemedi ve üstüme gelmedi.

''O zaman görüşürüz bir ara,'' dedi yerine geçmek için hareketlenirken. Kafamı sallayıp ona gülümsedim ve sırasında gidişini izledim. Nefesimi dışarıya verip yerime oturduğumda öğretmen gelmişti. Ne kadar kendimi dersi dinlemeye zorlasam da kollarımı masaya koyup başımı yatırdığım anda uykuya dalmıştım.

Rüyamda Selin, beni yargılıyordu ama nedenini bilmiyordum. Karşısında ağlayarak ona kendimi savunmaya çalışıyordum ancak bir yandan da beni yargılamasına anlam veremiyordum. Yıllardır tanıdığım yakın arkadaşımın beni dinlemeden karşımda yargılıyor oluşuna bir türlü inanamıyordum. ''Selin,'' diyordum acıklı bir sesle. ''Neden?'' Soruma cevap vermiyordu. Nedenini söylemiyordu. Ama arkadaşlığımızın bittiğini hissediyordum ve o bu konuda geri adım atmıyordu. Sadece nedenini öğrenmek istiyordum. Neden bir arkadaşım olarak hata yaptığımı düşündüğü halde bana yardım etmek yerine hayatımdan çıkıyordu, bilmiyordum.

''Evet arkadaşlar, bitirelim burada.'' Hocanın sesi beni uykumdan uyandırırken içime rüya nedeniyle bir hüzün düşmüştü. Gözlerimle Selin'i aradığımda o sınıftan bir arkadaşıyla çıkıyordu. Gözlerimi ovuşturup uyumadan önce masanın üzerine koyduğum gözlüğümü taktım ve çantamı koluma alıp ayaklandım. Telefonuma gelen mesaj sesiyle elimi cebime atarken sınıftan çıkmaya çalışıyordum.

''Arabadayım.'' Metin'di. Ona cevap yazmak yerine otoparka doğru ilerledim.

Otoparka geldiğimde Duygu, Deniz, Hilal, Umut ve Selin yan yana durmuş bir şeyler konuşuyordu. Metin'in arabasını görebiliyordum ama içinde Metin yoktu. Etrafıma bakındıktan sonra arkadaşlarımın yanına doğru ilerledim ama kalbim heyecandan sıkışmıştı. Yanlarına vardığımı fark ettiklerinde konuşmaları bölündü ve hepsi şaşkınlıkla bana baktı. Deniz belli belirsiz bir veda edip hemen oradan ayrıldı ve yüzüme bile bakmadı.

''Lara,'' dedi Hilal bana sevecen bir tavırla. ''Biz de tam senin hakkında konuşuyorduk.'' İtirafı karşısında bir an afallasam da devam etmelerini bekledim.

''Seni ziyarete gelmeyi düşünüyoruz,'' dedi Umut kuşkulu bir tavırla. Umut, aynı yaşta olmamıza rağmen korumacı kişiliği nedeniyle sanki hepimizin güvenliğinden sorumluymuş gibi davranırdı. Bu bazen hoşuma giderdi, bazen de sinirlerimi bozardı. ''Hem sevgilinle tanışmış oluruz,'' dedi bakışları arkama kayarken. Baktığı yere döndüğümde Metin arkama gelmiş, gülümseyerek kolunu omzuma atmıştı.

''Tabii,'' dedi Metin rahat bir tavırla. ''Bekleriz.'' Ona kafamı kaldırdığımda yüzüme gülümseyerek baktı ve ben de kendimi zorlayarak ona aynı şekilde karşılık verdim ama şaşkınlıktan dilim tutulmuş gibi hissediyorum. Aklından neler geçiyordu? ''Hatta, bu akşama ne dersiniz?'' dedi başını arkadaşlarıma kaldırırken.

''Olur,'' dedi Duygu bunu bekliyormuş gibi. Bakışlarım onu bulduğunda heyecanını yüzünden okuyabiliyordum. Giray'ı görme fikri bütün kuşkularının önüne bir perde gibi inmişti. Artık şüphelendiği hiçbir şey yok gibi gözüküyordu ama neler düşündüğünü bilmiyordum. ''Ben adresi biliyorum.''

''Tamam o zaman,'' dedi Umut onu onaylarken. ''Bu akşam görüşürüz,'' dedi elini Metin'e uzatırken. ''Umut.''

''Metin,'' dedi Metin diğer elini paltosunun cebinden çıkarırken. Vedalaşmamızın ardından ''samimi'' duruşumuzu bozmadan arabaya doğru ilerledik. Arabaya binmek için kolunu üzerimden çektiğinde sanki değdiği yerler çıplakmış gibi soğuk havayla buluştu.

''Buna gerek var mıydı?'' dedim yola çıktığımızda. ''Ya bir şeylerden şüphelenirlerse?'' Ona baktım. Dikkatle arabayı sürüyordu ve çatık kaşlarının altındaki gözleri yola odaklıydı.

''Tekliflerini geri çevirseydim şüphelenirlerdi,'' dedi açıklayıcı bir şekilde. ''Zaten şüphelendikleri için böyle bir teklifte bulundular.'' Yavaşça kafamı salladım. Hayatımın bu döneminde, okullar açılır açılmaz sevgili yapmış olmama inanmıyorlardı ve haklılardı. Deniz ve lisedeki bir salaktan başka sevgilim olmamıştı zaten, bu işlerle ilgilenmediğimi biliyorlardı.

Eve geldiğimizde kendimi nedenini anlamadığım bir şekilde dinç hissediyorum. Bizim hemen ardımızdan Ada ve Yekta da arabayı park etti ve araçtan indiler. Bize doğru gelirlerken Metin evin kapısını açmaya çalışıyor, ben de yanında bekliyordum.

''Hiçbir şey göremedik,'' dedi Ada yanımıza geldiğinde. Metin kapıyı açmış, geçmemiz için bize yer vermişti. Eve adımımı attığım anda ne kadar soğuk olduğunu fark etmemle ellerimi vücuduma sardım. ''Siz de olağanüstü bir şeylerle karşılaşmamışsınız anlaşılan,'' dedi Ada eve girip üstündeki ceketi çıkarırken.

''Hayır,'' dedi Metin tok bir sesle. Kapıyı kapattı ve üstündeki paltoyu çıkarıp askılığa astı. Yekta şömineye doğru ilerledi ve içine odun atmaya başladı. ''Bu akşam Lara'nın arkadaşları gelecek, siz göz önünde olmayın,'' dedi Metin kendine bir sigara yakarken.

''Erken gideriz kaldığımız otele,'' dedi Ada onu onaylarken. Ondan emir almak sinirlerini bozmuyor muydu? Belki de alışmışlardı ama böyle bir şeye neden ve nasıl alışılırdı ki?

''Yekta,'' dedi Metin ona seslenirken. Yekta şömineyi yakmış, ellerini ateşin üstüne açmış ısıtıyordu. Pozisyonunu bozmadan arkasına dönüp göz ucuyla Metin'e baktı. ''Akşam yemekleri sende."

''Tamamdır,'' dedi Yekta önüne dönerken. Gerçekten hiç umurlarında değildi. Konuşmaya ortak olmak yerine sessizce yukarıya çıktım. Biraz makyaj yapıp yüzümü daha çekilebilir bir hale getirmek istiyordum.

Kapımı kapatmadan yere oturdum ve küçük makyaj çantamı çıkardım. Kapatıcıyla göz altlarımı doldurdum ve diğer elimde tuttuğum aynadaki yansımamdan memnun olana kadar her yerime sürdüm. Elime maskarayı alıp bir gözüme sürdüm, diğerine geçtiğimde maskara fırçası hala kirpiklerimdeyken Metin kapımın önünde belirdi.

''Ne yapıyorsun?'' dedi iğrenmiş bir ifadeyle kirpiklerime bakarken. ''Gözünü oyarsan seni hastaneye götürmem,'' dedi büyük bir samimiyetle. Ona göz devirdim ama bakışlarımı aynadan çekmedim.

''Maskara göz oymaz,'' dedim işim bittiğinde. Ona ne istediğini bilmek istercesine bakarken tek kaşım havalanmıştı.

''Yarın okula gitmeyeceğiz,'' dedi bana dikkatle bakarken. Kaşlarım çatılırken devam etmesini bekledim. ''Bir işim var. Sen de benimle geleceksin.''

''Neden geliyorum ki?'' dedim endişemi bastırarak. ''Okula gitmem, evde dururum. Çıkmam bir yere gerçekten.''

''Hadi ya?'' dedi Metin dalga geçerek. ''Soru sorma. Geleceksin.'' Öfkeyle dişlerimi birbirine bastırıp yüzüne baktım ama o bana aldırmadan geldiği gibi geri döndü. Oturduğum yerden kalkıp hızla ona yetişmeye çalıştım ve merdivenlerden onun arkasında inmeye başladım.

''Ne işiymiş?'' diye sordum. ''Seninle geleceksem en azından bunu bilmeye hakkım var.'' Merdivenlerden indiğimizde Yekta yemek yapıyor, Ada da bir elinde sigara ona yardım etmeye çalışıyordu.

''Hakkın yok,'' dedi Metin arkasına bakmadan yürümeye devam ederken. Odasına doğru ilerlerken hala arkasında onu takip ediyordum. ''Ama sırf işleri batırma diye söylüyorum, amcamı görmeye gideceğiz. Ondan almam gereken bazı şeyler var.''

Odasına girmeden önce bir anda arkasını dönünce dalgın haldeki bedenim onun koca cüssesine çarptı. Kafamı sanki duvara vurmuş gibi elimi alnıma, iyileşmeye yüz tutmuş yarama götürdüm. Bakışları alnıma kaydı ama hiçbir şey söylemedi. Mutfakta pişen yemeğin kokusu buraya kadar geliyordu. Tek kaşını kaldırıp bir şey söylememi ya da yapmamı bekledi ama ben yavaşça kafamı sallayıp arkama döndüm. Karanlık koridorda birkaç adım atmıştım ki eli kolumu sıkıca kavrayıp beni kendine çekti.

''Aptalca bir şey yapmayı aklından bile geçirme,'' dedi sert çıkan sesiyle. Kolumu ondan hızla çekip öfkeyle suratına baktım.

''Beni şöyle çekiştirip durma,'' dedim dişlerimin arasından. ''Ne yapacağım sanki? Çocuk mu var karşında?''

''Olabilir,'' dedi sakin bir ifadeyle. Gözleri suratımda oyalanırken ben de ona bakıyordum. Kirli sakalları biraz daha uzamış, birkaç gündür doğru dürüst uyumadığını belli eden göz altları biraz daha kararmıştı ama buna rağmen yakışıklılığından bir şey kaybetmemişti. Kendi düşüncelerime kızıp arkama döndüm ve mutfağa doğru yürüdüm.

Karnım kurt gibi açtı ama akşam yemeğinde bir şeyler yemeye yerim kalsın istediğim için sadece biraz ekmek aldım ve üzerine sürmek için fıstık ezmesine uzandım. Ada ve Yekta yemek hakkında bir şeyler konuşuyor, varlığım sanki onlar için görünmezmiş gibi hareket ediyorlardı. Ekmeğimi hazırlayıp birkaç ısırıkta bitirdiğimde hala çok açtım. Atıştıracak bir şey var mı diye göz gezdirdikten sonra pes edip kendime bir bardak su koydum.

''Nasılsın Lara?'' dedi Ada yüzümü incelerken. Elimdeki suyu bitirip bardağı lavabonun içine bırakıp ona döndüm.

''İdare eder,'' dedim samimi bir şekilde. Kendime bir sigara yakmak için masaya oturdum ve paketi elime aldım.

''Giray iyi çocuktur aslında,'' dedi Ada karşıma otururken. Giray'ın adını duymak içimi adlandıramadığım bir huzursuzlukla doldururken sigaramdan içime derin bir nefes çektim. ''Kaş yaparken göz çıkarmış anladığım kadarıyla.''

''Öyle olmuştur,'' dedim sert bir sesle. Duygu'yu korumak için böyle bir işe kalkıştığına inanabiliyordum ama her türlü beni ateşe atmıştı. Bencil davranmak istemiyordum, Duygu gerçekten de benim burada birkaç günde yaşadığım şeyleri kaldıramayabilirdi. ''Artık Metin ve Giray'ın hareketlerini sorgulamıyorum. Al birini vur ötekine,'' diye itiraf ettim.

''Öyle deme,'' dedi Ada beni şaşırtacak kadar sert çıkan bir ses tonuyla. Ona baktığımda gözlerinde acıma dolu bir ifadeyle bakışlarını masada odakladığını gördüm. ''İki kardeş de ağır şeyler yaşadı.''

''Pekala,'' dedim gülmemi bastıramayarak. ''Ben de ağır şeyler yaşadım ama başkalarına onlar gibi davranmıyorum, değil mi?'' Yüzümdeki alaycı ifade büyüyordu ama bunu bastırmak istemiyordum. Öfkem Ada'ya değildi ama bunları söyleyen o olduğu için bu halim ona denk gelmişti.

''Bundan eminim ama,'' dedi Ada öfkeli bakışlarını yüzüme kilitlerken. ''Yine de çocuk yaşta anneni boynundan ince bir halatla asılmış, havada cansız bedeniyle sallanırken görmemişsindir değil mi?'' Söylediği cümle karşısında dudaklarım aralanırken kalbimin sıkıştığını hissettim. Ada eline sözcükleriyle dolu bir silah almış, acıyla harmanlanmış kurşunları kalbime isabet ettirmişti. Gözlerinin dolduğunu görmemle bakışlarını çevirmesi bir oldu. Onun bana bakmamasından faydalanarak içimdeki yerle bir olmuş hissiyatı yüzüme yansıttım. Sigaramı daha yarısına bile gelmediğim halde küllüğe bastırıp söndürdüm. Dudaklarım hala kapanmamıştı ve kaşlarımın ucu yukarıya doğru kıvrılmıştı.

''Ben,'' dedim yutkunmaya çalışarak. ''Özür dilerim,'' diye fısıldadım. Aslında Ada'dan özür dilemiyordum. Sanırım Metin ve Giray hakkında kafamda oluşmuş yargılardan özür diliyordum. ''Hangisi,'' dedim boğazımı temizlerken. ''Hangisi görmüş ki?''

''Metin,'' dedi Ada, bakışları hala yanımızda yemek yapan Yekta'dayken. ''Ayrıca benden özür dileme.'' Söyleyecek bir şey bulamadığım için kafamı sallamakla yetindim. Acıyla haykıran bir oğlan çocuğu geldi gözümün önüne. Bir kadın, gözleri kapanmış halde boynundaki ipten aşağı sarkıyordu. Elleri ve ayakları boşalmışçasına sabit duruyordu. Çocuğun haykırışları büyüdü, yüreğimde aciz bir acıya dönüştü. Düşüncesi bile iliklerime kadar hissedebildiğim bir hüzün yayıyordu bedenime.

''Lara,'' dedi Mert Bey kırpıştırdığı mavi gözlerinin arasından bana bakarken. Ona gittiğim ikinci seanstı ve hala ona karşı bir samimiyet veya güven hissedemiyordum. ''Bahsetmek ister misin?''

''Neyden?'' diye sordum onu dinlememiş olduğumdan utanarak.

''Annenin ölümü hakkında neler hissettiğinden,'' dedi cümlesini tekrarlayarak. Bakışlarım bir süre yüzünde dolaşırken ona söyleyebileceğim bir şeyler düşünmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Üzgün hissetmiyorum. Annem olmadığını da hissetmiyordum çünkü benim zaten bir annem vardı.

''Hiçbir şey,'' dedim dürüstçe. Bakışları anlayışlı bir hal içinde yüzümde dolaştı ve devam etmemi beklercesine sustu. ''Yani, kendime karşı kızgın hissediyorum bazen,'' diye itiraf ettim.

''Neden peki?'' dedi oturduğu koltukta arkasında yaslanırken.

''Bilmiyorum,'' dedim kafamı yere eğerken. ''Onun ölmüş olması sanki benim için bir anlam ifade etmiyormuş gibi hissediyorum.'' İşte, hayatımda ilk kez bu cümleyi birine söylemiş, içimdeki kalpsizliği gözler önüne sermiştim ve o da benim kendimi gördüğüm gibi kötü bir insan olarak görüyor mu diye ona baktım. Bakışlarında yumuşaklık, dudaklarında buruk bir gülümseme vardı. Belki de benim şanslı olduğumu düşünüyordu çünkü gerçek annem olmasa bile, bir annem vardı ve biyolojik annemin ölümünden doğan bir acı yoktu içimde.

Bir annenin ölümünün ne kadar acı verici olabileceğini tahmin edemiyordum bile.

Ada ve Yekta işlerini bitirdiğinde ceketlerini giymek için kapıya doğru ilerlediler. Onları geçirmek için ayağa kalktım ama vücudum sanki dengede durmakta zorlanıyordu. Onları buruk bir gülümsemeyle geçirdim ama Ada'nın yüzündeki gülümsemenin sahte olduğunu görebiliyordum. Fena pot kırmıştım.

''Gittiler mi?'' Metin'in sesiyle dalgın dalgın baktığım kapıdan kafamı kaldırdım ve ona döndüm. Saçları ıslaktı, üzerine geçirdiği gömleğin düğmelerini iliklerken gözümün kaydığı göğsünün üstende birkaç damla su vardı.

''Gittiler,'' dedim bakışlarımı ondan kaçırırken. Arkadaşlarım her an gelebilirdi, ben de sofrayı hazırlamaya koyuldum ama içimde bastıramadığım bir hüzün vardı.

''Senin suratın niye düştü yine?'' dedi bıkkın bir ifadeyle. Merakından sormadığını biliyordum, arkadaşlarım geldiğinde bir şey belli etmemden endişe duyduğu için olduğuna emindim.

''Hiç,'' dedim tabakları masaya yerleştirirken. Deniz gelir miydi? Burnuma yakınında olduğum yemek kokularının haricinde bir koku daha geliyordu. Temiz, erkeksi bir koku...

''Bana yalan söyleyemezsin,'' dedi Metin tam arkamdan. Ufak bir irkilme yaşasam da hızla arkama döndüm. Vampir miydi bu adam?

''Ne yalanı ya?'' dedim elimin tersini göğsüne bastırıp onu önümden çekilmeye zorlayarak. Hareket etmedi. ''Sofra kuruyorum,'' dedim onun çekilmesini beklerken sitem içerisinde.

''Anlat,'' dedi keskin bir ses tonuyla. Dışarıya bir nefes verip pes ederek gözlerinin içine baktım. Bir annenin ölümünün ne kadar acı verici olabileceğini tahmin edemiyordum bile.

''Ada,'' dedim sesimi dışarıya verebildiğimde. ''Ada Giray'ı savundu da, yaptığı şey mantıklıymış falan diye,'' dedim.

''Buna inanmalı mıyım?'' dedi kuşku dolu bir ifadeyle. Ona bıkkın bakışlarla karşılık verdim.

''Sana yalan borcum mu var?'' dedim. Korkusuzca karşısında dikilsem de aramızdaki boy farkından dolayı komik durduğumu fark edebiliyordum ama umurumda değildi.

''Diklenmeye devam etme istersen,'' dedi alay dolu bir ses tonuyla. ''Arkadaşlarının önünde rezil olmak istemiyorsan tabii.''

''Beni bununla mı tehdit ediyorsun?'' dedim kaşlarım kalkarken. Beni kendi arkadaşlarıma nasıl rezil edebilirdi ki? Metin ağzını açtığı anda kapının çalınmasıyla bu tatsız konuşma yarıda kesildi. Ona hafif de olsa çarparak kapıya yöneldim.

''Selam!'' Duygu ellerini açmış bana sarılmak için eğilirken Selin, Hilal ve Umut onun arkasından bana gülerek bakıyorlardı. Duygu'yla ayrıldığımızda hepsiyle teker teker sarılıp onları içeri aldım. Kapıyı kapatırken gözlerim Deniz'i arıyordu.

Umut, Metin'in elini sıkıp başıyla selam verdikten sonra sevgilisi Hilal de Metin'le tokalaşıp ona adını söyledi. Metin'e baktığımda içimi garip bir duygu kaplamıştı. Bu hayattaki tek arkadaşlarım, bu gece benim yüzümden bir katille aynı sofraya oturacaklardı ve bundan haberleri bile yoktu.

''Yemekler çok güzel gözüküyor,'' dedi Hilal gülümseyerek bana bakarken. ''Ellerinize sağlık.'' Ona gülümseyerek karşılık verdim ve yarım kalan işimi tamamlamak üzere masaya yöneldim. Tabakları masanın etrafına yerleştirdikten sonra çatal kaşıkları da yanlarına koydum. Metin herkesin sofraya oturmasını bekledikten sonra kendisi de baş köşeye oturup, yemekleri koyuşumu izledi.

''Sevgilime yemek yapmayı öğretiyorum,'' dedi bana gülümseyerek. Ah, bahsettiği şey buydu. Yüzüm kızarırken zoraki bir şekilde ona gülümsedim ama gözlerimden ateş fışkırıyordu.

''İyi yapıyorsun,'' dedi Duygu da bana alayla bakarken. ''Lara, kusura bakma ama bu konuda gerçekten kötüsün.'' Arkadaşlarım bana kaçamak bakışlar atarak gülerken ben de yerime oturmuş, onlara kırılmış gibi bir bakış atıyordum.

''Öğreniyorum işte,'' dedim kendimi savunmak için. ''Afiyet olsun.''

Yemeklerimize başladığımızda ilk konuşan Hilal oldu. ''Ee,'' dedi Metin'le benim aramda bakışlarıyla mekik dokurken. ''Nasıl tanıştınız?'' Elimde tuttuğum çorba dolu kaşığı yavaşça tabağa geri bıraktım. Metin'e yönelen bakışlarımda endişe vardı ama o çok rahat gözüküyordu.

''İlk görüşte aşk diyebilir miyiz, Lara?'' dedi bıyık altından gülümserken. Tehditle kalmayan lafları, yanaklarımda yer bulurken görülebilir bir şekilde kızardığımdan emindim. Tek kelimeyle iğrençti.

''Öyle,'' dedim benim bile zar zor duyabildiğim bir sesle.

''Ben zaten anlamıştım,'' dedi Duygu kendinden emin bir ifadeyle. ''Metin bizim eve ilk geldiğinde Lara Metin'i bakışlarıyla yemişti zaten.'' Kafamı masaya vurmak istiyordum. Metin bastıramadığı bir kahkahayla gülerken ben hariç herkes ona katıldı. Şok içinde Duygu'ya bakıyordum ama o sadece yüzünü kapamış gülmeye devam ediyordu. Böyle mi düşünüyordu gerçekten? Metin'in ilk kez bu kadar içten güldüğüne şahit olurken gözlerimiz buluştuğunda donakaldım. Benimle göz göze geldiğinde o da durgunlaşsa da gülümsemesi yüzünden silinmedi.

''Yakışıyorsunuz zaten gerçekten de,'' dedi Selin samimi bir ifadeyle. Ona zoraki bir gülümsemeyle baktım. Umut kafasını sallayarak Selin'i onayladı ve bana gülümsedi. Herkes bir yalana inanmıştı.

''Deniz'in selamı var,'' dedi Umut bakışlarını tabağına indirirken. Masaya bir sessizlik çöktü ve yutkunurken yüzüm olduğundan daha da düştü.

''Deniz kim?'' Bakışlarım Metin'e kaydığında huzursuz hissetim.

''Eski sevgilim.'' Bu cümleyi kurduğum anda sanki içimdeki rahatsızlık bütün masaya yayılmıştı. Herkesin sessizce önündeki çorbaları bitirdiğini görmemle ayaklanıp tabaklarını toplamaya giriştim.

''Hala arkadaşsınız anladığım kadarıyla,'' dedi Metin bana bakarak. Tabaklara yemekleri koyarken ona kafamı salladım.

''Öyleyiz,'' dedim ama buna artık inanasım gelmiyordu. Sevgili yaptığımı düşünmeden önce bile, ayrılığımızın ardından aramıza giren soğukluk artık koca bir boşluğa dönmüştü. Tabakları tekrar önlerine koyarken elimin titrediğini kimsenin görmemesini umdum.

Yemeklerimizi bitirirken, biz genel konulardan sohbet etmeye devam ediyorduk. Metin bazen kısa cevaplarla konuşmamıza dahil oluyordu ama çoğu zaman sessiz kalmayı tercih etmişti. Yemekler bittiğinde herkes şöminenin karşısına geçti ve sohbete orada devam ettiler. Duygu ve ben bulaşıkları yerleştirirken, aramızdaki sessizlik boşalmış mutfağı dolduruyordu.

''Demek Metin ha?'' dedi Duygu. Daldığım düşüncelerden sıyrılıp ona baktım. Yüzündeki samimi bir gülümsemenin yanı sıra gizleyemediği bir şaşkınlıkla bana bakıyordu.

''Öyle,'' dedim fısıltı gibi çıkan sesimle.

''Bu yüzden mi bana söylemedin?'' Ne söylediğini anlamadığım bir ifadeyle ona baktım. ''Seni yargılayacağımdan mı korktun?''

''Biraz,'' dedim yalan söyleyerek. ''Hala kendime bile itiraf edemiyorum. Onu gördüğüm ilk anda hissetmiştim aramızda bir şeyler olacağını.'' Yalanlarım bir çığ gibi büyüyordu ve bir gün bu çığın altında kalıp can vereceğimi hissettim.

''Aşk böyle bir şeydir,'' dedi Duygu bakışlarını dalgın dalgın içeridekilere gezdirirken. Metin'e aşık olduğuma gerçekten de inanmıştı.

''Öyleymiş,'' dedim gülümseyerek. Biz de içeridekilerin yanına vardığımızda, Duygu bilerek Metin'in yanındaki boşluğa oturmamıştı. Bastırmaya çalıştığım bir huzursuzlukla kaderimi kabullenir gibi onun yanına geçtim.

''Giray nerede?'' dedi Duygu Metin'e dönerek. Metin, bacağının üzerinde duran elini yumruk yaparken dişlerini sıktığını belli eden çenesi kasıldı.

''İşleri varmış.'' Kaşları çatıldı ama içindeki öfkeyi gizlemeyi çok iyi başarıyordu. En azından tanımadığı insanların karşısında.

''Çok garip bir abi kardeş ilişkileri var biliyor musunuz?'' dedi Duygu diğerlerine dönerek. Metin'in git gide kasılan bedeninin altındaki gerginlik sanki ondan taşıp bana sıçramıştı. Ağzını açtığı anda Duygu'ya sert bir şeyler söyleyecek olmasından korktuğum için elimi, yumruk yaptığı elinin üstüne koydum.

''Olur böyle şeyler kardeşler arasında,'' dedim Metin'in lafını ağzına tıkarak. Elimin altındaki yumruğu gevşerken derin bir nefes aldı. İlk kez, ellerimiz aynı sıcaklıktaydı.

Metin, ''Sen kardeşlikten ne anlarsın ki,'' diye fısıldadı ama benden başka kimse bu cümlesini konuşmalardan dolayı duymadı. Ona yavaşça dönerken gözlerimde bir öfke patlaması yaşıyordum. Bana düz bir ifadeyle bakıyor, sanki bir şey söylememiş gibi duruyordu. Elimi elinden çekerken arkadaşlarıma dönüp sohbete katıldım.

Her biriyle teker teker vedalaşıp kapıyı kapattıktan sonra sırtımı kapıya dayayıp nefesimi dışarıya verdim. Bu görüşmeyi sağ salim atlatmamıza seviniyordum.

''Demek beni bakışlarınla yedin?'' Metin bardağını masaya koymuş, içini viskiyle dolduruyordu.

''Öyle bir şey olmadı,'' dedim öfkeyle. Ben de kendime bir bardak çıkarıp kapağını kapattığı viskiyi elinden almaya çalıştım ama izin vermedi.

''Benim viskimden içemezsin,'' dedi dişlerinin arasından. Ona inanamıyormuş gibi bir bakış attım. Çocuk gibi davranmasına mı şaşırsaydım, bu konuda bile bana sert çıkışmasına mı?

''Ne olacak ya?'' dedim alkol şişesini kendime çekerken. Yine de şişeyi kendine doğru tekrar çekti.

''Çünkü ben öyle istiyorum,'' dedi şişeyi göğsüne iyice bastırırken. İnatlaşırcasına elimi şişeden çekmedim. ''Bak kıracağım o elini.''

''Kırmadığın bir elim kalmıştı,'' dedim hala şişeyi çekiştirmeye çalışırken. ''Bir bardak içeceğim ya, ver şunu işte!''

''Kızım sen laftan anlamıyor musun?'' Boştaki eliyle bileğimi tutup elimi şişenin üstünden çekti. Kollarımı göğsümde birleştirip bana doğrulttuğu öfkeli bakışlarına inatla karşılık verdim. Arkasına dönüp şişeyi buzdolabına koyarken, kendine doldurduğu viski bardağını elime alıp bir yudumda içtim. Ben yüzümü buruşturup öksürürken Metin önce bana, sonra boş bardağına baktı.

''Sen,'' dedi hayretler içerisinde bana bakarken. Önce bir iki adım gerileyip sonra hızla arkama dönüp koşarak merdivenlere yöneldim. ''Sen öldün Lara!'' Kükremesi durduğu yerden gelse de ben adımlarımı yavaşlatmadan merdivenleri hızla tırmandım. Odamın kapısını açarken merdivenlerden gelen tok sesleri duyabiliyordum. Yavaştı ama koşsa bu kadar korkmazdım. Kapıyı kapatıp arkasından kilitlerken sesi kulaklarıma doldu. ''O kapı bir daha kilitlenmeyecek.'' Buna izin vermeyecektim. Beni kokutmasına izin vermeyecektim.

Yine de kapının arkasında yaklaşan adım seslerini dinlerken kalbim ağzımda atıyordu.

''Aç şunu,'' dedi sakin bir sesle. Kollarını göğsünde birleştirmiş olduğunu hayal ettim. Kaşları çatık, bir ölüm meleği gibi kapıda beklediğini.

''Öldüreceğini bile bile mi?'' dedim inatçı bir ses tonuyla.

''Öldürmeyeceğim,'' dedi sabırsız bir ses tonuyla. ''Aç şu kapıyı.'' Gözüm yatağımın kenarında duran kitaba kaydı.

''Eğer,'' dedim bakışlarımı kitaptan çekmeyerek. ''Bana neden kitap aldığını söylersen açarım.''

''Benimle anlaşma yapabileceğini nereden çıkardın?'' Metin'in ses tonu gittikçe kalınlaşıyor, gittikçe tehlikeli bir hal alıyordu ama geri adım atmayacağımı biliyordum.

''Evet?'' dedim sorar gibi bir sesle. Siktir! Viskiyi kafama bir anda dikmemeliydim. Boğazım hala yanıyordu. Ayrıca ayağımın altı da fazlasıyla sızlıyordu ama uğraşacak halim yoktu.

''Lara,'' dedi kapıma daha da yaklaşırken. ''Aç şu kapıyı.'' İstese kırabilirdi, kapılar o kadar da dayanıklı değildi. Ama kırmadı.

''Söyle o zaman.'' Tanrım... İnadım yüzünden ölebilirdim gerçekten de. Ama kapıyı açmamamın nedeni ondan korkuyor olmamdı. Uzun bir sessizlik oldu. Gitmiş miydi? Acıyan ayağımı yerden kaldırıp tek ayak üzerinde durdum. Şimdi hiç sırası değildi.

''Çünkü,'' dedi ama cümlesine yarıda kesmesine neden olacak bir şey oldu. ''Lara,'' diye fısıldadığını duyduğumda kaşlarım çatıldı. ''Aç kapıyı.''

''Söylüyordun işte,'' dedim sabırsızlanarak. ''Çünkü ne?''

''Kapıyı aç!'' diye kükremesiyle olduğum yerde irkildim. ''Yerde kanlar var!'' Kafam yavaş yavaş ayağıma kaydı. Bastığım yerler kan içerisindeydi. Tek ayağımın üzerinde dönerek kapının kilidini açtığımda gözlerim hala ayağımdaydı. İdrak etmemle acı artmış gibiydi. Metin kapıyı hızla açıp önce yüzüme, sonra ayağıma baktı. Tek ayağımın üzerinde geriye doğru zıplayıp girmesi için ona yol açtım. Koridora baktığımda bastığım yerlerde ayak izlerimle oluşmuş kanlar vardı.

''Sen gerçekten aptalsın,'' dedi Metin bana doğru gelirken. Ayağıma bakarak düşünür bir halde biraz bekledi. ''Kesik daha da açılmış olmalı.'' Bana yaklaştığında gerilemek istesem de tek ayağımın üzerinde bunu beceremedim. Ben ne yapmaya çalıştığını anlamadan beni kucağına aldığında gözlerim büyümüştü. Elimle omzundan tutunmaya çalıştım ve odadan çıktık.

''Bir süre benim odamda kal.'' Söylediğiyle kaşlarım çatıldı ama ses çıkarmadım. Ayağımın acısı daha da artıyordu. ''Merdiven çıkmazsın. Ben odalardan birine geçerim.'' Kafamı önümden kaldırdığımda yakınımda duran yüzünü inceledim. O da bana döndüğünde burunlarımız neredeyse birbirine değecek gibi olduğu için geriye çekildim. Odaya girdi ve beni yatağına yatırdı. Bana bakmadan odadan çıktı ve koridorda uzaklaşan adım seslerini dinledim. Sanki ufak çaplı bir şok yaşamıştım ve dilim tutulmuştu.

Vurulmasından sonra çarşafları değiştirilmişti ama kokusu yine de her yere sinmişti. Bu odada nasıl uykuya dalacaktım ki? Etrafımı incelerken gözüme masasının üzerinde dağınık halde duran kağıtlar çarptı. Gözlüğüm takılı olmadığı için ne olduklarını göremiyordum. Odaya geri girdiğinde yerime siner gibi kıpırdandım ve bakışlarımı eşyalarından çektim. Ellerinde yine pansuman malzemeleri vardı. Ayağımın ucuna otururken hala bana bakmıyordu.

''Teşekkür ederim,'' diye fısıldadım belli belirsiz.

''İstemez.'' Konuşmak istemiyordu. Viskisini içtiğim için miydi bu sert davranışları? Ayağımdaki acıyı azdıracak bir şeyler sürdüğünde belim yay gibi gerildi ve dişlerimi birbirine bastırdım. ''Çocuk gibisin,'' dedi beni azarlayarak. Ağzımı açıp ona ters bir cevap vermek istemiyordum çünkü şu an bana yardım edebilecek tek kişi oydu. ''Bir daha ayağına bir şey olursa keserim,'' dedi gayet ciddi bir ifadeyle bana bakarken. ''Uğraşamam seninle böyle.''

''Unutmuşum tamamen,'' dedim sitem içerisinde. ''Beni öldüreceğini söyleyen birinden kaçıyordum da.''

''Benimle oyun oynama,'' dedi. Ayağımı sargı beziyle sardı. ''Eğer bu ayağını idare etmezse hastaneye gidip dikiş attırmak zorunda kalacağız.'' Bunu daha çok kendi kendine söylemiş gibiydi. Ayağımla işi bittiğinde kafasını tamamen bana döndü.

''Dikkat ederim,'' dedim sanki bu onu ilgilendiren bir şeymiş gibi. Bir süre sessizce gözlerini yüzümde gezdirdikten sonra gitmek için ayaklandı. İlk yardım eşyalarını eline doldurup odadan çıktı ama kapıyı ve ışığı kapatmadı. Kafamı yatak başlığına dayayıp gözlerimi kapadım. Düşüncelerim beni ele geçirirken gün boyu aklımdan çıkmamış soru sanki göz kapaklarımın içinde belirmişti.

''Yine de çocuk yaşta anneni boynundan ince bir halatla asılmış, havada cansız bedeniyle sallanırken görmemişsindir değil mi?''

Bu muydu? Metin'i soğukkanlı, acımasız bir katile dönüştüren dehşet verici gerçek bu muydu? Kim olursa olsun, hangi çocuk annesini böyle görmeyi hak ederdi ki? Aklımda cevabını asla alamayacağım yüzlerce soru dönüyordu ve Metin'in bu cevapları vereceği son kişi bendim. İçim üşüyordu ama aklımdan çıkaramıyordum. Ne hissetmişti? Elimde olmadan içimde tutmaya çalıştığım bir damla yaş yanaklarıma devrildi. Vicdanım bir katili kapsayacak kadar genişti. Sanki o halat sadece bir annenin değil, oğlunun hayatını da nefessiz bırakmış, onu ve geleceğini de beraberinde götürmüştü. O halat, bir can alırken, bir katil doğurmuştu.

O halatın, Metin'e karşı olan ön yargılarımı asmasına göz yumdum.

Üzerime gecenin yorgunluğu örtülürken yorganı üstüme almak için debelendim ama beceremeyip pes ettim ve olduğum yerde yan dönüp ellerimi birleştirerek yüzümün altına aldım. Işığın çıplaklığını bastırmak için gözlerimi sımsıkı kapayarak uykuya kucak açtım. Saat daha erken olmasına rağmen ve uykumun gece bölüneceğini bile bile uyudum.

Tan yeri ağarırken uyandığımda, gözlerimi kapanmış kapıya açtım ve bedenimin üstündeki ağırlığın, üzerime örtülmüş yorgan olduğunu fark ettim.