Balmorhea - Remembrance

İntiharın derinliklerinde yatan ıstırap bulaşıcı olabilir miydi? Genler taşır mıydı üzerlerinde bu acıyı miras gibi? Kanlar kalbe ulaşır mıydı içinde bu denli tehlikeli bir zehri taşırken? Bir katilin gördüğü ilk cesette intiharın acı dolu nidası barınırken, ardında yatan gerçekler mi ona aşılamıştı ölümün güzelliğini?

Metin bu yüzden mi bana ölüm meleğini andırıyordu?

''Kötülüğün karşına çıkmasından değil, içinde yaşam bulmasından kork,'' demişti babam. Ona yıllar önce verdiğim bu masum sözün gerçekliliğinin, içimde günden güne silikleştiğini hissediyordum ve bunun için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Şimdi, bu yabancı evde karşılaştığı iyiliği de kötülüğü de birbirinden ayrıştıramaz hale gelmiş kadın, yıllar önce bu bedende yaşayıp ölmüş küçük benliğinden daha aptal, daha savunmasızdı. Nasıl oluyordu da yıllar geçerken, bedenim büyürken ruhum küçülüyordu? İnsanın fıtratı bundan mı ibaretti? Yıllar geçtikçe bir elma misali hayatın bir soğuk bir sıcak havasıyla çürüyor muydu ruhlarımız?

Uyandıktan sonra yaklaşık bir saat yatakta döndüm dolaştım ve güneşin doğmasını bekledim. İçimde bir boşluk varmış gibi hissediyor, birileriyle maske takmadan konuşmak istiyordum ama içimdeki gerçekleri kusabileceğim kimse yoktu çünkü birine bu kötülüğü yapabilecek biri olmadığımı düşünüyordum. Çoğu zaman, çok yalnız hisseden ben artık gerçek yalnızlığı saf ve çıplak haliyle tadıyordum. Yorganı üzerimden attım ve hain beynimin odayı keşfe çıkmam konusundaki ısrarlarına boyun eğdim.

Benim odamdaki gibi, odası kitaplarla doluydu ama açıkça söylemem gerekirse onunkiler çok sıkıcıydı. Siyasi ve tarihi kitapların yanı sıra, okul yıllarından kalma hukuk kitaplarıyla çevrelenmişti odası. Duvarları koyu gri renge boyaması mıydı bana boğucu gelen, yoksa kitapların bu denli dağınık olması mı bilmiyordum. Kitaplığının karşısına geçip gözlerimi kıstım ve en çok sevdiğim şeyi, belki de bu hayatta en sevmediğim ve sevmeyeceğim insana yapmaya karar verdim: Kitaplık yerleştirmek.

En başta kitaplığın içindekileri sırayla yere koydum ve rafları boşalttım. Kitap boylarına göre mi sıralasaydım, yoksa konu konu mu? Elimi çeneme koyup bu önemli görev hakkında bir hesap yapıp rafları kitap konulara göre bölmeye karar verdim. Önce siyaset kitaplarını en üst rafa yerleştirmeye başladım. Tam iki büyük rafı dolduracak kadarlardı. Nutuk'u en başa koydum ve üçüncü rafa geçtim. Üniversite yıllarından kalan az ve normal kitap boyutundan büyük olan kitapları yatay bir şekilde yerleştirdim ve o raftaki boş yere klasikleri koydum. Fazla klasik okumamıştı, buna dudak büzüp diğer rafa geçtim ve oraya da tarihi kitapları koyup bir adım gerileyerek yarattığım şahesere bakmak istedim. Kitaplığımı ne kadar çok özlediğimi o an fark ettim.

Yatağın başucunda duran Suç ve Ceza bana göz kırptığında onu almak için topallayarak yatağın diğer tarafına ulaştım ama kitabı tam elime aldığım anda sakarlığım yüzünden gürültüyle yere düşürdüm. Metin'in bunu duymamış olmasını umarak kitabı yerden alıp ona boş bir yer buldum. Arkama döndüğümde masasının üstüne sinsice bir bakış attım ama dün gece orada olan bütün kağıt parçaları yok olmuştu. Sadece kömür kalemler ve eskiz kalemleri duruyordu.

Kapı açıldığında gözlerimin kocaman açılmasına engel olamadım. Metin yüzünde kuşku dolu bir ifadeyle, ''Ne yapıyorsun?'' diye sorduğunda etrafa bakınıyordu. Gözü kitaplığına kaydığında bir şeylerin değişmiş olduğunu anlamıştı ama çözemiyordu. Dağınıklığa o kadar alışmıştı ki demek...

''Hiç,'' dedim umursamaz bir ses tonuyla. ''Çok erken uyandığım için kitaplığını düzelteyim dedim,'' diye itiraf ettim. Bunda kızılacak bir şey yoktu ne de olsa, değil mi?

''Odamı mı karıştırdın yani?'' dedi öfkelenmeye başladığını belli eden sesiyle. Kaşlarım hayret etmişçesine kalkarken ona inanamıyordum, gerçekten de psikopat gibiydi.

''Kitaplığını düzenledim,'' dedim tekrarlayarak ve harflerin üzerine basa basa. ''Bu odanı karıştırdığım anlamına gelmiyor.''

Uzun bir sessizlikten ve kısmış gözleriyle bana baktıktan sonra, ''Bir daha eşyalarıma dokunma,'' diye emretti. Bıkkın halde sesli bir nefes verdim. ''Kahvaltıyı dışarda yaparız, çıkmamız lazım.''

Onun odanın kapısından ayrılışını izlerken soru sormak üzere açılmış ağzım öylece kalmıştı. Kabullenmiş bir ifadeyle topallayarak odasının karşısındaki banyoya doğru ilerledim. Normalde kendi evimde uyuyamayan ben, bu evde ne de çok uyuyordum! Belki de gözlerimi kapadığımda burada olduğumu unuttuğum için olabilirdi, bilmiyordum.

Elime dolan soğuk suyla irkilsem de yüzümü yıkadım. Aslında kısa bir duşa girsem iyi olurdu ama acelemiz var mıydı? Düşünerek vakit kaybetmek istemediğim için hızlıca kıyafetlerimi çıkardım. Suyun sıcaklığını ayarlamak için bile vakit harcamadan altına girdim. Su uzun saçlarımın üzerinden süzülerek onları sırtıma yapıştırdı. Suyun altında sonsuza kadar kalabilecek olsam kalırdım. Özellikle son zamanlarda bana iyi gelebilecek tek şey buydu. Duşakabin duvarına montelenmiş raflara elimi atıp bir şampuan aldım. Saçlarımı köpürterek kafama masaj yaparken boynu sevilen bir kedi gibi hissediyordum. Gözlerimi kapadığımda evimde olduğumu düşündüm ama saçlarıma sinen bu koku, bana izin vermemekte ısrarcıydı.

Duştan çıktığımda ayağımdaki ıslanmış sargıyı değiştirmem gerektiğini düşünerek bıkkın bir nefes verdim. Banyo dolaplarına uzandığımda geçen sefer duş aldığımda kullandığım havluyu aradım ama yoktu, sadece temiz bir el havlusu buldum ve saçlarıma sardım. Kafamı döndüğümde kapının arkasında bir havlu asılıydı ama kullanılmış olma olasılığı çok büyüktü. Duşa girmiş olduğuma pişman olurken pes etmişçesine havluyu ufak bir iğrentiyle vücuduma sardım.

Kapı bir anda açıldığında kısacık havluyu vücuduma daha da sardım ve korkuyla kafamı kaldırdım. Buhar dolmuş banyoda gözlerimiz birbirine değdiğinde Metin'in yüzünde ilk kez bu kadar net bir ifade görüyordum: Bunu beklemediğini belli edercesine yüzünde yayılan şok.

''Çıksana!'' Kapıyı gürültüyle aniden çektiğinde ağzımı hala kapatamıyordum. ''Kafayı mı yedin?'' diye bağırdığımda utancın yanaklarımda yayıldığını hissedebiliyordum.

''Nereden bileyim duşta olduğunu?'' dedi sakin bir ifadeyle kapının arkasından. ''Meraklı değilim,'' gibi bir şeyler geveledikten sonra kapıyı tekrar açtı. Gözlerim büyürken ona onu öldürecekmişim gibi bakıyordum. ''O benim havlum mu?''

''Metin! Çık!'' Kapıyı öfkeyle kapattığında arkasından kilitledim. Derin bir nefes aldım ve az önce çıkardığım kıyafetleri hızla giydim. Kalbim hala hızla atıyor, içimdeki utanç ve öfke birbirleriyle yarışıyordu.

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda Metin'in nerede olduğuna bile bakmadan, odasının önüne koymuş olduğu çantamla karşılaştım. İçinden temiz kıyafetler çıkarıp odasına girdim ve kapıyı kilitledim. Dar kot pantolonu üzerime geçirdikten sonra V yaka beyaz bir bluz giyip odadan çıktım. Topalladığım için yavaş olmam gerekiyordu ama saniyeler içinde salona geldim. Şöminenin karşısında sigara içen Metin'in yüzüne bile bakmadan mutfak çekmecelerine yönelip sargıyı aradım.

''Acele etmeni söylediğim halde duşa girmen ne demek oluyor?'' Sesi sakindi ama altındaki gizliden gizliye büyüyen öfkeyi hissedebiliyordum. Ne yazık ki ona istediği korkuyu veremeyecektim çünkü ben ondan daha sinirliydim. Sargı bezinden ayağıma yetecek kadar kesip kanepelerden birine oturduğumda hala Metin'e bakmıyordum. Ayağımı koltuğun üzerine kaydırıp eski sargı bezini çıkarıp, yenisini ayağıma doladım. Üzerine çoraplarımı geçirdim ve ona döndüm. Sigara dumanı yüzünü gizliyordu ama kehribarların turuncularını buradan bile seçebiliyordum.

''Su seslerini de mi duymuyorsun? Ayrıca havlunu kullanmışsam ne olmuş, pisim sanki.'' Homurdanmama yüzüyle bir tepki vermedi ve gözlerini sigarasına döndü.

''Bir daha seni eşyalarıma dokunurken görmeyeceğim,'' dedi gözleri gözlerimi bulduğunda. ''Elini gerçekten kırarım.'' Ona ukala bir bakış attım ama ciddiyeti yüzünden anlaşılıyordu. Sesimi çıkarmamaya karar verip koltuktan kalktım ve banyoya geri döndüm.

Saçlarımı hızlı bir şekilde, kabataslak kurutup çıktığımda Metin koridorun karşısında paltosunu giyiyordu. Daha fazla beklemeyeceğini anlayıp odasından gözlüğümü ve çantamı alıp çıktım. Yanından geçip askılıktan deri ceketimi kaptım ve üzerime giydim. Açıkta olan göğsüm ve yeni duş almış olmam yüzünden hasta olmamayı umdum. Metin arkamdan çıkıp kapıyı açtı ve çıkmamı bekledi. Ona bakmadan arabasına doğru ilerlerlerken, gözlerim istemeden yine Giray'ın arabasını aradı. Onun için endişeleniyordum.

Arkama dönüp Metin'in paltosunu elinin tersiyle kaldırmış, pantolonun arkasına bir şey koyarken gördüğümde, yüzümdeki kanın çekildiğini hissettim çünkü soğukluğunu durduğum yerden bile hissedebildiğim metal, silahtan başka bir şey değildi. Olduğum yerden kıpırdayamaz halde dikilirken, Metin bana bakmadan arabaya ilerledi ve şoför koltuğuna geçti. Bakışları arabanın ön camından bana ulaştığında yüzünde isimlendiremediğim bir ifade vardı. Ellerim iki yanıma düşmüş, bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Yalan söylemişti. Beni öldürmeye götürüyordu.

Arabanın içinden başıyla sabırsız bir şekilde arabaya binmem için komut verdi ama yüzümde bile mimik oynamadı. Ancak o zaman fark edebilmiştim ki kaçmam gerekiyordu. Ölüm tarihimi geri çekecek olsa bile yapabileceğim tek şey buydu: Savaşmak. Dağ evinin yanına uzanan yola doğru dönerek koşmaya başladığımda ayağımın altındaki acı bana ihanet ediyordu. Korkuyla harmanlanmış bir damla gözyaşı kahverengi gözlerimde kopup, koşmamla geriye doğru savrulan havaya karıştı ama aldırmadım. Yolun ortasında koşarken bir arabanın sesiyle kalbime bir umut dalgası yayıldı. Koşuşum bu dalgayla daha da hızlanırken bir anlığına kurtulmuş olduğumu hissettim ama bir terslik vardı. Yaklaşan araba sesi arkamdan geliyordu.

Ben arkama bile dönemeden önümde yatay bir şekilde ani fren yapan araba durduğunda, Metin çıktığı kapıyı bile kapatmadan bana doğru yürüdü.

''Sen benimle dalga mı geçiyorsun lan?'' Sanki gür sesi dağlarda yankılandı, göklerde şimşek çaktırdı. Gözlerimden yaşların süzüldüğünü idrak edebiliyordum. Kolumu yakaladığında burnundan soluyordu ve nefesi sanki beni boğarmışçasına yüzüme çarpıyordu.

''Beni öldüreceksin,'' diye fısıldadığımda yalvarır gibi gözlerinin içine bakıyordum.

Ufak bir şaşkınlık ifadesinden sonra öfkesi yüzüne daha da yayıldı ve ''Ne?'' diye sert bir çıkış yaptı.

''Silahın var,'' dedim sesim daha fazla çıkamıyormuş gibi. ''Gördüm.''

Kafasını eğdi, gözlerindeki tehlikeyi sezebiliyordum. ''Sana son kez söylüyorum,'' dedi dişlerinin arasından. ''Ölmeni isteseydim ölmüştün. Bir daha bunun konusunu açarsan o an yapmayacaksam bile öldürürüm seni.'' Yalan mı söylüyordu? Kaçacağımı anladığı ve ona zorluk çıkarmamı istemediği için beni mi rahatlatıyordu? ''Bin,'' dedi kolumu ittirircesine bırakıp arkasına döndükten sonra arabaya binerken. Bir süre daha yolun ortasında dikildim ve gözlerini direksiyona dikmiş sakinleşmeye çalışan Metin'i izledim. Bacaklarıma komut verebildiğimde yavaşça arabaya doğru ilerledim.

''Sanırım ayağım yine kanıyor,'' diye fısıldadım yola çıktığımızda. Haklı olduğunu o an anladım çünkü düşünmeden hareket etmiştim. Bana da hak vermesini istiyordum, o bir katildi ve elinde silah görmem elbette bana bunu düşündürtecekti. Beni en azından o adam bulunana kadar öldürmeyeceğini biliyordum ama kendime engel olamıyordum çünkü ne yapacağını kestiremiyordum. Ona baktım. Direksiyonu iki eliyle kavramış, sabit bir ifadeyle yola bakıyordu ama kaşları çatılmış, çenesi kasılmıştı.

Soğuk içime işlemiş gibi hissediyordum. Önüme döndüğümde bacağımı uzatıp sızlayan ayağımı daha rahat bir pozisyonda tutmaya çalıştım. Gözlerim yanıyordu. Nereye gittiğimizi bile bilmiyordum ama sormayacaktım, soramazdım. Her an patlamaya hazır bir bombaya dokunacak aptal cesareti bende yoktu. Ben de kafamı geriye yasladım, gözlerimi ovuşturdum.

Uykum yoktu ama gözlerimin kapalı olduğu saniyeler beni bir rüyanın içinde kapana sıkıştırmıştı. Hava soğuktu. Karlar bembeyaz bir çarşaf misali upuzun asfaltı örtüyordu. Yol uzundu, nereye çıktığını bilmiyordum. Yürüdükçe karşımda beyazlar içinde bir kadın belirdi. Gözlerimi kıstım, görmeye çalıştım. Uzun, dalgalı kahve saçları beline uzanıyordu. İnce, uzun bir yapısı vardı. Yürümeye devam ederken kafasını bana döndü, saçları bana uzandı. Kokusunu içime çekmeye çalıştım ama olmuyordu. Gözlerini kısan bir gülümsemeyle bana baktı.

''Anne?'' Bu kadın, fotoğraflarda gördüğüm kadındı. Bana yaşam veren insandı. Ben onu tanıyamadan beni bırakan kadındı. Oysa annelerin koruyucu olması gerekmez miydi? Annelerin, çocukları için savaşmaları gerekmez miydi? Bir uçuruma yürüdüğünü gözlerimi göz alıcı güzellikteki yüzünden çektiğimde fark edebilmiştim. ''Önüne bak!''

''Salak mısın?'' İrkildiğim yerde kendime gelmeye başladığımda Metin'e baktım. ''Önüme bakıyorum zaten,'' dedi bana bakmadan. Yüzümdeki afallamış ifadeyi gördüğümde gözlerindeki yansımamdan bembeyaz kesilmiş tenimi seçmeye çalıştım. ''Kabus mu gördün?''

Yutkunurken ona yavaşça kafamı salladım. Karnımdan guruldama sesi geldiğinde utançla elimi karnıma götürdüm. Duyup duymadığını kontrol etmek için bile ona bakamadım. ''Ne zamandır uyuyorum?''

''Yaklaşık bir saat,'' dedi arabanın hızı yavaşlarken. Şehir merkezine yakın bir yerlerde olduğumuzu düşünerek etrafıma bakındım. Metin arabayı küçük bir restoranın önüne park ettiğinde ona neredeyse teşekkür edecektim. Arabadan inip dışarıdaki masalardan birine doğru yöneldik.

''İki kişilik kahvaltı masası hazırlamanızı istiyorum,'' dedi garsona bakarak bakmadığı menüyü eline tutuştururken. ''Hızlı olsun.''

''Teşekkürler,'' diye mırıldandım garson arkasına dönmeden önce. İstanbul'un soğuk rüzgarları göğsümde toplanırken ceketimin fermuarını yukarı çektim. Ellerimi kalçalarımın altına koyup etrafıma bakındım. Aklıma bir şey gelmiş gibi Metin'e döndüğümde sigarasını yakıyordu. ''Nereye gidiyoruz?''

Sigarasını yakıp içine bir nefes çektiğinde gözlerini yola çevirdi. Omuzlarım düşerken cevap vermeyeceğini anladığımda restorana göz gezdiriyormuş gibi yaptım. Normal hissetmiyordum. Sessizliği daha da çok sinirlerimi bozuyordu. ''Giray nerededir sence?'' diye sordum kendimi tutamayarak.

''Kapat şu çeneni.'' Gözlerim büyürken garson büyük bir tepsiyle masamıza yaklaştı. Elindekileri masaya yerleştirirken gözlerimizi birbirinden ayırmıyorduk. ''Soru sorma,'' dedi garson gittiğinde. Öfkeyle kollarımı göğsümde birleştirip önümdeki kahvaltıya baktım. Çayın üzerinden çıkan duman, kaynak sıvıyı Metin'in üzerine fırlatma isteği doğuruyordu içimde. Telefonumdan mesaj sesi geldiğinde yanımda duran çantamı kucağıma alıp telefonumu çıkardım.

''Lara, Giray yine abisi hakkında bir şeyler geveledi.'' Mesajlar Duygu'dandı.

''Senin için endişeleniyorum, Metin gerçekten bahsettiği gibi biri mi?''

''Bana en kısa zamanda dönüş yap lütfen.''

Bakışlarım Metin'e kaydığında o kahvaltısına başlamıştı bile. Gözlerim telefonuma geri kaydığında şarjımın ne kadar az olduğunu gördüm. Bir şeyler sallamalı, Duygu'yu biraz da olsa rahatlatmalıydım.

''Duygu, Giray ve Metin'in arası pek iyi değil. Bunun yanı sıra Giray biraz olayları abartıyor olabilir, sen daha iyi tanıyorsundur. Ben iyiyim, merak edilecek hiçbir şey yok.'' Metin'e baktım. Gözleri gözlerimle buluştuğunda içimi kaplayan soğuk, ondan bana ulaşmıştı. ''Metin gayet iyi bir insan, mutluyuz.'' Mesajı gönderdikten sonra telefonumu kapatıp çantama attım.

''Kime yazıyorsun?'' Metin, bakışlarını tabağına indirirken ben de önümdeki kahvaltıya başladım.

''Duygu,'' dedim kısaca. Giray'dan ve onun Duygu'ya bahsettiklerinden konuşmak istemiyor, onu olduğundan daha gergin bir hale getirmekten çekiniyordum. O da bir şey söylemeyip yemeğine devam etti ve ikimiz de sessizlik içerisinde kahvaltılarımızı yemeye koyulduk.

Kahvaltılarımız bittiğinde ve arabadaki yerlerimizi aldığımızda, aramızdaki buzdan sükunet hala devam etmekteydi. Metin, arabayı az öncekinden daha yavaş bir halde sürüyordu ama karışmadım.

''Nereye gittiğimizi söylesen en azından,'' diye sitem ettim. Sessizliği büyürken öfkeyle ona döndüm. Dikiz aynası ve önümüzdeki yol arasında mekik dokuyan gözleri, konuşmamaya kararlı olduğunu belli eder nitelikteydi. Deri ceketimin cebinden sigara ve çakmağımı çıkarıp, paketten çektiğim dalı dudaklarımın arasında dengeledim.

''İçme.'' Elimde çakmak, ağzımda sigarayla ona baktım. Sigarayı ağzımdan çekip ağzımı açtığımda, ters yöne giden yola dönüyorduk.

''Ne yapıyorsun?'' Kaşlarım havalanmıştı.

''Sessiz ol Lara.'' Ona tekrar döndüğümde bu sefer içimde dizginleyemeyeceğim bir öfke doğmuştu.

''Bana emir vermeyi kesecek misin?'' Bana sert bir bakış atsa da saniyeler içerisinde önüne döndü. ''Alt tarafı soru soruyorum...''

''Lara kes sesini!'' Beklemediğim bu öfke patlamasıyla yerime sindim ama içimden bir ses bu öfkenin bana olmadığını söylüyordu. Dikkatle onu inceliyordum ama o yola bakmak yerine dikiz aynasına odaklanmıştı. ''Bizi takip ediyor. Artık emin oldum,'' dedi alçalmış ama hala sert çıkan ses tonuyla. Elini pantolonun arkasına soktuğunda silahını daha ulaşılabilir bir hale getirdiğini gördüm ama tam onu durdurmak için ağzımı açtığım anda araba ani bir frenle beni öne savurdu. Kafamı korumayı zar zor başarabildikten sonra arabanın içine soğuk hava doldu ve Metin arabadan hışımla inip arkaya yöneldi.

Kemerimi ellerim titreyerek çözdüm ve kendimi dışarı atıp Metin'e baktım. Hızla, yolda ters istikamete doğru yürüyor, çalan korna seslerine aldırmıyordu. Bizden yaklaşık beş araba uzaklıktaki gri bir araba hızla U dönüşü yapmaya çalışırken Metin'in adımları hızlandı. Eli silahındaydı ancak dışarı çıkarması hem riskli hem boşuna olacağı için arabaya yaklaşabildiği kadar yaklaşmaya çalıştı ama o gri araba çoktan ters istikamete doğru hızla yol alıyordu. Korna sesleri, bütün yolda boydan boya yükselirken Metin durdu. Bazıları ön camından kafalarını uzatıp sitem içerisinde bağırıyor, bazıları dur durak bilmeden kornalarına basıyor bazıları ise yoldaki boş şeride geçiyordu. Metin arkasını dönüp arabaya doğru ilerlerken gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir şey vardı. Şimdi gözümde, saf bir katil gibi gözüküyordu çünkü o adamları yakalasaydı elini silaha atacağından hiç kuşkum yoktu.

Arabaya geri bindiğimizde ürkek bir tavırla yanında oturuyor, nefes alış verişlerimi bile duyamayacağı şekilde yapıyordum. Geri dönüyorduk. Cebinden telefonunu çıkardı ve bir tuşa bastı.

''Yekta,'' dedi tok bir sesle. ''Sana söyleyeceğim plakayı araştırın ve bir saat içinde bende olun.'' Plakayı söyleyip telefonu kapattığında ona kaçamak bakışlar bile atmaya korkuyordum. Tek görebildiğim görüş alanıma giren, direksiyonu sımsıkı kavramış elleriydi. Geldiğimiz yolu geri dönerken ve yarılamışken telefonumun çalışıyla daldığım düşüncelerden irkilerek ayrıldım. Telefonun ekranında çıkan isimle kaşlarım çatıldı.

''Giray?'' Nefes alıp verme sesleri geliyordu. Sanki bir şey söyleyecekmiş oluyor, sonra vazgeçiyordu.

''Lara?'' dedi zar zor çıkan bir sesle. ''İyi misin?'' Endişe vücudumdaki bütün kaslara ulaşırken Metin'in gözünün bana kaydığını hissettim.

''İyiyim,'' dedim donuk bir halde. ''Neler oluyor?'' Kısık bir şekilde nefes almaya devam ediyordu. O her nefes verdiğinde, benim içimdeki nefes tükeniyor gibi hissediyordum. Bir şey olmuştu, bunu hissedebiliyordum.

''Beni...'' Sesi bir anda kesildiğinde telefonu kulağımdan çekip yüzüme tuttum. Şarjım bitmişti. Metin'e endişeyle dönüp ''Şarjım bitti,'' dedim. Sakin bir ifadeyle elini cebine attı ve telefonunu çıkarıp onu aradı. Telefon kulağında beklerken, çalma sesini her duyduğumda kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum.

''Açmıyor,'' dedi sakin bir ifadeyle. Onun da endişelendiğini biliyordum, her şeye rağmen onlar kardeşti. Elimi çeneme götürüp rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdandım. Metin arabayı daha hızlı bir şekilde kullanmaya başlasa da buna ses çıkarmadım. Bacağımı sallıyor, bir an önce Giray'ın iyi olup olmadığını öğrenmek istiyordum.

''Telefonunu alabilir miyim?'' Bana attığı kısa bakış isteğimi reddettiğini gösteriyordu ama susmadım. ''Duygu Giray'ın nerede olduğunu biliyor olabilir.'' Bakışlarını bir süre daha yolda tutarken kafasından neler geçtiğini anlamam imkansızdı. Bir süre daha hareketsiz kaldıktan sonra telefonunu çıkarıp bana verdi. Duygu'nun numarasını tuşlayıp telefonu hızla kulağıma götürdüm.

''Duygu. Benim, Lara,'' dedim telefonu açar açmaz. Konuşmak için ağzını açtığını belli eden nefesini duyar duymaz ''Giray nerede, biliyor musun?''

''Giray mı?'' dedi şaşırdığını belli eden bir sesle. ''Bugün hiç konuşmadık ama dün gece eve döneceğini söylüyordu.'' Metin'in Duygu'yu duyduğunu bilerek ona döndüm. Yüzü kaskatıydı ama yine de bir duygu taşımıyordu. Evin yakınlarına yaklaştığımızda Duygu'yla vedalaşıp telefonu kapattım. Bana bir sürü mesaj atıp soru soracağını biliyordum ama bunları daha sonra düşünecektim.

''Lara,'' dedi Metin evin önüne geldiğimizde. Ona baktığımda arabayı durdurmuş, dümdüz bir ifadeyle eve bakıyordu. Kafamı önüme döndüğümde kapının önünde oturan birini gördüm. Sonradan fark ettim ki oturmuyordu, baygın bir halde oturur vaziyette merdivenlere yayılmıştı. Yüzündeki kanları ve morlukları buradan bile seçebildiğim Giray, korkunç bir haldeydi.

''Giray!'' İkimiz de arabadan hızla indiğimizde, Giray bizi duymuyor gibiydi. Ona temkinli bir şekilde yaklaştım. Metin arkamda dikiliyordu ama hiçbir şey yapmıyordu. Soğuk ellerimle Giray'ın yüzünü kavradım ve bana doğru çevirdim. Çok kötü gözüküyordu ve çok fena dayak yemişti. Ne yapacağımı bilemeden Metin'e baktım. Metin, yüzünde buz gibi soğuk bir ifadeyle kardeşine bakıyordu. Evin kapısını açıp ardına kadar ittikten sonra Giray'ı yerden kaldırıp kolunun altına girdi.

''Odasına çıkaralım,'' dedi ben kapıyı arkamızdan kapatırken. Yanına koşup Giray'ın diğer koluna da ben girdim ve yavaş adımlarla onu odasına çıkardık. Giray'ı yatağa yatırdığımızda belli belirsiz mırıldanmaya başlamıştı.

''Giray?'' dedim başının altındaki yastığı düzeltirken. Kaşı patlamış, bir gözü morarmıştı ve yüzünün her tarafında kesik gibi gözüken ince çizgiler vardı. Gözlerini güçlükle aralamaya çalıştı ama morarmış gözü hiç açmayacağı bir haldeydi.

''Kim yaptı bunu sana?'' Metin'in tok sesiyle kafamı ona döndüm. Yüzümde ona olan sitemi belli eden bir ifade vardı ama o bana bakmıyordu. İlk sorduğu şey bu muydu?

''Bil... Bilmiyorum,'' dedi Giray zar zor çıkan bir sesle. Aşağıdan gelen kapıya vurulma sesi geldiğinde Metin gözlerini kardeşinden zar zor çekti. Odadan çıktığında elimi Giray'ın yüzüne koyup ona acı dolu bir ifadeyle baktım.

''Lara,'' dedi Giray zorlukla nefes alırken.

''Konuşma şimdi,'' dedim onu rahatlatmak istercesine.

''Seni...'' Acıyla öksürdüğünde havalanan sırtını sıvazladım. Yatağa geri yatıp derin bir nefes aldı. Tek gözüyle bana bakarken, ona bakmakta güçlük çekiyordum. ''Seni arıyorlar.'' Kaşlarım çatılırken hala baygın olup olmadığını düşündüm. Yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu.

''Duygular mı?'' dedim önüne düşmüş saçlarını geriye doğru çekerken. ''Konuştum onlarla, merak etme.'' Kafasını bir kereliğine de olsa iki yana salladı ve tekrar zorlukla öksürdü. Öksürüğünün ardındaki hırıltılı nefes beni korkutmuştu. Kim bilir nasıl dövmüşlerdi...

''Adam,'' dedi zar zor anlayabildiğim sesiyle. ''Adamlar.'' Gözlerimdeki bütün duygu sökülüp alınırken, Giray'ın gözünün içine bakıyordum. Önce yüzündeki yaralardan ifadesini çözememiştim ama şimdi anlayabiliyordum. Giray korkuyordu.

''Giray?'' Odaya Ada girdiğinde yüzüne eğildiğim Giray'dan uzaklaştım. Yutkunarak etrafıma bakındığımda Metin kuşku dolu bir ifadeyle gözlerini bana dikmişti. ''Bu hal ne? Kim yaptı bunu sana?'' Ada benim az önce olduğum yerde konumunu alırken, benim az önce yaptığım gibi elini Giray'ın yüzüne koymuştu. Gözlerimi Metin'den kaçırıp Giray'a baktığımda hala bana bakıyordu. Siktir!

İki kardeşin arasında bir cehennemde kaldığımı düşünüyordum. Şanssızlığım doğrultusunda bu ateş saçan yere adım attığımı sanıyordum. Şimdi biri benim yüzümden vurulmuş, diğeri ölesiye dövülmüştü. Artık kesinleşen tek bir şey vardı o da bu evde hepimiz, birbirimiz için bir tehlikeydik. Olaylara ben yön vermiyor olsam bile birileri benim adıma kan akıtıyordu. Elimi enseme koyup kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama önümdeki iki enkazın gözleri bendeyken, suçluluk duygusunu içimden atamıyordum.

Yekta odaya girip Giray'a kısa bir bakış attıktan sonra gözleri bende olan Metin'e döndü. Bana öyle bakıyor olması, yüzümün bembeyaz kesilmiş olduğunu kanıtlıyor ve onun bunu anladığını gösteriyordu. ''Arabayı bulduk,'' dedi Yekta Metin'in yanına gidip. ''Tahmin ettiğimiz gibi kiralık. Kiralayan adam Turgut Çelik. Adamın sabıka kaydında hiçbir şey yok. Üç çocuğu var, durumları fazla iyi değil. Yaşadıkları mahallede bir bakkal işletiyor.''

''Yani adam da kiralık?'' dedi Metin Yekta'ya dönüp.

''Arabanın içindeki büyük ihtimalle bu adam değildi,'' dedi Yekta onu onaylarken. ''Adamı bulup sorgulamamızı ister misin?''

Metin çenesinin ucuyla Giray'ı gösterip, ''Önce bu işi halledelim,'' dedi. Bakışlarımı onlardan çekip yanlarından geçtim ve odadan çıktım. Yavaş adımlarla merdivenleri inip mutfağa girdim ve sabah masaya bıraktığım sargı bezini tekrar elime aldım. Şöminenin karşısındaki koltuklardan birine oturup, ayağımı önüme aldım.

''Ne söyledi sana?'' Metin, paltosunu çıkarıp askılığa astı. Arkamdan geldiğini bile duymamıştım. Ayağımdaki sargıyı yavaşça çıkarttım.

''Hiçbir şey,'' dedim omuz silkerek. Düşündüğüm gibi koştuğum için tekrar kanatmıştım.

''Söyle,'' dedi sinirlenmeye başladığını belli eder bir sesle önümde durunca. Neden bilmiyorum, korkudan çok pişmanlık hissediyordum. Ayağımı temiz bezle tekrar sarıp işimi hallettim.

''Beni aradıklarını söyledi sadece,'' dedim zar zor duyulan bir sesle. ''Onu döven adamların,'' dedim bakışlarım ona kalkarken. Kaşları çatılmış, altındaki kehribarları karanlığa gömmüştü. Şömineden vuran ışık bir yüzünü ateşin yansımalarıyla parlatıyor, diğer yüzünü gölgede bırakıyordu. Çenesini sıkıyor, gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Yüzümü ifadesiz tutmaya çalışıyordum ama neredeyse ağlayacak kadar üzgündüm. Beni suçlasa, benim onlara yaptığım gibi hayatlarını mahvettiğimi söylese sesimi çıkarmayacak kadar mahcuptum.

''Yani bu adamların seni istediği kesinleşmiş oldu,'' dedi başını yana eğerken. Yutkundum. Hayatımda böyle bir gerçeğin var olabilmesi, iliklerime kadar yalan bir hayat yaşadığımı hissettiriyordu. Karşımdaki koltuğa yavaşça oturuşunu izledim.

''Beni bırak,'' dedim fısıldar gibi bir sesle. ''Bunu ilk kez sizin için istiyorum.'' Gözlerinde bir duygu görmek istedim. Sinirlenip bana tehditler savunmasını, küçük düşürmesini veya bu zamana kadar yaptığı gibi canımı yakmasını. Bunu hak ettiğime inanmıyordum ama gözlerinde beni olduğumdan daha suçlu hissettirecek bir duygudansa, her şeye razıydım.

''Neden?'' dedi ifadesiz bir sesle. ''Bize mi acıyorsun?'' Bu sefer sesi alaycı çıkmıştı ama yüzü hala dümdüzdü.

''Acımak değil,'' dedim dürüstçe. ''Başınıza bela açıyorum,'' diye fısıldadım ama Metin beni şaşırtarak duygusuz bir kahkaha attı. Artık psikopat olduğundan şüphelenmiyordum, emindim.

''Sen bela ne demek biliyor musun?'' dedi yerinden yavaşça kalkarken. Yüzünde dans eden ateşin yansıması sanki üzerime sıçramış, bana yaklaştığı her adımda sıcaklığı beni de içine alıyordu. Ben koltukta geri çekildikçe, o daha da çok yaklaştı ve yüzüme eğilip ''Gözlerime bak,'' dedi sakin ama sert çıkan bir ses tonuyla. ''Bela benim.'' Elimi kaçıramadan kavrayıp göğsünün ortasına bastırdı. ''Bu beden,'' dedi elimi göğsüne bastırırken. ''Bu adam.'' Korkuyla yüzünü inceliyordum ama bu korku bana bir şey yapacak olmasından dolayı değil, söylediklerine kalbimin derinliklerinden inandığım içindi. ''Seni bırakmayacağım,'' dedi elimi yavaşça bırakırken. ''Özellikle en eğlenceli kısımda.''

Üzerimden çekilip arkasına bile bakmadan görüş alanımdan çıktı. Sanki nefes almayı unutmuşum gibi, ağzımı açıp içimin hava dolmasını bekledim. Gözlerim sabit bir şekilde halıya odaklı kalmıştı ve zihnim sanki beni terk etmişti. Dudaklarımı yalayıp yüzümü şömine ateşine çevirdim. Kafama vurmak istiyor, benimle uğraşabilecek kim varsa bulmak istiyordum ama yoktu. Hayatımda öyle biri yoktu, ben salak değildim ve bunu fark ederdim. Ayağa kalkıp nefesimi düzene sokmaya çalışırken ellerimi saçlarımdan geçirdim. Delirmek üzereymiş gibi bir o yana bir bu yana yürüyor, sonu çıkmaz olan düşüncelerimde koşturuyordum. Yine de, hiçbir yere varamıyordum.

''Lara?'' dedi Ada merdivenlerin önünde dururken. Endişeli bir ifadeyle yüzümü inceliyordu. Ne zamandır oradaydı? ''İyi görünmüyorsun.''

''Umurumda değil,'' dedim dürüstçe. Kafamı pencereye dönüp, bana yaklaşan adım seslerini dinledim. ''Benim gitmem lazım Ada. Onlara zarar veriyorum.'' Yağmur çiseliyor, asfalttaki kiri temizliyordu. Yağmurun altında olduğumu hissettim. Soğuk, küçük damlalar tenimde yer bulurken yüzümü gökyüzüne kaldırıp ona kucak açmak istedim. İçimdeki değerli özgürlük günden güne, betona çarpıp dağılan yağmur damlaları gibi kayboluyordu. Tanımadığım birinin hayatını yaşıyormuş gibi can çekişiyordum bedenimin içinde.

''Mümkün değil Lara,'' dedi Ada yanımda durup benim gibi cama çarpan yağmuru izlerken. ''Özellikle zarar gördükleri için bu işin peşini ölene kadar bırakmazlar. Ellerindeki tek koz da sensin.''

''Koz mu?'' dedim alaycı bir ifadeyle ama gözlerime dolan yaşlara engel olamamıştım.

''Konu intikam olduğunda bu iki inatçı kardeşi kimse durduramaz,'' dedi beni duymazlıktan gelerek. Ona döndüm. Siyah saçlarını kafasında dağınık bir topuz yaparak toplamış, biçimli çenesini daha da öne çıkarmıştı. Yan profilden bakınca, bambaşka biri gibi duruyordu ama hala aynı güzellikteydi. ''Benim kardeşim ölsem bile üzülmez,'' dedi buruk bir gülümsemeyle.

Şaşkınlıkla kalkan kaşlarımı indiremeden yüzünü bana döndü. Sert yüz hatları olmasına rağmen, bakışlarındaki burukluğu seçebiliyordum. ''Yekta?'' diye sordum fısıldayarak. Kafasını sallayarak bana bakmaya devam etti. Kendini toparlayıp burnunu çekti ve yanımdan ayrılıp mutfağa yöneldi. Bu eve bir psikiyatrist çağırılması ve beş kişiye terapi uygulaması gerekiyordu.

Metin odasının kapısını gürültüyle kapatıp koridordan bana doğru yürürken elindeki telefon çalmaya başladı. Kendiminkinin şarjını bittiğini hatırlayarak, kapının yanında duran çantama doğru yöneldim. ''Amca?'' dedi mesafeli bir sesle. Çantamdan telefonumu ve şarj aletimi çıkarıp mutfaktaki prize ilerledim. ''Bugün gelmeyeceğiz.'' Karşı taraftan konuşma sesleri geldi. ''Bir durum yok, sana haber ederim.'' Telefonumu şarj olması için bırakıp arkama döndüğümde Metin konuşmayı sonlandırmıştı. Anladım ki ailesinden olsun olmasın, kendinden büyüklere bile saygıdan çok uzak ve soğuktu.

''Doktoru aradın mı Ada?'' Ada, oturduğu yerde sigarasını içerken kafasını salladı. Çok fazla sigara içtiğini düşündüm ama onu sadece birkaç gündür tanıyordum. Yekta da salona geldiğinde bakışlarımız ona döndü ama o kimseye bakmadan kendini koltuğa atıp ayaklarını uzattı. Metin telefonunda bir şeyleri kurcalayarak odasına geri gitmek için arkasını döndü. O kadar gergin hissediyordum ki, kendimi cenaze evindeymiş gibi hissediyordum. Ayaklarımı sürüyerek Yekta'nın uzandığı koltuğun karşısına geçtim.

''Yekta?'' dedim çekingen bir ifadeyle. İnsanların psikolojilerini anlamaya çalışmayı ve onları birkaç cümlelik sohbetlerle tanımayı kendime huy edinmiştim. Belki de bu henüz adı olmayan bir yetenek olabilirdi, bilmiyorum. Onların gözlerinin içine bakar, neler hissettiklerini anlamaya çalışırdım. Üstü kapalı sorularla onların karakterlerini çözmeye çalışırdım ve bu artık elimde değildi, iyi veya kötü bir şey yapıp yapmadığımı düşünmeden yapardım bunu. Bu yüzden psikoloji okumayı seçmiştim.

''Efendim?'' dedi gözlerini bana dikerken. Yekta'nın içinin boş olduğunu düşünmem, kötü karakterli bir insan olduğum anlamına mı gelirdi? Halbuki duygusuz olmayı o seçmemişti ve bu bir hastalık değil, kişilik bozukluğuydu.

''Tedavi gördün mü?'' Ada'nın bakışlarının üzerimizde olduğunu biliyordum ama yanlış bir şey yaptığımı düşünmediği için, sessizce dinliyordu.

''Gördüm,'' dedi Yekta. ''Tedavisi yok aslında. Sadece neye nasıl tepki vermem gerektiğini öğrendim. Anlayacağın, rol yapmayı.'' Ona sakince kafamı salladım.

''Zor olmalı, değil mi?'' Bakışlarını üzerimde bir süre daha tuttu. Ada'yla olan fiziksel benzerliklerini şimdi daha iyi seçebiliyordum. Aralarında en fazla birkaç yaş vardı ama Yekta daha küçük duruyordu.

''Değil,'' dedi net bir şekilde. ''Hissetmek istemezdim. Böyle iyiyim,'' dedi sabırlı bir şekilde. Ona gülümsedim ve bakışlarımı ondan çekip, Ada'ya döndüm. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşup kayboldu. Arkama yaslanıp kafamı tavana doğru kaldırdım. Hissetmemeyi ister miydim? Zaten içimde, derinlerde bir yerlerde biliyordum ki artık o eski ben kalmamıştı. Heyecanım, hüznüm, sevgim... Hepsi azalmıştı günden güne. Sadece içimdeki öfkeyi dindiremiyordum hiçbir zaman. Babam varken de öfke problemlerim vardı ama onun ölümünden sonra daha da büyümüştü içimdeki bu duygu. Ve korku... Korkuyu, hayatımda hiç tatmadığım kadar tatmaya başlamıştım. İşte bu bana yeni aşılanmış bir duyguydu çünkü ben hep her konuda cesaretli olmuştum. Ancak bu, bir katille tanışmadan önceydi.

Kapı çaldığında kafamı kaldırıp Ada'nın ayaklandığını gördüm. Kapıyı açtı ve doktoru içeri alıp onu Giray'ın odasına çıkardı. Onlar gözden kaybolmadan önce, doktor bana başıyla belli belirsiz selam verdi.

''Lara.'' Kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirip baktım. Metin'in bana seslendiğinden emin olduğumda yerimden yavaşça kalkıp, odasına doğru ilerledim. Tedbirli bir şekilde kapıyı yavaşça aralayıp baktığımda ayakta duruyor, kollarını masanın iki köşesine dayamıştı ve önündeki kağıtlara bakıyordu.

''Efendim?'' Yüzünü bana dönmediğinde bıkkın bir ifadeyle cevap vermeye tenezzül etmesini bekledim ama sesini çıkarmadı. Dudaklarımı birbirine bastırmış kapıdan çıkacakken, masanın üzerindeki fotoğraflardan birine ışık vurdu ve değdiği anıları yakıp yok etti. Emin olmak için Metin'in arkasına geçip, fotoğrafa daha yaklaşmaya çalıştım. Fotoğraftaki kişi gerçek annemdi.

''Senin tanımadığın ama seni tanıyan birinin bu işte parmağı olabilir mi?'' Bu sorunun cevabını sanki önceden vermişti de bana beni sorgulamak için soruyordu. Annemin fotoğrafının arkasında, babamın ve diğer annemin de fotoğrafları vardı. Hatta teyzemin, Deniz'in, Duygu'nun, Selin'in ve diğerlerinin fotoğrafları da, onlarla ilişkilendirilmiş olduğunu düşündüğüm dosyaların önlerinde duruyorlardı.

''Sanmıyorum,'' dedim fısıldar gibi bir sesle. Metin kollarını masadan ayırıp göğsünde buluşturdu ve daha yakından bakmam için masanın önünü açtı. ''Bütün bunlar da ne böyle?''

''Hayatındaki herkesi detaylı bir incelemeye aldım,'' dedi tok bir sesle. Yaşlar gözlerime dolarken ona bakmayı reddettim.

''Ölmüş annem ve babamın bu meseleyle ne alakası var?''

''Belli olmaz,'' dedi sakin bir sesle. ''Arkalarında bıraktıkları intikamlar olabilir diye düşündüm.''

''Yanlış düşünmüşsün,'' dedim öfke dolu bir sesle. Yüzümü ona döndüğümde en az onun kadar sert bakıyordum. "Annem de babam da öyle insanlar değildi."

''Annen neden öldü?'' Durmuyordu. Susmuyordu. O konuştukça bir bıçak anılara saplanıp saplanıp çıkıyordu.

''Lara,'' dedi babam küçük yüzümdeki yaşları silerken. ''Senin bir annen var.'' Kafamı iki yana sallarken sekiz yaşındaki benliğimin inadına sabırla yaklaşan babamın yüzünde canlandırdığım hüznü hatırlıyordum.

''O gerçek annem değil ki.'' Omuz silkmiştim. Doğduğumdan beri yanımda olan, anne dediğim kadın hakkında bu cümleyi nasıl kurabilmiştim, bilmiyordum.

''O senin gerçek annen, hep de öyle olacak.'' Babam, sinirlenmeye başladığında yüzüm hep daha da düşerdi ama bu inadımı körüklemekten başka bir işe yaramazdı.

''Neden öldü?'' Küçük ellerimi birleştirmiş, kafamı yere eğmiştim. ''Neden bırakmış bizi?''

''Lara,'' dedi babam acı çektiğini belli eder bir sesle. ''Arabasında bir sorun çıkmış,'' demişti yutkunurken. ''Bu yüzden sen hep çok dikkatli olacaksın, tamam mı?'' Gerisini hayal gücüme bırakırdı hep. Ne olduğunu söylemezdi ama bir şey olduğunu anlardım. Anlardım ama o gün ona o cümleleri kurduğumda anlamıyordum.

''Nedenmiş?'' Burnumu dikmiş, ona bakmıştım. ''Annemin yanına giderim işte!'' Babamın bunları söylediğimde bana ilk kez bağırdığını hatırlıyorum. Güldüm. Bana bunları söylediğim için bağıran adam, annemin yanına gitmişti.

''Arabasında bir problem varmış,'' dedim bakışlarımı Metin'den çekmeden. Gözlerimden bir damla yaş koptu ve yanaklarıma devrildi. Onu elimin tersiyle hızla silip, burnumu çektim. ''Arabası alev almış.''

''Annenden hemen sonra Melek'le neden evlendiğimi biliyor musun?'' demişti babam bir başka zaman diliminde. Ölmeden birkaç yıl önceydi, artık bana her şeyi anlatıyordu. ''Melek'in çocuğu olmuyordu.'' Yatak odasının kapısına bakıp annemin uyuduğundan emin olduktan sonra bana döndü. ''Kocasından da o yıl boşanmıştı. Acılarını sarıp, birbirine destek ve yardımcı olmak isteyen iki yabancıydık ama bu kararı almıştık.'' Gözlerini önündeki düğün fotoğrafına indirdi. ''Azra'dan sonra birine aşık olabileceğimi düşünmezdim ama oldu işte,'' dedi gülümseyerek. ''Sana mükemmel bir anne, bana da çok iyi bir eş, bir yol arkadaşı oldu.''

Bakışları bana döndüğünde gözlerinin dolduğunu görmemle yerle bir olduğumu hissettim. ''Eğer bana bir gün bir şey olursa,'' dedi saçlarımı okşarken. ''Birbirinize iyi bakın.''

''Azra Akyüz,'' dedi Metin bakışlarını yüzümden çekmeden. ''Doksan dokuz yılında yanan bir arabanın içinde can vermiş.''

Dikkatle ona bakıyordum. Daha fazla ağlamasam da, içimde kanamasını durduramadığım bir yarayı deşmişti. ''Madem biliyorsun, neden soruyorsun?'' İçimden, bana acı çektirmek için olduğunu tahmin edebiliyordum.

''Gece yarısı, bir bar çıkışında gerçekleşen bir kaza. Telefonu bulunduğunda babandan on altı cevapsız arama vardı.'' Sanki kafamdan aşağıya içi buz dolu bir su atılmıştı. Buzlar tenime değdiğinde sıcaklığımla buhar olup yok oluyordu. Babamın endişesini hissettim, haykırışlarını duydum, acısını çektim. ''Bedeni neredeyse yok oluncaya kadar yanmış.''

''Metin, devam etmeni istemiyorum.''

''Babanı kalp rahatsızlığı yüzünden morga sokmamışlar.''

''Metin!'' Ellerimle yakasından tutmuş, burnunun dibinde ona bakıyordum. Onu öldürebilirdim. Onu öldürürdüm.

''Arabadaki problem, patlamasının ardından bile çözülememiş. Tabii olasılıklar hep ağızdan ağıza dolaşılmış şeyler.'' Elimi kaldırdım ama yanağına indirmek üzereyken bileğimi sıkıca kavrayıp beni arkamdaki duvara yapıştırdı. Göz yaşları tenimde yerlerini bulurken hiçbir acıyı umursayacak halde değildim. ''Kısa devreler, ısınmış motor üzerine benzin dökülmesi, benzin hortumundaki ufak bir sızıntı...''

''Neden?'' diye sordum hıçkırıklarımın arasından. ''Neden bana acı çektirmek istiyorsun?''

''Sana acı çektirmiyorum,'' dedi sakin bir sesle yüzüme eğilirken. Elimi duvara yaslayan ellerini kaldırıp yüzümün iki yanına koydu ve başparmağıyla gözyaşlarımı sildi. Gözlerimden yaşlar akarken ona baktım. Bir nefeslik mesafede bir katil, avlamak için inine götürdüğü kurbanının gözyaşlarını siliyordu. ''Sana gerçekleri göstermeye çalışıyorum.''

Nefes almaya çalıştım ama önümdeki boşluk öyle dardı ki tek yapabildiğim onun kokusunu içime çekmek oldu.

''Annenin bir uyuşturucu bağımlısı olduğunu biliyor muydun?'' Gözlerim yuvalarından çıkacakmışçasına açılırken, içimde bir şeylerin patladığını hissedip ellerimi göğsüne koydum ve onu ittirdim.

''Yalan söylüyorsun!'' Yerinden hiç kıpırdatamamıştım.

''Sen doğduğunda bırakmış ama bu yeterli olmamış.'' Ellerimi göğsüne vurup onu tekrar ittirmeye çalıştım, olmadı. Kendimden uzaklaştırmaya çalıştığım o muydu, gerçekler mi? ''Hatta neredeyse ölüyormuşsun.''

''Metin,'' diye hıçkırdım ama o beni dinlemiyordu. Beni duymuyordu. ''Yalvarırım sus.''

''Doğumdan sonra eskisinden daha da kötü olmuş,'' dedi yakasındaki ellerimi tutarken. Ellerini ellerimin üstüne koydu ama beni uzaklaştırmaya çalışmadı. Tek yaptığı, dümdüz bir ifadeyle gözlerimin içine bakmaktı. ''Ama parası yokmuş.''

''Metin,'' diye fısıldadım ama artık bacaklarımda derman kalmamıştı. Gözyaşlarımın arasından ona bakarken ellerim omuzlarına çıktı. Ellerini ellerimden indirip, dirseklerimin altından tutup bana ayakta durmam için destek verdi. Dinlememi istiyordu. Dinlememi, haykırmamı, yok olmamı istiyordu ve en kötüsü de buna şahit olmak istiyordu.

''Sana saydığım hiçbir olasılık gerçekleşmedi,'' dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. Ne söyleyeceğini biliyordum. Biliyordum ama kabul edersem yıkılırdım. Haykırdım, adını bağırdım, omuzlarını sıktım ve içimde kalan son gücü harcayıp, kollarımı ona sardım. Başım göğsüne düştü, sesler uğultuya dönüştü. Metin kollarını bedenime sararken ona sarılmama izin verdi.

''Çünkü annen bir kazada ölmedi.'' Boynundaki ellerimi ona bastırdım. Bedenlerimizin arasındaki boşluk artık yok olmuştu. Kollarının arasındaki beden de yok olmuştu. Bir katilin kolları arasında, bayılacak kadar ağlarken, bilincimin kapandığını hissettim ama geç kalmıştım. Yaşananlara geç kalmıştım. Yaşanacaklara geç kalmıştım. Hayatımın bana sunduğu yalanlara inanmış, gerçekleri kucaklamaya geç kalmıştım. Bayılmadan önce bana kurduğu cümleyi duymamaya geç kalmıştım.

''Annen cinayete kurban gitti.''