Kimse yok mu? İnsanlığımızın en büyük sorularından biri ve hâlâ cevaplanmış değil. Bugün yaptıklarımıza bakacak olursak cevabın “yalnız değilsin” olmasını umuyor gibiyiz. Bize özgü davranışları sergileyen hayvanlara ayrı bir ilgi ve teveccühte bulunuyoruz. Örneğin, muhabbet kuşu ve papağanların bizi taklit ediyor olmasına hayranlık duyuyoruz. Katil balinalar (orkalar) sesimizi taklit ettiğinde kendimizi yüzen deniz canlılarına bile yakın hissediyoruz. Milyonlarca liralık yatırımlar da yapıyoruz, devasa uydular kuruyoruz, evrende başka kimse var mı sorularını soruyoruz ve sürekli dinliyoruz. Şimdilik evrenden bir cevap yok.
Fakat, atalarımız yalnız değildi. Binlerce yıl önceki atalarımız bu dünyayı birkaç insan türüyle birlikte paylaşıyorlardı. Toplumda bilinenin aksine biz bir türün sonuncusu olarak dünyada her zaman yalnız değildik. Diğer insan türleriyle beraber yaşıyor aynı zamanda rekabet ediyorduk. Bunlardan biri yakın kuzenimiz olan ve hakkında en çok bilgiye ve cevapsız sorulara sahip olduğumuz Neandertal.
Yıl 1863, Britanya Bilim İlerleme Birliği Newcastle geleneksel yaz buluşmasında Profesör William King yedi yıl önce Almanya’da Neander vadisinde bulunan kemiklerin bilinenin aksine hatalı bir "Homo sapiens"e ait kemikler değil yeni bir insan türüne ait olduğunu açıklayarak kayıp kuzenin hikâyesini başlattı. Onlar kendine ne derlerdi bilmiyoruz fakat biz onlara bulundukları vadinin ismini türetip Neandertal dedik. Garip bir biçimde bu soyu tükenmiş kuzenimizin isminin anlamı “Yeni insan vadisinin insanları” oldu.
Peki kim bu Neandertal? Kendisi aslında gerçek bir Avrupalı. Bir milyon yıl kadar önce bizim de atamız olan insan türlerinin Avrupa’ya yerleşerek bizden ayrılmasıyla oluşan yeni bir tür. Burada hangi atamızdan ayrıldık tam olarak bilinmiyor. İhtimaller dahilinde son ortak ata "Homo heidelbergensis" olduğu düşünülmektedir. Bu insan türünün bu atalardan ayrılması da günümüzden 250 bin yıl öncesine uzanır ve 30 bin yıl kadar önce de yok olmuşlardır.
Bize çok benzerler şöyle ki bu türün yok olmayıp günümüzde yaşadığı bir dünya düşünürsek; trafikte, Neandertal bir sürücüyle kendinizi yol verme kavgası ediyorken bulabilirsiniz. Akşam televizyonu açtığınızda O Ses Türkiye’de Neandertal bir yarışmacının sesini sevmeyip kanalı değiştirir ve Neandertal bir futbolcunun attığı enfes golün tekrarını izleyebilirsiniz. Dahası cuma vakti camide Neandertal insanlarla birlikte safları sıklaştırabilirsiniz. Fakat bizden bir o kadar da farklılardır ki aynı dünyada, tarihinde Neandertal soykırımı bulunmayan devlet bulamazsınız. Aile geçmişinde kölelik olmayan Neandertal arkadaşınız olmazdı. Porno sektöründe de kategorilerini bulabilirdiniz.
Dilerseniz Neandertallerin yaşadığı fantastik dünyadan çıkıp yok olduğu dünyanın geçmişine dönelim. Çoğunlukla mağaralarda arkeolojik kazıdan elde edilen bilgiler ışığında ki Neandertal insanları soğuktan korunmak için yaşam alanı olarak mağaraları tercih etmiştir, nasıl yaşadıkları hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Tıpkı onlarda bizim gibi ateşi kontrol altına alabilmişler ve yemeklerini pişirerek yemişlerdir. Öğünlerini mamut, at, bizon ve geyik türü kara hayvanlarından fok, deniz kabukluları gibi deniz hayvanlarına ve sebze türü bitkiler oluşturmaktadır. Tabi ki bunları avlamak için mızrak, taş balta gibi aletler kullanmış ve icat etmişlerdir (Levollois tekniği). Ayrıca, Avrupa’nın buzul dönemini atlatmalarına da yardımcı olan hayvan postundan kıyafetler yapmayı da öğrenmişlerdi. Neandertal insanlarının yaşadığı bölgelerden biri olan "la cotte de st brelade" bölgesinde uçurumdan aşağı sürüler halinde düşmüş hayvan kalıntıları bize ne denli usta, planlı ve kolektif hareket edebilen bir avcı olduklarını göstermiştir. Lakin biz insanlardan avcılık yönünden farkları onlar pusu avcılığı yaparlarken bizler hayvanların ve büyük sürülerin peşinden koşarak takip avcılığına yönelmişiz ki bu bizi biraz gezdirip yorsa da onlara karşı bir avantaj elde etmemizi sağlamıştır. Çünkü normal şartlar altında bir Neandertal erkeği bir Homo sapiens erkeğinden güçlüdür.
Kıyaslamaya başlamışken bir Neandertal’ e fiziksel olarak baktığımızda; kısa boylu, tıknaz, geniş göğüslü, geniş alınlı ve geniş kalçalı çenesi öne doğru ve büyük burun deliklerine sahip bir birey görürüz. Gama ışını altında baktığımızda ise; ön kol kemiği eğri ve kısa, kaval kemikleri kalın bir resim karşımıza çıkar.
Ortalama 40 yıl yaşayan vefalı Neandertal, yaşlılarına, sakatlarına da bakmış olması yardımlaşma, iletişim becerisi ve empatinin geliştiğini göstermektedir. Ayrıca vefasını sadece yaşarken değil İsrail Kebara mağarasında bulunan iskeletlerinden anlaşıldığı üzere öldükten sonra da ölülerini defnederek göstermişlerdir. Dahası İran’da Zagros dağlarında bulunan bir Neandertal aile mezarında gerek gömülme şekli ve gerekse mezarda kullandıkları boyayla dini ritüelleri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Tabii ki hepsi bu kadar vefalı değildi bazı Neandertal topluluklarında yamyamlık da yapılıyordu.
Bizim gibi bir Picasso ya da Leonardo da Vinci çıkartmaya ömürleri yetmedi ama o dönemin büyük ressamlarını yetiştirmişlerdi. Bazı Neandertal mağaralarında aşı boyasıyla yapılmış hayvan resimleri ve kadın resimleriyle biz de soyut düşünebiliyoruz adlı eserler bırakmışlardır bizlere.
İyi de neden yok oldular? Bunun kesin bir cevabı yok. Tuhaf bir biçimde onlarla bizim aynı bölgelerde girdiğimiz kış ve kıtlık çağından, Afrika’nın sıcacık ortamından gelen biz sağ kurtulduk, buzul çağında izole olup evrimleşen tür yok oldu. Bu tezatlığı açıklamaya çalışan birçok teori var. Fiziksel olarak bizden üstün ve zekâ olarak denk olduğumuz için bizi çok fazla etkilemeyen hastalığın onları öldürmüş olabileceği öne sürülmüştür ama kanıtlanamamıştır. Ayakları yere en sağlam basan teori ise Kutsal kolyelerin bizi koruduğudur. Onlarla aynı zor dönemde yaşamış atalarımız üzerinde yapılan araştırmalarda; Homo sapiens’in deniz kabukları gibi ürünlerden kolyeler yaparak bunları dini anlamları olan totem nesnelere çevirdikleri saptanmıştır. Bu durumda süs eşyaları değerlenmiş ve bir pazarı oluşmuştur. Deniz kabukları sayesinde birbirleriyle alışverişte bulunabilen atalarımız uzun ve sert kış yüzünden yeterince azalmış olan kaynakları rakibi olan Neandertal insanına göre daha iyi kullanarak hayatta kalmayı becermiştir.
Aslında dışarıya doğru bağırdığımız “Kimse yok mu?” sorusunun cevabı, tatmin olmasak da içimizden kısık bir sesle “Buradayım.” olarak geldi. Günümüzde de tanık olduğumuz gibi canlı-cansız gördüğü ve yapabilmeyi hayal ettiği her şeyle cinsel münasebeti olan insan, zamanında da Neandertalleri boş geçmemiş. Ayrıca bu aşkın meyvelerinden; kısır değil, üretken nesiller meydana getirerek günümüze kadar DNA’larını ulaştırmayı başarabilmişlerdir. Öyle ki şu anda Avrupa’da ve batı Asya da yaşayan insanların genomlarına bakıldığında yüzde 1.7-1.8 Neandertal DNA’sı keşfedilmiştir. Son yapılan araştırmalarda bize miras kalan bu genlerin koronavirüs hastalığına karşı koruyucu özelliğinin ortaya çıkması da ne denli içimizde yaşayıp etkili olduğuna iyi bir örnektir.
Kayıp kuzen Neandertal şu anda bizim serüvenimizin bir bölümünde geçen karakter olarak görünebilir fakat bitmediği için hikâyenin sonunun mutlu olacağından da bizim bu hikâyenin başrolü olup olmadığımız konusundan da çok emin olmamamız gerekir. Buradan başka yaşanacak çok fazla dünya varmışçasına yaşamaya devam ederek, doğaya kendi yok oluşumuzu yazdırabiliriz de. Savaş alanına doğru giden ordusuz mehter takımı gibi uzaya gönderdiğimiz sinyallerle kendimizi bir başka türe yok ettirerek onların serüvenin karakteri olabiliriz de. Kim bilir? Bildiğimiz bir şey varsa, artık bizi kurtaracak kutsal kolyelerin olmamasıdır.
KAYNAK
-Neandertal, D. PAPAGIANI & M.A MORSE, Trend yayınevi, 2017
-Bilim ve Ütopya, Sayı:332, Prof. Dr. N. İNAN, Neandertal
-https://www.evrensel.net/yazi/88239/icimizdeki-neandertal-ve-covid-19