Sahip olduğun cüretkârlığın, bağlı olduğun zincirlerin... Sendeki asaleti seviyordum ben. Avuçlarının kanamasına inat karanlıkların arasında çoğaltabildiğin, kelime yüklü satırlarının arasında gezinmeyi...


Seni bırakıp gittiğimden beri acınası bir ihtiyar gibi medet umuyorum tuhaf yüzlü insanlardan.

Belki de giderken hesaplayamamıştım, gidenlerin de yalnız kalabileceğini. Sadece terk edilenlerin mi canı yanar sanıyorsun sen hala? Geçmişimin yaraları dikiş tutmadan kanattığım içimden akıp gitmeden sen, takviyeler alıyorum. Radyo anonslarıyla kimde senden biraz bulsam kör bir şırıngayla enjekte ediyorum kangren olmuş kollarıma. Seni çıkartmaya çalıştıkça aklımdan, yerine koyamadıklarımın ağırlığıyla nefes alamıyorum. Yorgunum, sesini özledim... Seni kaybetmeye başladığım anda hissettiğim acı öyle büyüktü ki, daha fazla dayanamadım. Ne ben yeterince gençtim ölebilmek için, ne de sen yeterince büyümüştün, bu yıkımın son sahnesini en ön sıradan izleyebilmek için...


Seni görmek ya da duymak istemiyorum. Gittiğinden beri ezbere aldığım sevdanın tekrarlarıyla avunuyorum. İstediğin kadar uzağa git şimdi! Sen hala durmadan bana yanıyorsun. Görünmek ve duyulmak umurunda bile değil. Sen hala beni bekliyorsun...


Sana dokunurken en çok kendimi yaraladım ben. Herhangi bir gecenin kuytusunda, çaresizce boş bakışlarımdan uzağa kaçırıp seni, kollarımın ardına saklamaya çalıştım, içimdeki hayvandan. Ne çok kırılmışsın... Ne çok korkmuşsun benden. Her zafer çığlığımın ardından, ne kadar konuşamadım bir bilsen. Gören herkes takdir ediyordu gururumu. "Üzerinde iyi duruyor bu sakın çıkarma." dediler. Sen gittikten sonra her gece girdiğim o evde, duvarlarda yankılanan sesimden kaçabilmek için aynı duvarlara vuruyordum başımı. Ertesi gün yine o büyük kumandan edasıyla yeniden çıkıyordum insan içine, içimdeki insanı bırakıp o evin en soğuk köşesine...


Seni bıraktığım günden beri, bilmediğim şehirlerin, bilmediğim sokaklarına bakan otel odalarında uyanıyorum. Kanımda dün geceden kalma alkol birikintileri, aklımda yazılamamış sevda sözleri, üzerimde bir fahişenin üçüncü sınıf parfümünün kokusu... Seni bıraktığım günden beri ben kiminle yatsam, içimdeki adam tecavüze uğruyor sanıyorum. Her sabah huysuz bir güne küfrederek uyanıyorum...


Yaşadıklarımın sorumluluğunu taşıyorum yüzyıllardır. Hangi tarihin, hangi kitabında vardım ben? Hangi dipnotla açıklanmaya çalışılmış? Pek fazla bilinmeyen bir dilde karşılığım aranmış, olmamışım. Hala uyanamamışım bu ölüm uykusundan. Yokluğunun ardından içimde biriktirdiklerim sığmamış barajlarıma, kapakları açmışım. Kendi köyümü sular altında bırakırken en çok kendi bedenime ağlamışım. Kaybolmuş ruhumun peşinden gidiyorum yıllardır. Ne bir bedende ne de bir sahil şeridinde kime sorsam:

"Tanıdık ama anımsayamıyorum." diyor. Şimdi yıllar sonra komadan çıkarmaya çalışma beni. Bağlı olduğum makinenin fişini çekmek için senden onay bekliyor, tüm kahrolası başhekimler!


Seni bırakıp gittiğimden beri, senin daha çok sözün geçiyor karanlık hayatımda ve ben şimdi ne zaman canımı yakmak istesem, seni düşünüyor, ne zaman yorulsam bu acıdan, sana uyuyorum...


Şimdi, ne sen eski aşkımsın benim, ne de ben, yeni bir sevdanın ihtiyar şairi. Gittiğimden beri hayatımdan çıkardım seninle birlikte, sana yazdığım tüm güzellikleri. Sen sustuğun anda yitirdiğin cesaretini, ben ise yıllardır taşıyorum, korkak bir fare gibi yaşamanın asaletini...


Unut gitsin! Benim senden kazandığım zaferlerim apoletlerime işlenmiş, tören üniformalarını giymiş soytarı gibiyim. Senin ise benden kalan yaraların iyileşmek yerine daha derinlere işlemiş.

En güzel şiirini yazarken bir şairin,

kırılan kalemi gibisin...