Masallarla büyütülmüş çocuk bedenler, hayatın gerçekleriyle yüzleşmiş genç ruhlar, hayallerle avutulmuş kalpler, uykuyla susturulmuş acılar, bugünden haberi olmayan dünler, yarını beklemekten sıkılan acımasız gelecek...

Bir yanardağ gibi patladı duygularım. Vurdum, kırdım, dağıttım, yığıldım. Ruhum ağaçtan ayrılan sararmış yaprak gibi soğuk zemine düştü. Üstüne basıldı, karlar yağdı, toprakla kapandı, parçaları tekrar gün yüzüne çıktı. Rüzgarla savruldum, kocaman denizlerde boğuldum.

Boğulduğum yer denizler miydi, yoksa gözyaşlarım mı? Beni savuran rüzgar mıydı, yoksa gerçekleştiremediğim hayallerim mi? Beni toprağa karıştıran, üstüme yağan beyaz kar mıydı; yoksa bedenime geçirilen kefen mi? Beni bedenimden ayıran sarsılan ağaç mıydı, yoksa ben mi? En önemlisi, beni öldüren ben miydim, yoksa hayallerim mi?

Düşünceler beynimi kemiriyordu. Ölü bir bedende bu kadar düşünce olması normal miydi? Kendimi yıllardır uyuyormuş gibi hissediyordum.

Sabahın kokusunu ve soğuğunu duyabiliyordum. Arkamda büyük bir ormanı andıracak kadar çok yaprak hışırdıyordu. Kuşlar yeni uyanmış, bir o tarafa bir bu tarafa uçuyordu. Bazılarının dibime gelerek beni kokladıklarını hissediyordum. Ölüm diye düşündüm. Kuşlar ölümümü kokluyordu.

Tüm bunları hissederken gözlerim hala kapalıydı. Onları açmaya cesaret edemiyordum. Üzerime sıçrayan küçük su damlasıyla beraber elektriklenmiş gibi titredim. Kendimi hissedemiyordum ama tam olarak ölü de hissetmiyordum. Belki ölüm ve yaşam arasında kalmış o ince çizgideydim.

Birden gözlerimi açarken neler olduğunu idrak edemeden boğazımda biriken kaşıntıyla beraber derin bir öksürük krizine girdim. Deli gibi öksürürken elimi boğazıma götürdüm. Gözlerim açık ama etraf karanlıktı. Kalbim ve hislerim odağını kaybetmişti. Deli gibi çarpan sol göğsüm hala yaşadığımı gösteriyordu.

Neredeydim?

Gözlerimin kendine gelmesini beklerken öksürmeye devam ettim. Öyle derin öksürüyordum ki sanki tüm yaşadıklarım bu öksürüklerle yok olacak gibiydi. Tepemde parlayan güneş bana göz kırpıyor, bulanık olan görüşümü daha da bulanıklaştırıyordu.

Kaç gün geçmişti?

Uzandığım yerde önce ellerimi havaya kaldırıp onları görüş alanıma koydum. Hala tek parça olduğum için şanslıydım. Uzun, yaralı parmaklarımın arasından parlayan güneşi engelledim.

Bulutsuz masmavi bir gökyüzü üzerime yorgan gibi örtülmüştü. Gözlerimi vücudumda gezdirdim. Uzanırken görebildiğim pek bir şey yoktu. Bu yüzden yavaşça toparlanmaya çalıştım. Oturur pozisyonu aldığımda tüm kemiklerimin ağrıdığını hissedebiliyordum. Kot tulumum kumlar içindeydi. Diz kapağımın biraz altında bir yırtık vardı ama tam olarak göremiyordum. Görüşüm hala bulanıktı. Ayakkabılarım ve kıyafetlerim sırılsıklamdı. Saçlarım yüzüme ve enseme yapışmıştı ama ıslaklıktan değil gibiydi. Terlemiştim.

Yaşadığım şeyin yeni yeni farkına vardığımda her şey bir bir yerine oturmaya başladı. Helikopter düşmüştü. Kendimi en son denizin soğuk sularına bırakmış ölümü beklemiştim.

Beni kim kurtarmıştı?

Hızlıca etrafa bakındım. Karşımda çarşaf gibi serilen masmavi durgun bir deniz vardı. Arkam uçsuz bucaksız ağaçlarla doluydu. Ada diye düşündüm. Helikopterden atlamaya çalıştığımız adaydı burası. Kurtulmuştum. Dudaklarım benden istemsiz iki yana kıvrıldı.

Bakışlarım helikopterde iki dakikada tanıdığım arkadaşlarımı aradı. Gözlerimdeki bulanıklık hala gitmemişti. Kendime gelmeyi bekledim. Kuma batmış ellerimden destek alırken yavaşça ayağa kalktım. Gözlerimi kocaman adada olabildiğince gezdirdim. Her yeri tek tek inceledim ama bulunduğum yerde benden başka kimse yoktu.

"Kayra!" diye bağırdım. Sesim uzun zaman sonra ilk defa çıkıyordu. Çatlamıştı. Boğazımı bir öksürükle temizledim.

"Alara! Ekin! Kaan! Rüya! Barlas! Vera!" Tek tek isimlerini bağırdım.

"Kimse yok mu!" diyerek tekrar bağırdım.

Kimse yok mu, belki de hayatımdaki en çaresiz cümleydi. Cevabını bildiğim bir soruydu. Gerçek kendini dürtmek ister gibi yalnızlığımın sesini hafif bir rüzgar bana getirdi. Kabullenmek istemiyordum. Aklımda yer edinmeye başlayan gerçeği asla kabullenmek istemiyordum. Ellerimi ıslak saçlarıma geçirdim.

"Hayır, hayır." diye fısıldadım sessizce. Gülerek etrafa baktım. "Bu adada tek başıma kalmış olamam." Söylediklerim bir gerçekten çok dua gibiydi. "O kazadan sadece ben kurtulmuş olamam."

Ama durum böyleydi. Endişeyle savurduğum cümleleri sayıklarken kendimi delirecek gibi hissediyordum. Küçükken oynadığım kutu kutu pense oyunundaki gibi kendi etrafımda dönüyordum.

Etrafa gözlerimin arkasındaki bir perdeden bakıyordum sanki. Sanki bunları yaşayan beni farklı bir pencereden izliyordum.

Çocukluğumdan gençliğime kadar beni bırakmayan o psikolojik rahatsızlığı hatırladım. Tekrar nüksetmesine izin veremezdim. Ben Duru'ydum ve şu anda bunları yaşayan bendim. Benden başka kimse burada yoktu.

Ayaklarımda kalan son bir güç varmış gibi kendimi denize doğru attım. Islak olan pantolonum soğuk suyla daha da ıslandı. Soğuk beni ayılttı. Su sadece dizlerime gelecek kadar yürüyebildim. Gökyüzünün mavisiyle birleşmiş denizin ötesi görünmüyordu. Bu adada tek başımaydım.

Biraz daha sakinleşmeye çalışarak etrafıma daha dikkatli baktım. İleride bir şey görmüştüm ama ne olduğuyla ilgili bir fikrim yoktu. Kendimi toparlayıp hızla sudan çıktım. Islanan ayakkabılarım kumda yürümemi zorlaştırmıştı. Yüzüme yapışan saçlarımı kulağımın arkasına sabitledim. Odağımı kaybetmeden o gördüğüm şeye yaklaşmak istiyordum.

Görüş alanım gitgide açıldı. Artık daha yakınında olduğum şeyin helikopterin enkazı olduğunu anladım. Umutla gülümsedim. Belki de pilot yaşıyordu. Tutunduğum umutla beraber daha hızlı yürümeye çalıştım. Geldiğim yerden buraya kaç adım saymıştım? Kaçıncı adımda saymayı bırakmıştım? Yolun yarısındaydım. Hayatım gibi... Hayatımda olduğu gibi henüz yolun yarısındaydım. Daha gidecek yolum, yaşayacak çok şeyim vardı.

Helikopterin enkazı biraz ilerideydi. Sabırsızlığım dayanılmaz noktaya geldiğinde enkaza doğru koşmaya başladım. Etrafta savrulan ıslak saçlarım, kumlara batıp çıkarak sendeleyen ayaklarım beni zar zor taşıyordu. Sanki saatlerce koşmuştum ama enkazın yakında olduğunu biliyordum. Biraz koştuktan sonra enkaza ulaştım. Yakınında durduğum anda ellerimi dizlerime koyup nefesimi düzene soktum. Burnunun üzerine kuma batmış, etrafına dalgalar vuran enkazın kapısının oraya geldim. Gözlerim anında pilot koltuğuna kaydı.

Gördüğüm şeyle beraber bir öğürmeyle beraber arkamı döndüm ve gözlerimi sıkıca kapadım. Yaralardan, ölülerden asla korkmazdım çünkü ben doktordum ama bu doktorluk hayatımda gördüğüm en dehşet verici vakaydı. Ya da ben bu durumda olduğum için bana öyle geliyordu. Helikopterin nereye fırladığı belli olmayan kapısından arta kalan parçaya tutunup kusmaya başladım. Kustuğum şey sadece safraydı. Kim bilir ne zamandır ağzıma tek lokma girmemişti. Bu görüntüyü kesinlikle hafizamdan kolay kolay atlatamayacağımı biliyordum.

Cesaretimi iyice toplayıp daha iyi hissettikten sonra pilota baktım. Tekrar kusma dürtüsü hissettiğimde elimin tersini ağzıma bastırdım. Pilota bakmaya devam ettim. Bu görüntüye alışmak zorundaydım.

Daha da alıştığım görüntü artık midemi bulandırmıyordu. Sadece korkuyordum.

Pilotun boğazına bir demir girmiş ve ensesinden çıkmıştı. Her yeri kanlar içindeydi. Kanlar kurumuştu ama kırmızı renginden bir şey kaybetmemişti. Gözleri açıktı. Bakışları tek bir noktada sabitlenmiş, hayatının film şeridini izledikten sonraki o duyguyu ölü olsa bile gözlerine yansıtmıştı. Öldüğünü anlamamak için salak olmak gerekirdi ama ben yine de yavaşça yaklaşarak nabzını kontrol ettim. Bunu yapmak zorundaymışım gibi hissettim kendimi. Dalga ve nefes alışveriş seslerimden başka hiçbir şey olmayan bir adada, yanımda bir ceset vardı.

"Ölmüş." dedim ayrıntısını bildiğim gerçeği sayıklayarak. Ayaklarımı geri sürerek enkazdan uzaklaştım. Gözlerimi pilotun cesedinden ayırarak kafamı gökyüzüne kaldırdım. Görüş alanıma giren beyaz bulutların arkasına bir güneş saklanmıştı. Şu anda o güneşin yerinde olmak isterdim. Arkasına saklanabileceğim koruyucu bir bulutum olsun isterdim. Ellerimi hala ıslak olan saçlarıma geçirdim.

"Sakin kalmalısın Duru." diyerek kendi kendime konuşmaya başladım. Soğukkanlı olmak zorundaydım. Düştüğüm bu durumdan en az zararla çıkmak zorundaydım.

Helikopterdeki herkesin ismini tek tek bağırarak adada dolaşmaya başladım. Kimseden bir iz yoktu. Dalgalar yara bere içindeki ayaklarıma vuruyor titreyen bedenimi daha da sarsıyordu. Aldığım nefes bana yetmiyormuş gibi hissediyordum. Sanki boğazımda onlarca el var da hepsi birlikte nefes almamam için uğraşıyordu. Sabahın soğuğunu üzerinden atmış olan ılık havadan derin ve titrek bir nefes ciğerlerime aktı.

Etrafta birçok ağaç ve kuşlardan başka bir şey yoktu. Rüzgarın uğultulu sesi ve kuş cıvıltılarının kulaklarımı dolduran ötüşü beni daha az yalnız hissettiriyordu. Adayı kumsal boyunca dolanamayacağımı biliyordum. Ne kadar büyük bir adada olduğumla ilgili bir fikrim yoktu. Ne yapmam gerektiğiyle ilgili de. Diğerlerini bulsam her şey benim için daha kolay olacaktı.

Kaç saattir adayı dolaştığımı bilmiyordum. Kıyafetlerim yakıcı güneşin etkisiyle çoktan kurumuştu. Susuzluktan boğazım yanıyor, dudaklarım birbirine yapışıyordu. Bomboş midemden gelen korku bulantıları vardı. Korkuyordum. Hiç olmadığım kadar korkuyordum.

Adayı dolaşmayı bırakıp bir ağacın gölgesinin altına oturdum. Dizlerimi karnıma kadar çekip titreyen bedenimi sakinleştirmeye çalıştım. Ağlıyordum. Ne zaman ağlamaya başladığımı hatırlamıyordum. Annemi özlemiştim. Bu adada tek başıma kalmıştım. Ölüm duygusu iyice içime işlediğinde ağlamam iç çekişlere döndü. Boş boş etrafı izlemeye başladım. Ne ölmek için gücüm vardı, ne de yaşamak. Keşke şu an öyle bir uykuya yatsam da bu adadan kurtuluncaya kadar uyanmasam.

Nefes alışverişlerim ve rüzgarın sesinden başka bir ses duymadığım noktada kulağıma gerçek mi, hayal mi olduğunu ayırt edemediğim bir ses geldi. Dehşet verici bir ses. Gözlerimi sıkıca kapatıp dizlerimin arasına başımı saklamama sebep olan bir ses. Bir dakika önceye kadar ne zaman duracağını bilmediğim kalbimin dışarı fırlayacakmış gibi çarpmasına sebep olan bir ses.

Bir kahkaha sesi.

Gölgesine saklandığım ağaçların arasından gelmişti bu kahkaha sesi. Erkek mi, kadın mı olduğunu ayırt edemediğim birinin kahkahası ormanı inletmiş; ağaçlarda tüneyen kuşları çığlıklarla etrafa kaçırmıştı. Ne bir yaprak hışırdıyordu ne de bir kuş cıvıltısı vardı. Deniz dalgalanmayı bırakmış, böcekler ayak ucunda ses yapmayarak yürümeye başlamıştı. Herkes köşesine çekilmiş, kahkahadan kaçıyordu. Benim ise kaçacak hiçbir yerim yoktu. Nefesimi tutmuş, başımı dizlerimin arasından kaldıramıyordum.

Benim hayal gücümden kaynaklandığını söyledim kendi kendime. Sadece bir kere duymuştum, halüsinasyon görüyor olmalıydım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Başımı dizlerimin arasından yavaşça kaldırdım ve etrafa baktım. Arkama bakmaya cesaret edemiyordum. Karşımda gözle görünür bir şey yoktu. Hala yalnızdım. Kollarımı dizlerimden çekip yavaşça ayaklandım. Bence ormandan uzaklaşmalıydım.

Ayaklanıp yürüyeceğim sırada kahkaha sesini tekrar duymamla beraber koca bir çığlık attım. Ellerimi kulaklarıma geçirip artık durmayan kahkaha sesini engellemeye çalıştım ama hala duyuyordum. Gözlerimde biriken yaşlarla arkamı döndüm ve ormanın derinliklerine baktım.

Gözle görülür hiçbir şey yoktu. Ses gitgide daha da yaklaşıyordu ama kimseyi göremiyordum. Alışmaya başladığım kahkaha sesine doğru yürümeye başladım. Şu anda kazanacak ya da kaybedecek bir şeyim yoktu. Ya sese yaklaşıp ölecektim ya da adada kalıp açlıktan ölecektim. Ölümün cesaretiydi bu. Ölümün bana verdiği cesaret.

Gözlerimdeki yaşları silip derin bir nefes aldım. Adımlarım güçlü değildi ama kararım sağlamdı. Ormanda ne olduğunu bulacaktım. Titreyen bacaklarımla ormanın içine girdim.

Ben ilerledikçe seste ilerliyordu. Ses sürekli aynı tonda tekrar ediyor, ne yükseliyor ne de alçalıyordu. Sanki ses kaydından çıkan bir sesti.

Orman boyunca ilerledim. Büyük yaprakların ve dikenlerin arasından geçtim. Yaklaşık yarım saat gizemli sesi takip ettim ve sonunda tekrar sahile çıktım.

Sahile çıktığımda ses birden kesildi. Nefes nefese kalmış bir şekilde olanlara anlam veremeyerek etrafa bakmaya başladım. Demin ayrıldığım yerle aynı yer gibiydi. Fakat bir değişiklik vardı. Çok büyük bir değişiklik.

Denizin kenarında uzanmış arkadaşlarım.

Onları görür görmez hızla oraya doğru koşmaya başladım. Kahkaha sesi beni onlara ulaştırmıştı. Şu anda o sesten ve yaptığı şeyden korkmam gerekirdi ama arkadaşlarımı bana buldurttuğu için ona minnettardım.

Ayaklarımda kalan son güçle arkadaşlarımın yanına doğru gittim. Yanlarına yaklaştığımda yedisi de yerde uzanıyordu. Sanki hepsi biri tarafından özenle denizin kenarına dizilmiş gibiydi. Evet, emindim. Hepsi özenle biri tarafından sırasıyla denizin kenarına dizilmişti. Hepsinin gözleri kapalıydı. Hiçbiri hareket etmiyordu. Ölüp ölmediklerine bakmam gerekti, onlara yardım etmem gerekti ama şu anda yığılan bedenime bir komut veremiyordum çünkü onların yanında gördüğüm görüntü bu adada bana en çok dehşet veren görüntüydü.

Özenle denizin kenarına dizilmiş yedi beden, kumun üzerine yazılmış bir gülücük ve dehşet verici bir not.

"Merhaba, Kayıp Ruhlar Zinciri."


( Devamı wattpad'de @galaksideacancicek hesabında mevcuttur. Sizi orada bekliyor olacağım.)