Dalga sesleri her kıyıya vuruşunda ıslanmayan kumları ıslatıyor, insanı sakinleştiren sesiyle gözlerimin önünde gidip geliyordu. Geceleri korktuğumda altına girdiğim yorganımın şu an burada olmasını isterdim. Saçlarımdan damlayan her bir damla su, kalbime akarken içimdeki dehşet yerini hissizliğe bırakıyordu. Boş bakışlarla ellerimi bacaklarıma sardığım bedenim yapması gereken şeyleri yapmıyordu. Şu an ne yapmalıydım?


Kafamı gökyüzüne kaldırdım. Görüşümü bulanıklaştıran gözyaşım kendini içimden atmak istercesine göz bebeklerimden sallanıyor ve düşerek kendi intiharına hazırlanıyordu. Kuşlar özgürce uçuyor, kondukları dallarda kendilerine yer edinmeye çalışıyordu. Düşüncelerim, tepkilerim erimiş, ayaklarıma vuran dalgalara karışmış gibiydi.


Kaç saattir arkadaşlarımın başında bu şekilde bekliyordum bilmiyorum. Bir doktor olarak yapmam gereken şey onları kontrol edip kurtarmaya çalışmaktı ama ellerim kumları kazımaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Dehşete kapılmıştım ama burada geçirdiğim zamanın ardından içimdeki dehşet son bulmuş yerini hiç hissetmediğim garip bir duyguya bırakmıştı.


İçimdeki ses bağırdı. "Deliriyorsun."


Gözlerimi bir anda boşluktan ayıran saatlerdir tepki vermeyen bedenimi irken bir ses duydum.


Bir öksürük sesi.


Bakışlarımı sırtüstü uzanan ölümün güzelliğiyle uyuyor gibi duran arkadaşlarıma çevirdim.


İkinci öksürük sesi.


Bedenim tekrar bilindik adrenalin duygusuyla sarsıldı fakat hala bir hareket yoktu.


Üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve son olarak yedinci öksürük sesi. Ölmemişler miydi?


Ellerimi sardığım bacaklarımdan yavaşça ayırdım. Göz kapaklarım heyecanla titrerken umutla gülümsediğimi hissettim. Bu duyguyu en son üniversite sınavımı kazandığımda yaşamıştım. Tüm beklentilerim yok olduğunda bir anda bir mucize olmuştu. Şu an duyduğum öksürük sesleri ve ayılmaya çalışan bu insanlar kafamdaki endişeleri bir anda yok etmiş, yerini umuda bırakmıştı.


Önce Kayra uyandı. Bedeni sanki tutkalla yapıştırılmış gibi kumsaldan ayrılmıyordu. Gözlerini açtığında gözümün önüne ilk uyandığım an geldi. İlk uyandığımda ben de böyle bakmıştım etrafa. Hiçbir şey anlamamış gözler, korkuyla aralanan dudaklar...


Kayra'nın ardından sırayla Ekin, Alara, Rüya, Kaan, Vera ve en sonunda Barlas gözlerini açtı. Suyla ıslanmış, deniz kumuyla kaplanmış kıyafetlerine baktılar ardından nerede olduklarını anlamak için etraflarına. Sonra ise arkalarında hala hiçbir şey yapmadan öylece duran bana.


"Neler oluyor?" diye sordu Alara. Helikopterde heyecandan elleri titreyen masum görünümlü kız gitmiş, yerini sanki yıllardır uyumayan yaşlı bir kadın almıştı. Gözleri gözlerime değdiğinde gördüğüm anlamsız ifadeyle bakışlarımı ondan ayırdım.


Konuşamadım.


Ortaya atılan ilk sorunun ardından şüpheli ve endişeli bakışlar üzerimde toplandı. Bu beni rahatsız etti. Ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek enseme götürdüm ve kaşınmadığı halde orada bir noktayı sertçe kaşıdım. Rüya bulunduğu yerde daha da geri çekilerek denize doğru korkuyla yaklaştı.


"Ne yaptın bize? Kimsin sen?" diye sordu gözlerimin içine bakarak.


"Ben bir şey yapmadım." diyemedim. Yeni uyandıkları için böyle davranmaları normaldi. Kendimi savunma mekanizmasına hazırlıyordum fakat hala ağzımı açamıyordum. Dudaklarım güçlü bir yapıştırıcı ile birbirine yapışmış gibiydi.


"Kimsin sen?" diyerek bana doğru yaklaştı Kayra. Bir saatten fazla tepki vermeyen bedenimi alt ettim ve söyledikleri şeylere karşı kaşlarımı çattım.


Ben uyandığımda birkaç saniye sonra yaşadıklarımı idrak edebilmiş ve kendime gelmiştim ama onlar ayılmalarının üzerinden yaklaşık bir dakika geçmesine rağmen hala olanları anlamamış ve hatırlamıyor görünüyorlardı.


"Daha doğrusu biz kimiz? Neden hiçbir şey hatırlamıyorum? Ben kimim?" Kayra sözlerine dehşete kapılmış bir şekilde devam etti. Birbirine yapışan dudaklarım aralandı, gözlerim bana bakan arkadaşlarımın üzerinde tek tek dolandı. Hafızalarını mı kaybetmişlerdi?


"Bizi buraya sen mi getirdin?"


Kayra konuşurken herkes ona baktı. Birbirine dolanmış kumral saçlarıyla sanki günlerdir burada duruyormuş gibiydi. Vücudum tekrar dehşete kapıldı. Dudaklarımı zorladım. Ağzımdan tek bir kelime çıkması için.


"Hatırlamıyorsunuz." diyerek fısıldadım. Gözlerimi yavaşça yere kaydırdım. Şimdi ne yapacaktım? Ya bana inanmazlar ve onları buraya benim getirdiğimi düşünürlerse? Sakin kalmam gerekiyordu.


"Neyi?" dedi Ekin, güneşte daha da açık bir renk alan kahverengi gözleriyle bana boş boş baktı. Geniş omuzları ve yapılı vücuduyla benden büyük duruyordu ama yüzü daha çok çocuksuydu. O yapılı bedeninin altında hiçbir şey anlamamış, çocuk gibi bana bakan ifade kalbimi acıttı.


"Bindiğimiz helikopter düştü." dedim en sonunda kelimeleri kafamın içinde bularak. Sesimdeki hissizlik korkutucuydu. Sanki gece gördüğüm bir kabusu anneme anlatıyordum. Sesimi duymalarıyla beraber hepsinin yüzünde aynı şey vardı. Endişe. Dudaklarım titredi. Yüzlerindeki ifade kanımı dondurdu.


Ellerimden yardım alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Şu anda benim yapmam gereken şey sakin kalıp her şeyi hiçbir şey bilmeyen arkadaşlarıma doğru düzgün anlatmaktı. Ayağa kalkarken sendeledim fakat dibimde duran Kayra beni kolumdan tuttu. Ayaklanmama yardım etti. Benim ayaklanmamla beraber onlarda oturdukları yerden kalkmaya başladılar.


Ellerimi silkelerken onlara baktım.


"Sanırım hafıza kaybı yaşıyorsunuz. İsimlerinizi hatırlıyor musunuz?" diyerek sordum merak içinde. Önce birbirlerine kısa bir bakış attılar ardından hepsi tek tek kafasını onaylar biçimde salladı. Şu an bedenimde hiçbir duyguyu barındıramıyordum. Ne şaşkınlık, ne korku, ne de üzüntü. Ama bende olmayan bütün duygular karşımda hiçbir şey bilmeden bana bakan yedi kişiye aktarılmış gibiydi.


"Sanırım hatırladığımız tek şey." dedi Barlas yorgun ve kısılmış sesiyle. Tam ağzımı aralayıp konuşmaya başlayacağım sırada bir ses sözümü kesti.


"Neler oluyor artık anlatacak mısın!"


Duyduğum yüksek sesle irkildim. Bana bağıran kişiye baktığımda sanki karşımda gece eve geç geldiğim için bana delicesine sinirlenip, beni azarlayan korkunç ifadeli babam duruyordu. Öyle bir bağırmıştı ki göz bebeklerim büyüdü, dudaklarım bu kez şaşkınlıkla aralandı. Herkes Vera'ya kötü bakışlar atmaya başladı ama Vera'nın durmaya hiç niyeti yok gibiydi. Üzerime doğru yürürken hiçbir şey yapmadan bana yaklaşmasını bekledim. Yeterince doğal duran turuncu saçlarını sertçe kulağının arasına sıkıştırdı.


"Bu kahrolası adada bir anda gözlerimizi açıyoruz ve hiçbir şey hatırlamıyoruz. Bir şeyler bilen tek kişi bu kız, o da kaprislenerek hiçbir şey anlatmıyor."


Vera'nın söylediklerinden sonra birkaç saniye bekledim. Beynime tepki vermesi için komutlar veriyordum. Boş boş ona baktım. Şu an bu söyledikleri yaşadığı adrenalin yüzündendi fakat benim durumumun da ondan bir farkı yoktu. Ben de bu adada tek başıma gözlerimi açarak uyandım. Evet kaybettiğim bir hafızam yoktu ama uyandığımda benim başımda bekleyen ve olanları bana anlatacak bir kişi de yoktu.


Vera'nın boyu benden birkaç santim uzundu. Gözlerinin içine bakabilmek için kafamı yukarı kaldırdım. Kehribar renginde ki gözleri sinirle parlamış beklenti içinde bana bakıyordu.


"Kaprislenmek mi?" diyerek fısıldadım. "Kaprislenmek!" sesim giderek yükseliyordu.


Evet şu anda sakin kalması ve bir şeyleri alttan alması gereken kişi bendim belki ama kişilik yapım buna izin vermiyordu. Daha demin hiçbir şey hissetmeyen bedenim şu anda bütün duyguları kusmak için hazırda bekliyor gibiydi. "Kaprislenmek ha! Gel sana göstereyim neden sustuğumu. Neden hiçbir şey yapamadan öylece başınızda beklediğimi." diyerek Vera'nın kolundan tuttum. Yüzündeki şaşkınlık beni birkaç saniye afallattı fakat onu sertçe çekmeye başladım. Çekme kuvvetime bağlı olarak Vera olduğu yerde savruldu ve beni takip etmek zorunda kaldı. Yumuşak kumsalda ayaklarımız bata çıka onu sürüklemeye başladım. Gözlerini göremesem de hala şaşkınlıktan kocaman açılmış olduğunu hissettim. Biz onunla bu şekilde ilerlerken diğerleri de hiçbir şey anlamamış bir halde sessizce bizi takip etti.


İnsanlar neden bu kadar bencildi? Neden kimseyi dinlemeden üzerimize hak etmediğimiz sıfatlar yapıştırıyorlardı?


"Kolumu bırak! Yürüyebilirim."


Vera'nın kolunu çok sıktığımdan emindim ama bu umurumda değildi. Birkaç saniye sonra enkaza yaklaştığımızda durdum. Derin bir nefes aldım fakat burada yapacağım şeyi yapmadım. Yürümeye ve peşimden de Vera'yı sürüklemeye devam ettim.


"Ne yapıyorsun?" diye sorular soran Vera'ya aldırış etmiyordum. Tek başıma uyandığım noktaya geldiğimizde durdum. Sonradan fark ettiğim yaralı bacağımın kanı henüz kumdan gitmemişti. Bir süre kurumuş kana baktıktan sonra Vera'yı kanın üzerine hafifçe ittim. Ellerinin üzerinde kanın olduğu yere düşerken saçları öne savruldu.


"İyi bak!" diyerek bağırdım. Sesim çok fazla titriyordu. Şu an uzun bir cümle kuracak olsam sesimin titremesi dolayıyla anlaşılmayacağını düşündüm. Vera saçlarını kulağının arkasına hafifçe iterken ellerini yerden kaldırdı ve dizüstü bir şekilde karşımda durmaya devam etti.


"İyi bak! Tam burada tek başıma uyandım, tek başıma! Bunun verdiği dehşeti düşünebiliyor musun? Bu kocaman adada bir helikopter enkazı haricinde tek ben olduğumu düşünerek burada uyandım. Kaldı ki bacağımdan akan bu kan gölünü bile fark etmedim." dedim ellerimi çaresizce yana açarak.


Saatlerdir tepkisizlik için yemin etmiş olan gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Vera gözlerimin içine bakamıyordu. Yaptığı hatanın farkına varmış gibiydi. Yerdeki kurumuş kana baktı. Elmacık kemiklerinde hafifçe beliren çillerinin üzerinde parlayan gözyaşları kalbimi acıttı. Şu anda belki de durmam gerekiyordu ama bunu yapamıyordum. Onu tekrar kolundan tutup kaldırdım. Bu sefer daha yumuşak davrandım. Hatta ona destek olurcasına kolundan tutup kaldırdığımı söyleyebilirim.


Herkes yine bizi takip ederken helikopter enkazının yanına getirdim onu. Vera'nın yere bakan gözlerine baktım. "Bana bak." dedim sessizce.


Vera kafasını kaldırıp bana baktı. Ardından işaret parmağımla pilotun cesedini ona gösterdim. Kocaman açılan gözlerini sımsıkı kapattı ve ellerini ağzına kapatıp ortalığı inletecek bir çığlık attı. Ardından geriye doğru sendeleyerek düştü. Gözleri hala kapalıydı.


"Buna da iyi bak! Bakamıyorsun değil mi? Sen orada güzelce uyurken ben senin bakamadığın cesedin yaşayıp yaşamadığını kontrol ettim. Sonra ne oldu biliyor musun? Bu adada ben, helikopter enkazı ve bir cesetle baş başa kaldım! Şimdi kim kaprisli?" diyerek kollarımı tekrar iki yana açtım.


Kuşlar uçmayı bırakmış, dalga sesleri sakinleşmişti. İntihar etmek isteyen göz yaşlarım yorgunluktan gözlerime uğramıyordu bile. Gülerek kafamı iki yana salladım. Tüm vücudum titrerken tam şu anda sonsuza kadar uyumak ve uyandığımda tekrar odamda, yatağımda olmak istiyordum. Uzun zamandır ağlamadığım kadar ağlamaya başladım ama kimse beni umursamıyordu. Rüya eğilip Vera'nın titreyen omuzlarına ellerini koydu ve ona destek oldu.


"Biz de korktuk." dedi Rüya gözlerimin içine bakamayarak.


"Ben de korktum." dedim ağlamaya devam ederken. "Çok korktum. Keşke ben de sizinle birlikte hafızamı kaybetmiş olarak uyansaydım."


Yaralı olan ayağım artık vücudumu taşıyamıyordu. Acısının şiddeti gittikçe daha da artıyordu. Onlardan uzaklaşmak için adım atacağım sırada bacaklarım beni daha fazla taşıyamadı ve yere yığıldım.


"Ah!" diyerek inlerken elimi kanayan bacağıma götürdüm. Bir doktor olarak teşhis koyacak olursam kesinlikle kötü durumdaydım. Herkesin dikkati bana yoğunlaştı, Vera gözlerini silip ellerini silkeleyip yerden kalktı. Hala durmayan göz yaşlarımla oyun oynarken parkta düşmüş bir çocuk gibi bacağımdaki yaraya bakıyordum. Bunca karışıklık arasında dağılmış saçlarım yüzüme düştü. Kayra da yanıma oturdu. Yarama bakmamı engellemek için elleriyle gözlerimi kapattı.


Herkes adanın ortasındaki helikopter enkazının ve yere yığılan bedenimin yanına çöktü. Vera bana biraz daha yaklaştı.


"Özür dilerim." dedi ağlayarak. "Ben, tahmin edemedim."


Kayra'nın ellerini gözlerimden çektim. Başımı kaldırdım. Gülümsemeye çalışıp Vera'nın kızaran gözlerine baktım.


"Sana öyle davranmak istemedim ama beni buna sen zorladın. Keşke sadece beni dinleseydin. Sana o dehşet verici görüntüyü göstermek istememiştim. Ben de özür dilerim."


Dudaklarını kıvrılması için zorlarken elimi tuttu. İyi olduklarını sanıyordum ama ellerindeki yaraları görünce kalbim ona yaptıklarım için sızladı.


Rüzgar saçlarımı savurdu, kuşlar tekrar uçmaya başladı, dalga sesleri eski korkutucu halini aldı. Kızgın güneş sessizce bize göz kırptı, kızaran gözlerimizi daha da yaktı. Bir yaprak ağaçtan ayrıldı, denize karıştı. Bir su kaplumbağası kıyıya vurdu, ters döndü, öylece kurtarılmayı bekledi.


Saniyeler dakikaları doğurdu. Birbirini kovalamaca oynayan iki çocuk gibi kovaladı. Kimse ne yapacağını bilmeden öylece düşündü düşünecek şeyleri olmadığı halde. Sonunda Kayra ayaklandı.


"Beyler," dedi erkeklere bakarak. "Şu pilot işini halledelim biz. Sonra bu durumun bir çaresine bakacağız."


Erkekler kafasını onaylar biçimde sallayıp oturdukları yerden doğruldu. Tereddüt içinde pilotun cesedine doğru yöneldiler. Yanaklarımda kuruyan gözyaşlarımı sildim. Vera'nın elinden tutarak önce onu kaldırdım. Bizim ayaklanmamızla diğer kızlar da ayaklandı.


"Daha fazla burada durmayalım. Ağaçların altına gölgelik bir yere gidelim." dedim. Hepsi beni onaylarken Vera koluma girdi ve yürümeme yardım etti.


Denize yakın olan, kuşların daha cıvıl cıvıl öttüğü ağaçlık alana yöneldik. Ardından yere oturduk. Her zaman beliren sessizlik yine üzerimize çökmüş, bizi kendine müebbet hapsetmişti. Herkesin konuşacak çok şeyi vardı ama bir o kadar da konuşmaya mecalleri yoktu.


"Şimdi ne olacak peki?"


Alara batmak üzere olan güneşe bakarak sakin ses tonuyla üzerimize çöken sessizliği bozdu.


"Erkekler de gelsin, size söyleyeceğim bir şey var. Sadece şunu bilin. Bu basit bir helikopter kazası değil."


Gözlerimi kısarak denize doğru bakarken kurduğum cümlelere karşın kızlar korkuyla gözlerini benden kaçırdı. Gözlerimi bacağımdaki yaraya kaydırırken yüzümü buruşturdum. Üzerimdeki siyah hırkamı çıkardım. Dişimle yırttığım bir parçasını daha fazla mikrop kapmaması için yaranın üzerine sıkıca bağladım.


"Bu arada birbirinizin isimlerini hatırlıyor musunuz?" diye sordum. Kızlar birbirlerine baktı. Gülümseyerek kafalarını salladılar.


"Peki helikopterin düşüş anını?" tekrar bir soru yönelttim.


"Uyurken rüya görüyorum sanmıştım, hayal meyal hatırlıyorum." dedi Alara. Kafamı aşağı yukarı salladım. Bacağımdaki pansumanı biraz daha sıkarken yüzümü tekrardan buruşturdum. Bu gerçekten acı veriyordu.


Yaklaşık bir saat sonra güneş battı. Dalgalar sakinleşti. Kuşlar yuvalarında yerini aldı. Kumsalda ters dönen kaplumbağa kendi çabasıyla kurtuldu. Ardından ay ışığında parlayan dört gölge bize doğru yaklaşmaya başladı. Önce onları tanıyamadığım için kalbim saliselik bir zamanla tekledi. Erkekler bize doğru yaklaştı. Pilotun ölü bedenini ne yapmışlardı bilmiyordum. Bu öğrenmek istediğim bir ayrıntı değildi.


"Ormanlık alana doğru fazla ilerlemeyin. Tehlikeli olabilir." diyerek konuştu Ekin.


Etraf tamamen karanlık değildi. Ay ışığı tam üzerimize vuruyordu. Erkekler de bağdaş kurarak karşımıza oturdular. Sessizlik yine bir yorgan gibi üzerimizi kapattı. Konuşan tek şey denizden gelen dalgaların ve kıpırdayan ağaç yapraklarının sesiydi.


Gözlerimi kaldırıp ayın rahatlatıcı parlaklığına baktım. Bu bana odama vuran sokak lambasının ışığını hatırlattı. Kalbim bacakları hasta bir insanın dik merdivenleri tırmanması gibi acıyla inledi. Evimi özlemiştim. Kimin, ne düşündüğünü bilmiyordum ama hepsi delicesine hafızalarını geri getirmeye çalışıyor gibiydiler. Bu belirsizlik içinde olmak zor olmalıydı. Sonunda sessizliği bozan Barlas oldu.


"Duru seni fazla yormak istemiyorum ama..." çekinerek kurduğu cümlesine karşın gözlerini benden kaçırdı.


Ardından "Ne yaparsam yapayım bir şey hatırlayamıyorum, bize neler olduğunu anlatır mısın?" dedi yumuşak bir dille. Gözlerimi Barlas'ın mavi gözlerine çevirdim. Konuştukça dudağının kenarında halka şeklinde olan piercing hareket ediyordu. Sanırım buradaki en masum yüzlü kişi oydu. Ona sıcak bir gülümsemeyle bakmaya çalıştım. Anlayışla kafamı aşağı yukarı salladım ve derin bir nefes aldım.


"Hiçbirinizi tanımıyorum, sadece isimlerinizi biliyorum." diyerek söze başladım. Sanki herkes bir şeyler anlatmamı bekliyor ama bana sormaktan çekiniyor gibi bana baktılar. Konuşmaya devam ettim.


"Hepimiz helikopter paraşütü için yola çıkmıştık. Biraz garip bir yolculuktu. Yardımcı pilot falan yoktu ya da bizi yönlendirecek yeteri kadar görevli.

Ben bu uçuşu birkaç kez yaptığım için deneyimliler olarak bunu yalnız yapacağımızı düşündüm ama ters giden bir şeyler olduğunu da hissediyordum."


Yutkundum ve tekrar derin bir nefes aldım.


"Sonra Rüya'nın atlama için hazırlanacağı sırada helikopter sarsıldı. Pilot ufak bir şey olduğunu kontrol altına alacağını söyledi fakat öyle olmadı. Helikopterin kontrolünü kaybettiğini birkaç dakika sonra düşeceğimizi söyledi."


Herkes dikkatle beni dinlemeye devam ediyordu.


"Yanımızda bulunan üç görevli düşme lafını duyunca bizi kurtarmaya çalışmak yerine helikopterden atlayan ilk kişiler oldu. Sonra da biz, düşmeden kurtulmak için paraşütlerle denize doğru atladık. Kimin nereye gittiği belli değildi, herkes bir yere savruldu. Son olarak atlama sırası Kayra ve bendeydi."


Gözlerimi Kayra'ya çevirdim . Öylece beni dinliyordu.


"Su çok dalgalıydı ve ikimiz de sizler gibi bir tarafa savrulduk. Düşmenin etkisiyle bedenim kilitlendi. Yüzmek için çırpınmadım çünkü çırpınsam her şey daha kötü olacaktı, öylece bekledim. Sonra suda bayıldım. Uyandığımda denizin kenarında yatar haldeydim. Olanları idrak edemedim. Yanımda Kayra'yı aradım çünkü beni kurtarabilecek tek kişi oydu, sonuçta beraber atlamıştık. Fakat adada benden başka kimse yoktu."


Tekrar duraksadım. Olanları hatırlamak benim için tam bir işkenceydi.


"Sonra enkaza doğru ilerledim, pilotun cesediyle karşılaştım. Onu kurtarmaya çalıştım ama çoktan ölmüştü. Sonra sizi buldum. Fakat bu çok daha dehşet vericiydi."


"Ne?" diyerek sordu Kaan. Yeşil gözleri ay ışığında parlıyordu, sanki o değil gözleri benimle konuşuyordu.


"Hepiniz biri tarafından özenle dizilmiştiniz. Adada benden başka kimsenin olmadığından emindim. Kumsalda herhangi bir ayak izi aradım fakat başka bir iz buldum."


"Ne izi?" dedi Alara dehşet içinde. Saniyeler birbirini kovalarken tek tek yüzlerine baktım.


"Üzerinizde bir gülücük işareti vardı ve yanında 'Merhaba Kayıp Ruhlar Zinciri' yazıyordu."


Ekin keyiften uzak bir şekilde tekrar tekrar güldü. Sanki bu olanları üzerinden gülerek atmaya çalışıyordu.


"Bu ne anasını satayım! Bilim kurgu filmi mi çekiyoruz burada?" diye bağıran Ekin'in az önceki gülüşü gitmiş yerini inanılmaz bir sinire bırakmıştı. Anlaşılan sinirlenen tek kişi sadece Ekin değildi. Buraya kafamızda onca soru işareti ve belirsizlikle hapsedilmek kabul edilir bir olay değildi. Aklıma gelen düşüncelerimle sözü bu kez ben aldım.


"Bakın sizin hafızanızı öylece kaybetmeniz hiç normal değil. Özellikle biri tarafından yapılmış gibi. Hadi siz kaybettiniz diyelim, ben neden yalnızdım? Ben neden hafızamı kaybetmedim?" diye sordum. Açıkçası bu düşünce saatlerdir beynimi kemiriyordu ve diğerlerinin bu konu hakkında ne düşündüğünü de merak ediyordum.


"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun hafızamızın biri tarafından kaybettirildiğine? Çok fazla su yutmuş olabiliriz." dedi Kayra. Daha mantıklı gerekçeler arıyor gibiydi.


"Bu ihtimali ben de biliyorum. Ben stajyer bir doktorum. Bunca yıldır çok şey gördüm. Hafıza kaybetmek bu kadar kolay değil." diye konuştum. "Çok mantıklı." dedi Ekin sağ elini çenesine götürürken.


"Uçağın düşürülmesinin de basit bir kaza olduğunu düşünmüyorum. Hem görevliler? Onlara ne oldu? Uçuş başladığından beri mantığıma yatan hiçbir gerekçe yok. Buraya bir kaza nedeniyle düşseydik pilotun telsizle ulaştığı yer bizi çoktan bulurdu. Çünkü Türkiye adalarından çok fazla uzaklaştığımızı düşünmüyorum. Biri tarafından bu adaya hapsedildik, mantığıma yatan bu ama kim neden yapsın böyle bir şeyi? Buraya bizi hapseden içimizden birinden intikam almak isteyen biri olabilir. Herhangi bir düşman ya da bizden nefret eden psikopat bir kişilik. Ben kendi halimde bir insan olduğumu düşünüyorum. Yıllardır birileriyle tartışmam bile çok nadir olmuştur. Peki ya sizin?" diyerek sordum kaşlarımı kaldırarak.


"İşte bunu çözmemiz için hafızanızın geri gelmesine ihtiyacımız var."


Çok fazla hararetli konuştuğumun farkındaydım. Açıkçası uyandığımdan beri neden burada olduğumuzu düşünüyordum ve kafama yatan en uygun şey bu anlattıklarımdı. Hepsi söylediklerime karşın düşüncelerini ve hafızalarını tekrar yoklamaya başladı. Kayra ellerini şakaklarına koydu. Orada bir noktayı sertçe ovdu ve sinirle kafasına vurdu.


"Hatırlamıyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum." diye sayıkladı. Gözlerimi ondan ayırmadan konuştum.


"Hemen zorlamayın. Eminim yavaş yavaş yerine gelecektir." dedim Kayra dahil herkesi rahatlatmak için. Rüya umutsuzca kafasını iki yana salladı.


Etrafa yine bilindik bir uğursuzluk çöktü. Kafamın içinde bir bebek doğdu, bir çocuk öldü, bir yazar kitabının ilk çiziğini attı. Bir anne ağladı, bir baba ağlamamak için gözlerini karanlığa açtı, bir öğretmen dersini yarıda bıraktı. Tepemde tekrar bir kuş uçtu, kanatlarını çırparak tüylerini suratıma savurdu.


Donmuş olan bedenimi silkeleyip kendime getirdim. Gözlerim yanıyordu. Muhtemelen uykusuzluktan olmalıydı. Burada böylece oturmanın bize hiçbir şey getirmeyeceğini anlayarak ayaklandım. Ayağa kalkarken bacağım biraz ağrımıştı ama onca derdin arasında artık bunu sorun etmiyordum.


"Hadi, en azından ay ışığında helikopter enkazından bir şeyler çıkarmaya çalışalım. Sabah daha mantıklı şeyler düşünürüz ama uyumak için malzemeye ihtiyacımız var." diyerek etrafı sesimle canlandırdım.


"O enkaza yaklaşabileceğimi sanmıyorum." dedi Vera oturduğu yere daha da sinerek. Alara ve Rüya da Vera'yı onaylar biçimde yüzlerini buruşturarak kafalarını salladılar. Onlara anlayışla bakıp aldıkları kararı onayladım. Sonuç olarak onlar hafızalarını kaybetmiş bir durumdaydı ve ben onlardan daha iyi sayılırdım.


"Tamam o zaman. Siz burada kalın. Benimle birkaç kişi gelsin bir şeyler bulmaya çalışalım." diyerek adım attım fakat Kayra beni durdurdu.


"Hayır." dedi bana bakarak. "Sen de burada kal. Biz erkeklerle hallederiz." diyerek erkekleri ayaklandırdı.


Dudaklarımı aralayıp itiraz cümlelerimi sıralayacağım sırada Kayra kaş göz işareti yapıp beni susturdu. Kafamı aşağı yukarı sallayarak "Dikkatli olun." dedim.


"Siz de." dedi. "Eğer vahşi hayvan falan gelirse direkt çığlık atın."


Ekin'in söylediklerinden sonra Rüya kahverengi gözlerini kocaman açtı. Bu haliyle gerçekten çok masum görünüyordu. Yüzü çok küçük duruyordu, en küçüğümüz o muydu acaba? "Vahşi hayvan mı?" diye sordu dehşet içinde. Erkekler Rüya'yı duymazdan gelerek arkalarını dönüp yürümeye başladı fakat Ekin yine susamadı ve arkası dönük bir şekilde elleri ceplerinde yürürken Arsu'ya seslendi.


"Issız bir ormana düştük. Sadece sevimli kuşların olacağını mı sandın?" dedi alayla gülerek. Rüya, Ekin'in arkasından sinirle bakmakla yetindi.


Onların bu hallerine gülümsedim. Bugün dudaklarım ilk defa zoraki bir şekilde kıvrılmamıştı. Benim bu gülüşümü solduran Alara'nın pişmanlık dolu bir sesle gözlerini kapatıp ellerini saçlarına geçirerek konuştuğu cümle oldu.


"Neden o helikoptere bindim ki!"


Kendini yumuşak kumda geriye doğru bıraktı. Sarı saçları etrafa saçıldı. Kafamı yerden kaldırıp Alara'ya baktım. Bu söyleyeceğim şeyin onu rahatlatacağını düşünerek konuşmaya başladım.


"Helikopterde tanıştığım ilk kişi sendin Alara." dedim gülümseyerek." Bir Youtube videosu çekeceğini söylemiştin."


Söylediklerimle beraber Alara ışık hızında yattığı yerden doğruldu. Geldiğinden beri gözlerinde bir an olsun göremediğim bir parıltıyla bana baktı. Hiçbir şey hatırlamamak gerçekten kötü olmalıydı.


"Acaba ünlü bir Youtuber mıyım?" diye hevesle sordu kendi kendine.


"Peki ya biz? Bizim hakkımızda bir şeyler hatırlıyor musun?"


Vera beklenti dolu ses tonuyla sorduğu soruya karşılık afalladım. Keşke helikopterde onlar hakkında da biraz bilgi edinseydim. Ona gerçekten üzgün olduğumu belirten bir bakış attım. Hafifçe kafamı sağa sola salladım. Vera'nın dikleştirdiği bedeni tekrar çöktü. Ortama yine derin bir sessizlik bastı. Bu durum gerçekten sinir bozucuydu ama kimse hiçbir şey hatırlamıyordu ve bunun yanında konuşacak pek de bir şeyimiz yoktu. Bir süre daha öylece durduktan sonra çocuklar ellerinde birkaç eşyayla döndüler. Onlar gelince ellerimden destek alarak yavaşça ayaklandım.


"İşe yarar bir şeyler bulabildiniz mi?" diyerek sordum beklenti içinde. Ekin elinde ki seçemediğim birkaç bir eşyayı havaya kaldırdı.


"Uyku tulumları." dedi mutlulukla. Rüya bu cümleyi duyduğu anda bedenini yere atarak kumsala uzandı.


"Bir an böcekler içinde uyuyacağım sanmıştım." dedi gerçekten rahatlamış bir ifadeyle. Ekin sinsice Rüya'nın uzandığı noktaya baktı. Bize bakarak işaret parmağını ağzına götürdü ve sessiz olun işareti yaptı. Barlas ne yapacağını anlamış olacak ki dirseğiyle hafifçe Ekin'in karnına vurdu ve yapma der gibi bir işaret yaptı. Ekin gülümseyerek Barlas'a baktı ve ellerini öne doğru kaldırarak gözlerini kapatıp kaşlarını kaldırdı ve "Merak etmeyin, iş bende." diyerek fısıldadı. Rüya o sırada ayaklanmaya çalışıyordu ve "Neden kimse konu-" diyeceği sırada Ekin eliyle Rüya'nın yanındaki görünmez böceği işaret etti ve kocaman bir çığlık attı.


Rüya konuşmasını bitiremeden Ekin'in çığlığına eşlik edip denize doğru kaçmaya başladı. Ekin ellerini karnına koyarak gülmeye başlarken erkekler de ona eşlik ediyordu. Kaan, Ekin'in omzuna vurup "Salaksın oğlum." dedi gülerek. Biz kızlarsa hafifçe bir gülümsemeyle birbirimize bakıp kafamızı iki yana salladık. Adada ki kavgacı ve çatlak kişilerin kim olacağını şimdiden kestirebiliyordum.


Rüya bizden biraz uzaklaştıktan sonra Ekin'in gülen sesine durdu. Arkasını dönüp bize bakarken bir şakaya kurban gittiğini anlaması uzun sürmemişti. Ekin gözünden yaş gelene kadar gülmüştü ve eliyle gözlerini sildi.


"Ah, çok komik!" diyerek kendini dizginlemeye çalıştı. Rüya sinirle Ekin'e doğru yaklaştı, Ekin, Kayra'nın arkasına saklandı. Kayra, Ekin'i arkasından öne doğru çekerek ellerini havaya kaldırdı ve "Bence dayağı hak ettin." dedi.


Rüya, Ekin'in karşısında durup güçsüz bir şekilde ona vurmaya başladı ama Ekin'in yapılı bedeninin bundan etkilenmediği ortadaydı.


"Ödüm koptu." dedi bağırarak. Ekin hala gülmeye devam ediyordu.


"Ama çok komikti."


Bu eğlencenin uzun süreceğini anladığım anda ellerimi birbirine vurdum ve odağın bende toplanmasını sağladım. "Bu kadar eğlence yeter. Artık uyumalıyız."


Rüya sinirli bakışlarını Ekin'in üzerinden ayırmazken Ekin olaydan yırtmak için yere bıraktığı tulumları aldı ve herkese dağıtmaya başladı.


"Sekiz tane olması da gayet şüphelendirici ama şu an bunu düşünemeyecek kadar çok uykum var." dedi Alara tulumunun içine girerken. Vera ve Rüya da tulumun içine girdi. Tek ayağımın üstünde zıplayarak kızların yanına doğru yürüdüm. Tulumu yere koyarken bacağım dolayısıyla gerçekten zorlanıyordum.


"Bacağın kötü durumda galiba?" diye sordu Kaan. Hafifçe tebessüm ederek kafamı iki yana salladım. "Sadece biraz ağrıyor." Hala tulumla savaşıyordum.


"Sana yardım edeyim." dedi yanıma gelerek. Kayra'nın da yardımıyla tulumun içine girmeyi başardım.


"Siz nerede olacaksınız?" diye sordum.


"Fazla uzakta olmayız. Zaten nöbetleşerek uyuyacağız." dedi Ekin. Ona kafamı sallayarak cevap verdim.


"Dikkatli olun. İyi geceler."


Herkes birbirine iyi geceler dileyerek belki de en huzursuz uykularına adım attı. Saat şu an tahminen sabaha yakındı ama hepimizin uykuya ihtiyacı vardı. Herkesin şu son saatlerde yaşadıklarını bir kabus olarak görmek istediğinden emindim ama bu işin gece gördüğümüz kabuslardan daha ciddi olduğunun da farkındaydım. Ve buradan kurtulmanın yeterince kolay olamayacağının da. Gözlerimi kapatıp kendimi bilindik karanlığa bıraktım. Gözümün önünde uçan balıklar, pilotun son hali, görevlilerin bize yardım etmeden atlayışı, arkadaşlarımı bulduğum ilk andaki gördüğüm not belirdi. Bunların uzun bir süre kafamdan silinmeyeceğini ve her birine yenisinin ekleneceğini biliyordum. Sadece on dakika kapalı duran gözlerimi araladım fakat aralamamla kapatmam bir oldu çünkü tepemde duran yapılı gölge beni korku içinde tekrar karanlığa hapsetmişti.


Gözlerimi açamazken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir süre öylece bekledim. Tepemde beni izleyen biri vardı ve ben şu anda kolumu bile kıpırdatamıyordum. Kendimi cesaretlendirip gözlerimi açtım.


"Kim var orada!"