"Kim var orada?"


Dudaklarımdan fısıltıyla dökülen cümlelerimle açılmamak için yemin etmiş göz kapaklarımı yavaşça araladım. Göreceğim şeyin korkusuyla titreyen bedenimi ve sesimi dizginlemeye çalıştım. Karşımda görmeyi beklediğim, korkunç bir hayvan ya da insan olabilirdi ama gözlerimi açtığımda gözümün önünde gidip gelen dalgalardan başka hiçbir şey yoktu.


Burada yaşadığım şokun etkisiyle gördüğüm bir halüsinasyon olduğunu düşündüm ve derin nefeslerimin arasında etrafıma kısa bir bakış attım. Kızlara baktığımda rahatsız bir uykuya dalmış, yaşadıklarının yorgunluğunu uykuyla atmaya çalışıyor gibi duruyorlardı. Doğrulduğum yerde derin bir nefes alarak kendimi yavaşça yere bıraktım. Gözlerimin önüne düşen saçlarımı ellerimle geriye ittirdim. Bir süre bakışlarım gökyüzündeki yıldızlarda takılı kalırken yaşadığım gerginlikle nefesimi tuttuğumu hissediyordum. Karanlığa direnen gözlerime sanki kürdan batırıyorlardı. Uyumak için yalvaran bedenime daha fazla acı çektirmedim ve kendimi hayatımdaki en huzursuz uykuma bıraktım.


Sanki iki saat uyumuşum gibi his veren vücudumdaki yorgunluk beni dürtüyordu. İki saatten fazla uyuduğumun farkındaydım fakat hiç uyumamış kadar halsiz hissediyordum.


Ağzımda beliren kuruluk ve bilindik acı tat, gözlerim hala kapalıyken yüzümü buruşturmama sebep oldu. Gözlerimin üzerinde sanki biri mangal yapıyordu. Bu kadar yanmasının başka bir açıklaması olamazdı çünkü. Dudaklarımı aralamaya çalışırken susuzluktan birbirine yapıştığını anladım. Tükürüğümle ağzımı ıslatmaya çalıştım ve gözlerimin üzerindeki ağırlığı kaldırıp sıcak güneş ışığının bana göz kırpmasını izledim. Önce bulanıklaşan görüşümün ardında tepemde dikkatle beni izleyen arkadaşlarıma baktım.


"İyi misin?"


Alara endişeyle yeşil gözlerini bana yöneltmiş, sesindeki korkuyla cevabını bilmediğim bir soru yöneltti bana. Dudaklarımı aralamaya çalışırken o bilindik durum beni engelledi.


Susuzluk.


Şu an bir havuz dolusu suyu içebilecek konumdaydım. Yavaşça doğrulmaya çalıştığımda sabahları okula giderken üzerimde bulunan isteksizlik baş gösterdi. Şu an yapmak istediğim tek şey kuruyan ağzımı ıslatıp tekrar uykuya dalmaktı. Doğrulmakta zorlanırken Alara ve Vera iki kolumdan tutup doğrulmamda bana yardım etti.


"Su."


Şu anda dudaklarımdan dökülebilecek olan tek kelime buydu. Sırtımı bir ağaca yasladığımda başımı da yavaşça geriye bıraktım. Kısık bakışlarımın arasından arkadaşlarımın yüzlerine baktım. Benim su istememle beraber hepsi ümitsizce gözlerini benden kaçırdı.


Doğru ya, unutmuştum. Buradaki tek su; karşımda duran, acı ve son derece tuzlu olan bir denizdi. O sudan içeceğime susuzluğumla başa çıkmayı yeğlerdim. Bakışlarımı karşımda dalgaları dinginleşmiş olan denizden ayırdım ve hala başımda olan ve ne yapacağını bilmeden öylece bekleyen arkadaşlarıma çevirdim.


"Çok fazla ateşin var. Ne yapmalıyız?"


Ekin iki kaşını endişeyle kaldırdı ve bu sefer cevabını bildiğim bir soru sordu.


"Bacağımdaki yaradan kaynaklı. Çok kan kaybettim sanırım."


Uyandığımdan beri kurduğum en uzun cümlemdi ve bu cümleyi kurabildiğim için kendimi tebrik ettim. Bir yanardağ gibi yükselmeye devam eden ateşim için bir şeyler yapmam gerekiyordu ama burada yapabileceğim tek şey herhangi bir kıyafet parçasını ıslatıp sürekli alnıma koymak ve bez ısındıkça tekrar ıslatıp alnıma koymaktı. Fakat bu ne benim bacağımdaki enfeksiyon kapan yaramın ne de havale geçirmeme sebep olacak olan ateşimin geçmesini engellerdi. Tekrar kısılmaya başlayan gözlerimin açılmasını sağlayan şey Barlas'ın sinirle ellerini saçlarına geçiren hareketi oldu.


"İçimizden tek bir kişi bile ölemez, tamam mı!" dedi kimsenin beklemediği bir çıkışla. Hastalıklı halimle afallayabildiğim kadar afalladım ve ona kendimin bile anlamlandıramadığı bakışımı attım. Sanırım burada olmamızdan çok fazla etkileniyordu ve bize ya da kendisine bir şeyler olmasından korkuyor gibiydi.


"Saçma saçma konuşma Barlas. Kimsenin öldüğü falan yok."


Kayra'nın her kelimesine vurgu yaparak kurduğu cümlesiyle boynundaki damarlar hafifçe gün yüzüne çıktı. Bakışlarını Barlas'tan ayırırken gözleri beni buldu. Barlas'ın söylediklerine çok sinirlendiği belliydi. Sinirini biraz da olsa dağıtmak için konuştum.


"Helikopterde ilk yardım çantası falan yok mu?"


Beklenti içinde sorduğum cümlemle gözlerimde yavru köpek bakışı belirdi. Dün helikopterde uyku tulumlarını bulan erkekler birbirlerine baktılar.


"Dün karanlıkta iyi bakamamıştık. Her helikopterin ilk yardım çantası vardır. Biz gidip bir bakalım. "


Kayra, kurduğu cümlesinin ardından gözlerini Kaan'a çevirdi. "Kaan benimle gel." diyerek Kaan'a işaret verdi. Kaan'ın onaylamasına fırsat bile vermeden yürümeye başladı.


Çok aceleci bir yapısı vardı. Kaan da bir şey söylemeden Kayra'nın peşinden gitti. Bir süre arkalarından baktıktan sonra gözlerimi bacağımdaki saçma salak yaptığım sargıya çevirdim. Yapabildiğim kadar yarama doğru eğildim fakat gözlüklerim yoktu ve ben üç derece miyoplukla hiçbir şey göremiyordum. Yırttığım hırkamdan bacağıma sardığım sargıyı yavaşça açmaya başladım.


Derin kesikli ve bir hayli şişmiş olan yaram gün yüzüne çıktığında gözlerimi kısarak yaraya baktım. Beni dikkatle izleyen kızlar, normal bir insan için mide bulandırıcı fakat bir doktor için gayet başarılı olabileceği vaka olan yaradan gözlerini kaçırdılar. Onlara kısa bir bakış atarken bu hallerine gülümsedim. Barlas'a baktığımda suratı ifadesizdi ama Ekin yüzünü buruşturmuştu.


"Kötü görünüyor değil mi?"


Kötü göründüğünü kendi içimde çoktan onaylamıştım ama maksat laf olsun torba dolsun hesabıydı. Hepsi birlikte kafasını salladı.


"Acıyor mu?"


Rüya'nın bir anne şefkatiyle sorduğu soru burukça gülümsememe sebep oldu. Annemi hatırlarken burada olsaydı beni çok başarılı bir doktordan daha çabuk iyileştirebileceğini biliyordum. Gözlerim birkaç saniye kuma sabitlendikten sonra tekrar Rüya'ya çevrildi. Yaram çok acımasına rağmen kafamı yavaşça iki yana salladım.


"Merak etmeyin, daha kötülerini gördüm. Birkaç gün ölmem herhalde." diyerek keyiften uzak ama ortamı yumuşatmaya çalıştığım bir şaka yaparak güldüm. Yarın bir gün ölümden şakayla bahsettiğimde bana bu kadar yakın olabileceğini tahmin edemezdim.


Bakışlarımı korkunç yaramdan ayırmamı sağlayan şey, bize doğru ellerinde ilk yardım çantasıyla yaklaşan Kayra ve Kaan'ın görüş alanıma girmesiydi. Ellerinde tuttukları küçük kutu, benim kocaman gülümsememe sebep oldu.


"Lütfen içinde işe yarar bir şey olsun." diyerek içimde kalan son umut kırıntısıyla fısıldadım. Kaan elindeki çantayı dikkatle önüme koydu.


"Tıbbi malzemelerden çok anlamam ama işine yarar bir şey çıkacak gibi." dedi gülümseyerek. Hızlıca kafamı aşağı yukarı salladım ve çantayı açtım. Çantayı açtığımda gözüme çarpan ilk şey dikiş malzemeleri oldu. Uzun zaman sonra derin ve rahat bir nefes alırken konuştum.


"Bu kadar şanslı biri olduğumu bilmiyordum." dedim arkadaşlarıma bakarak. Herkes bana gülümseyerek ve rahatlamış bir ifadeyle bakıyordu. Bakışlarımı tekrar çantaya çevirdiğimde sanki elimde büyük bir hazine kadar değerli bir şey tutuyormuş gibi dikkatlice karıştırmaya başladım. Çantanın içinde lokal anestezi aradım. Şu an da dikiş malzemelerinden sonra en çok ihtiyacım olan şey buydu. Kutuyu deli gibi karıştırdım. Az önceki dikkatli aramamın aksine bulmam gereken şeyi bulmak için delicesine karıştırdım ama yoktu.


"Bu kadar şanssız biri olduğumu da bilmiyordum."


Az önceki umut kırıntılarımı peynir ekmekle yiyerek başımı geriye doğru bıraktım. Şu anda balkondan şansıma tükürmek istiyordum.


"Ne oldu?" diye sordu Rüya merakla.


"Dikiş malzemeleri var ama uyuşturucu yok. Uyuşturucu olmadan dikmeye kalkarsam kesin acıdan bayılırım."


Bu acıya dayanan birçok insan vardı fakat ben fiziksel acıların aksine ruhsal acılarla baş edebilen bir insandım.


"Bu çok korkunç." dedi Vera dehşetle bana bakarak.


"İyice baktın mı?" diye sordu Ekin kafasının ucuyla kutuyu işaret ederek. Pes etmeyi bilmiyordu fakat kutuya tekrar bakmam hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Ekin tatmin olsun diye tekrar kutuya döndüm. Kutuyu bu sefer sakince karıştırmaya başladım. "Evet bakt-" Duraksadım. Suratımda kocaman bir gülümsemeyle kutuya bakıyordum. "Hayır, bakamamışım."


Kendi saflığıma hayret ederken Ekin'in inatçılığı için ona minnettardım.


"Buldun mu?" diye sordu Kayra beklenti içinde. Kafamı aşağı yukarı salladım.


"Bundan sonrasına bakmak isteyeceğinizi pek sanmıyorum. Arkanızı dönün isterseniz."


Küçük bir yara olsa da uygulayacağım şey bir et parçasını dikmekti ve buradaki çoğu kişi bence tıbbi olaylardan pek fazla hoşlanmıyordu. Söylediğim şeyle birlikte kızlar tereddüt bile etmeden arkalarını döndü. Ekin hariç diğerleri de yavaşça arkasını döndü.


"Ben bakmak istiyorum."


Ekin gözlerini kocaman açıp benimle oyun oynamaya gelen bir erkek çocuğu gibi yanıma diz çöktü. Ona gülerek baktım. "O halde bana yardımcı olabilir misin?" diye sordum sesimdeki neşe tekrar yerine gelirken. Beklenti içinde kafasını salladı.


"Oha, resmen ameliyata giriyorum. Çok heyecanlı!"


Verdiği büyük tepkiyi anlamlandıramayıp ona yüzümü buruşturarak baktım.


"Abartma, ufak bir dikiş atacağız sadece."


Çantadan malzemeleri çıkarıp Ekin'in avucuna koydum. Ekin elindeki malzemeleri dikkatle incelemeye başladı. Gerçekten de çocuk gibiydi.


Derin bir nefes aldıktan sonra yirmi dört saattir bana işkence eden yaradan kurtulmak için işleme başladım. Önce yarayı temizledim ve uyuşması için lokal anestezi yaptım. Ben bunları yaparken diğerleri aralarında sohbet ediyordu. Yaklaşık beş dakika kadar bekledikten sonra sinirlerimin uyuştuğunu hissettim ve dikiş için ipliği iğneye geçirdim. Bu pantolon dikmeye benzemiyordu. Kendime ilk defa dikiş atacak olmam da bir hayli garipti. Daha fazla beklemeden işe koyuldum.


Yaraya yaklaşık 6 dikiş atmıştım. Ben bunları yaparken beni merakla izleyecek olan Ekin dikiş atılan kişi ben olmama rağmen "Bu acıya dayanabileceğimi sanmıyorum." diyerek avucundaki malzemeleri kenara bırakıp, koşarak diğerlerinin yanına kaçmıştı. Oysaki daha dün pilotun korkunç cesedini diğerleriyle beraber taşıdıklarını biliyordum. Neden kaçmıştı? Öğrencilik yıllarım boyunca bu görüntüler beni hep meraklandırmıştı. Normal biri olmadığımı biliyordum ama bu halimi seviyordum. Kendimi her şeye rağmen seviyordum.


Ve son dikişi attıktan sonra "Bitti." dedim sargı bezini bacağıma sararken. Benim böyle söylememle herkes bana döndü. Yerimden kalkıp bacağıma gereğinden fazla dikkat ederek onlara doğru yaklaştım. Yavaşça Ekin'in ve Alara'nın arasına girdim.


"Daha iyi misin?"


Kaan'ın sorduğu soruya karşılık kafamı memnuniyetle aşağı yukarı salladım. Şu an eskisine nazaran çok daha iyi hissediyordum.


Kaan'ın kurduğu üç kelimelik cümleden sonra etrafa o bilindik sessizlik çöktü. Herkes bir yere odaklanmıştı. Hepsinin yüzlerine tek tek baktım ve yüzlerinde gördüğüm çaresizlikle kalbim az önceki ağrıyan bacağımdan daha fazla acı hissetti.


Onlar için gerçekten çok üzülüyordum. Benim hatırlayacak bir şeylerim, ardımda bıraktığım insanları düşünebilecek bir hafızam vardı ama onların anıları koca bir hiçten ibaretti. Duygusal olarak benden daha kötü durumda oldukları aşikardı. Bu büyük sessizliği bozan şey Rüya'nın hıçkırıkları oldu.


Rüya düşüncelerimi destekler gibi ağlamaya başladı. "Peki şimdi ne olacak? Bu adadan nasıl kurtulacağız? Ne bir telefon var ne de nerede olduğumuza dair bir iz." diyerek kafasını dizlerinin arasına gömdü.


Herkes yere sabitlediği bakışlarını Rüya'ya çevirdi. Rüya'nın güneşte parlayan açık kahve tonlarındaki saçları yüzünün etrafına döküldü. Bu atmosferin her zaman bozulmasını sağlayan Ekin araya girdi.


"Elbet yokluğumuzu fark edecekler. Eminim helikopterin düşüş haberi gitmiştir. Bizi aramaya başlamışlardır bile. Hem bizimle helikoptere binen yardımcılar var. Onların cesedine falan rastlamadık henüz. Onlar bizden bir iz götürebilirler."


Ekin'in bu kadar pozitif olması hepimiz için iyiydi ama gerçekleri göz ardı etmek de istemiyordum.


"Basit bir helikopter düşüşü değil bu arkadaşlar."


Geldiğimden beri tekrarladığım bu cümle birçok kişinin sinirlerini bozuyordu belki ama boş yere umutlanmak hiç umut olmadan yaşamaktan daha kötüydü.


"Evet hepimiz iyi şeyler olsun istiyoruz. Bunun için de iyi düşünmeliyiz ama biri bizimle fena bir şekilde oynuyor ve eminim bizi buradan kurtaracak tek kişi de bizimle oynayan kişi."


Kurduğum cümlelerle herkesin gözlerinde beni onaylar bir ifade vardı. Birileriyle fikir ayrılığına düşmekten nefret ediyordum. Bu durum beni rahatlattı.


"Kim peki bu? Aklım almıyor. Neden buradayız? En önemlisi kime ne yaptık da buradayız? Bizi bu adaya hapsedebilecek kadar psikopatlaşabilen birine ne yapmış olabiliriz?" dedi Vera çaresizlikle.


Konuşurken çok fazla jest kullanıyordu ve bu da onun burada olmaktan hiç mi hiç hoşlanmadığının kanıtıydı. Cümlelerinden tamamen çaresizlik akıyordu.


"Hafızalarımızı getirebilmenin bir yolu yok mu? Duru sen doktorsun, bu konu hakkında bir şey yapamaz mısın?"


Kaan'ın söylediklerine karşılık yüzüne bir süre baktım. Bir şeyleri yoluna sokmayı o kadar çok isterdim ki. Elimden bir şeyler gelmesini ve yarına evimde uyanmayı çok isterdim ama gözlerimdeki ifade hiçbir şey yapamayacağımı dile getiriyordu.


"Bu adada, bu imkansızlıkta yapabileceğim hiçbir şey yok. Lütfen kendinizi bu konu hakkında yormayın. Eğer öyle olursa her şey daha da kötüye gider. Sabredin. Sadece biraz daha dayanın."


Yalvarırcasına çıkan sesimle konuştum çünkü bu konuyu ne kadar çok düşündüklerini biliyordum ve düşünmeye devam ederlerse bu psikolojik olarak onları çok etkileyecekti. Bilindik uğursuz düşünce tam üzerimize çökerken silkelenmemizi sağlayan Kayra'nın enerji dolu sesi oldu.


"Hadi ayaklanın!" dedi Kayra oturduğu yerden kalkarak. Herkes oturmaya devam ederken gözlerini kaldırıp Kayra'ya baktı.


"Bakmayın öyle. Barınma ve yemek ihtiyacımızı karşılamamız gerek. Helikopterden çıkarttığımız erzaklar var. Onlar bize biraz yardımcı olur. Yardım gelene kadar idare etmek zorundayız."


Bir süre hepimiz birbirimize baktık fakat sonrasında herkes Kayra'nın söylediğini yeteri kadar mantıklı bulmuş olacak ki onlar da en az Kayra kadar büyük bir enerjiyle ayağa kalktı.


Tabii benim büyük bir heyecanla ayaklanmamı engelleyen bir şey vardı, bacağımdaki yara. Yarama aldırmadan ben de onlarla beraber yaralı olmayan bacağıma ağırlık vererek ayağa kalktım. Hepimiz ayağa kalkıp birbirimize tekrar umutla ve gülümseyerek baktık. Şu an ihtiyacımız olan şey bizi çıkmaza sürükleyen düşünceler değildi. Aksine, bizi hayatta tutacak olan planlarımızdı.


"Kaçamıyorsak bu durumdan, biz de üstüne gideriz." diyerek göz kırptım.


Burada yaşayacağımız korkunç şeyden habersiz, umutla gülümsüyorduk. Umarım bu gülümsememizi solduracak bir şey olmazdı. Bizim için her şey bitmiş sayılmazdı. Aksine, yeni başlıyordu.