Saat akşam sekiz suları, haberler Rus generalinin tabutu bulundu diye anons veriyordu, bazı ana haberlerde son dakika diye geçiyordu. Derin bir çukurun içinde iki metre boyunda bir tabutta mumyalanmış halde ve kabzası haç biçiminde göğsünün üstüne konmuş kılıcıyla bulunmuştu. Ertesi gün şehirde birçok efsane döndü, kimisi birinci dünya savaşı zamanında Kars’a saldıran daha sonra Kazım Karabekir tarafından öldüren general dedi. Kimisi büyük altın gömüsü için işaret, kimisi de Rusların savaş zamanında burada unuttukları bir asker diyordu.

Şehre yapılan havalimanının temeli kazılırken bulunmuştu tabut. Yerin altından iki tüneli birbirine bağlayan bir boşlukta derin bir çukurda bulunmuştu. Bütün şehir Rus generalinin efsaneleri ile yankılanıyordu.

Ertesi gün havalimanı inşaatının etrafı güvenlik çemberi ile korumaya alındı, kuş bile uçurulmuyordu civarda. Kısa sürede uluslararası bir mesele haline döndü. Herkesin gözü kulağı Rus generalin yıllar sonra bulunan tabutuna yönelmişti. Haber kanalları alanın çevresinde birkaç görüntü almak için bütün gün koşturup duruyordu, şimdilik kimse yaklaştırılmıyordu. Rus yetkilerden bir heyet Türk dış işleri ile irtibata geçip ertesi gün ülkeye gelip olayı detaylıca araştırmak istediler. Birkaç telefon trafiğinden sonra heyet geldi, ülkeye iner inmez hiç vakit kaybetmeden alana geçmek istediklerini belirttiler. Dört kişi gelmişlerdi, içlerinden biri kısa boylu ve sarışındı; diğer üçü uzun boylu, sarışın, mavi gözlüydü, soğuk yüzlü mesafeliydiler. Alana geldiklerinde tercüman eşliğinde tabutun olduğu bölgeye doğru yöneldiler. Tercümanlığı emniyette az çok Rusça bilen bir polis yapacaktı. Dışarıdan bir tercüman getirilecekti ama Rus heyet tahmin edilen süreden önce alana geldiği için vakit bulamadılar, ekipte Rusça bilen biri olduğunu öğrenilince de daha güvenli olduğunu düşünerek eldeki imkânla idare etmeye karar verdiler. İnşaat alanına güney taraftan ormanlık alanın tenha yerinden girip kazı bölgesine doğru geldiler, gazetecilerden uzak bir noktaydı girdikleri kısım. Temelin başlangıç yerinden ortaya doğru iki metre eninde bir tünel olduğunu söylediler. Rus heyete kafa koruyucu kasklar takıldıktan sonra girdiler tünele. Tünele girdikten sonra yirmi metre sonra sağa dönüp kırk elli metre ileriye doğru ilerledikten sonra tekrar sağa döndüler. Epeyce ilerledikten sonra tabutun olduğu kısma yaklaşmak üzereydiler. İki tünel ucunu birleştiren kısma geldiklerinde biraz eğilip aradan geçince tabutun olduğu kısma çıktılar. Tabutun olduğu kısım naylonla kapatılmıştı. Heyetin olduğu kısmın hemen ön tarafı aynı zamanda generalin baş tarafına denk geliyordu. Öyle duruyordu zaten açılıp bakıldıktan sonra da yeri değiştirilmemişti. Tekrar, bulunduğu derin çukur öylece üstü açık bırakılmıştı. Tabutun olduğu kısım çok dar olduğundan yalnız iki kişi kontrol için yaklaşabildi. Bir Türk bir de Rus yetkili naylonun hemen önünde hazır bulundular. Rus yetkili yanında duran Türk yetkiliye bir şeyler sormaya başladı. Türk yetkili hiçbir şey anlamadığını ifade eden baş hareketleri yaptı. Bir türlü anlaşamadılar, sormaya devam ettikçe Türk yetkili önemli bir şey olduğu kanısına vardı, arkasına döndü. 

—Faruk ne diyor bu, anlamıyorum, önemli bir şey mi diyor?

—Amirim duyamıyorum, sesi gelmiyor.

—Ney olmuyor.

—Sesi gelmiyor amirim.

—He tamam, dur.

Yanındaki Rus yetkiliye dönerek yüksek sesle söyledi:

—Biraz yüksek sesle söyle bakayım, ne diyorsun?

Rus yetkili hiçbir şey anlamadan şaşkın şaşkın etrafına bakındıktan sonra tekrar Türk yetkilinin yüzüne bakındı.

—Bana değil, ona bak. Faruk gel buraya, bu böyle olmayacak.

—Amirim sizin buraya gelmeniz lazım.

—Hayır oğlum, senin buraya gelmen lazım.

—Amirim yer dar ya, sığamıyoruz oraya üç kişi, ondan dedim.

—Gel gel o zaman.

Güç bela yer değiştirdiler iki Türk yetkili.

—Amirim diyor ki burası çok kokuyor.

—Ne diyor?

—Burası çok kokuyor diyor amirim.

—Bu kadar mı diyor?

—Evet amirim.

—E onu bana da söyleseydi keşke, o kadar değiş tokuş yaptık şimdi.

—Gel aşağıya, ben yukarı geleceğim, çabuk gel, hadi. Tut elimden, üstüm de toz oldu şimdi. Yeni almıştık güzelim takımı da.

Türk ekibinden başka biri olayı çözer havasıyla:

—Amirim söyleyelim bu kısa boylu arkadaşlarını alsınlar buraya, oradaki kocaman herifin yerine iki kişi daha sığarız bence. Söyleyelim amirim.

—Olmaz öyle, adama ne diyeceğim? Sen git kısası gelsin mi diyeceğim? Faruk tut elimden, geliyorum.

—Amirim bir dakika, bir şey diyor.

—Dön ona çabuk, dön ona ne diyor, ne diyor?

—Diyor ki kamera kaydına almak istiyoruz tabutun açılma anını.

—Ne kamerası ya, açılış mı yapıyoruz burada?

 —Olmaz de, ne kamerası, bir an önce açıp baksın, çıkalım, bizim millet merak ediyor dışarıda.

—Amirim bize kesin talimat bu diyor. Hem Türk-Rus ilişkileri için milat olacak bir an, itimatsızlık olsun istemeyiz diyor.

—He, kayda alınca itimat filmi çekecek yani. Tamam, başka bir şey demeyecekse ben geleyim oraya.

—Buyurun amirim, tutayım mı elinizden?

Tekrar tabutun önünde hazır bulundular.

Rus yetkili kamerayı açtı, kayıt tuşuna bastı, sonra tabuta doğru çevirdi. Türk yetkiliye aç işareti yaptı, naylonu yavaş yavaş kaldırmaya başladı. Rus yetkili kayıp düşmemek için ayaklarını iyice yerleştirdikten sonra kamerasını sabit tutmaya çalışarak tekrar işaret etti. Türk yetkili naylonu tamamen yana doğru kaydırdı. Bayağı fazlaca sarılı olduğu için tam açılması biraz zaman aldı. İki heyet de aşağıdan meraklı bakışları ile zıplayıp bakınmaya çalışıyordu. Onlar aşağıdan bakıp orada neler olduğunu merak ederken bir müddet sonra oradaki kargaşaya anlam veremediler. İki yetkili birbirlerine yüksek sesle bir şeyler söylemeye çalışarak heyete doğru indiler güç bela. 

Türk yetkili biraz kızgın bir şekilde:

—Faruk söyle şuna, tabutun etrafını en son sardığımızda yerinde çukurda duruyordu, general de içindeydi, nereye gittiğini ben nerden bileyim? Sakin olsun, çabuk söyle şuna.

—Amirim diyor ki, bu çok ciddi bir sıkıntı olur sizin açınızdan. Çocuk oyuncağı mı bu, Emaneti bu kadar mı koruyorsunuz, diyor amirim kendisi.

—Kaç yıldır saklamışız burada, şimdi mi ihanet ettik yani? Dirisine de mi sahip çıkalım, kaçmış işte… Son söylediklerimi çevirme. 

—Ne diyeyim amirim?

—Çalınmış de, yok kaybolmuş de, kaçmış kendisi de, dur dışarı çıkalım, kendisi yapsın açıklamayı de.

—Tamam amirim.

İki heyet dışarı çıktığında tüm dünyadan medya mensupları hazır bekliyordu. Şiddetli yağmura rağmen kameralarının üstünü kaplamış bekliyordu herkes. Tüm şehir günlerdir Rus general efsanesini merak ederken şimdi kaybolduğunu televizyonlardan şok olmuş halde dinliyorlardı. Kimisi için dirilmiş gitmiş bir kahraman olurken kimisi için kim götürdü acaba merakıyla muamma bir hal aldı. Memleket günlerce bu meseleyle yatıp kalktı. Televizyonlarda bu mesele ile ilgili analiz programları başlamıştı. Her bir uzman giyindiği takım elbisesinin içinde gururla gerinerek canlı yayında kendi teorisini ciddiyetle açıklamaya çalışıyordu. Tüm kanalların tek derdi ünlü Rus generalinin nereye kaybolduğuydu. Artık general ünlü olmuştu. Dünyada iki ülke için savaş bahanesi olarak yorumlanıyordu. Bazı yabancı medyalarda Türkler, generali kaçırıp Ruslara mesaj mı vermek istiyor yorumları yapılıyordu. Hatta generalin tarihte yaptıklarına bakılırsa Türkler için intikam mesajı olduğunu yazıp duruyorlardı. Osmanlı-Rus harbinde Kars’ı işgal etmeye çalışırken Kazım Karabekir tarafından ordusuyla püskürtülen generalin kayıp tabutu Ruslar için nasıl bir tepki ile karşılanacağı merak konusuydu. İki heyet basına açıklama yaptıktan sonra dış işleri bürosuna geçtiler. Konuyu, üst makamların da katılması ile masaya yatıracaklarını söylediler. Rus yetkilinin naylonun kaldırıldığı anda çektiği görüntüler defalarca incelendi. Tabut bulunup ambalaj yapıldığı günden sonra yanına yaklaşıldığına dair herhangi bir ize rastlanmamıştı. Rus yetkili zaten naylon açılmazdan evvel tüm etrafı detaylıca çekmişti. Tabutun bulunduğu derince çukur ve etrafı iyice çekilmişti. Türk yetkililer havalimanı inşaatının yaklaşık iki yıl önce başladığını ve etrafının beş metrelik beton duvarlarla çevrili olduğunu ispatlı bir şekilde defalarca ifade ettiler. Duvarlar geçilse bile alana ulaşılması mümkün değildi. Alan pist ile beraber kuzey tarafından başlayıp ortasına kadar gölün içindeydi, kuzey ucu göl manzaralıydı. Güney tarafı ise genişçe bir ormanlık alandı, bu alanda yüksek duvarla korunuyordu, ayrıca yüksek gerilimli elektrikli teller döşenmişti beş metrelik duvarın üstüne. Alana uçak dışında hiç kimsenin giremeyeceği konusunda herkes hemfikir olmuştu. Ayrıca alandaki güvenlik kamerası kayıtlarını da defalarca kontrol ettiler. Bundan sonraki süreçte, heyetler ortada ihanet olmadığına dair ortak bir kanıya varmak istiyorlardı. Türk yetkililer misafirperverliklerini göstermekten hiç çekinmeden ilgileniyordu onlarla. Yoğun koşturma temposundan sonra kebap yemeğe gittiler birkaç Türk yetkilinin daha katılımıyla. Kol kırılır yen içinde kalır dostluğuyla merakla haber bekleyen dış basına şimdilik böyle bir mesaj verdiler. Olay şehrin esnafından çarşısına kadar her yerde konuşuluyordu. Herkes Rus generalinin boyunu bıyığını ayakkabısını konuşurken Hamit, küçücük garajında icat işleri ile uğraşıyordu.

 

Şehrin merkezi her zamanki gibi kalabalıktı. Tak tak çekiç sesleri ile çarşının canlılığı sabah güneşinin ilk ışıkları ile birlikte şehre doğru yayılıyordu. Esnafın emek sesleri eşliğinde şehirde yeni bir gün başlamıştı. Güneş çarşıdaki bakır işlemelere yansıyarak gölgelik alanları aydınlatıyordu. Hamit sabah erkenden demirciler çarşısına gelmişti. Yaptığı icatları için her türlü parçayı kendisi imal eden Hamit, bir metal parça arıyordu. Bütün gün çarşının altını üstüne getirdi, bulamadı aradığı parçayı. Esnaf, onun bulana kadar inadından vazgeçmeyeceğini bildiği için aradığı her ne ise ona yardımcı olmak için topluca dayanışmaya girmişti, her zamanki gibi o yokmuş gibi davranacaklardı. Sabırsız bir adama yapılacak iş mi? Sabırsız Hamit doğarken acele etti de annesinin kalbi kaldıramadı diye takılmaları da bundandı.

Annesi Hamit’i doğurduğu esnada kalp yetmezliğinden vefat etmiş, bir süre babasıyla yaşamış, daha sonra babaannesinin yanına yerleşmiş. Babaannesinin alt katındaki garajı kendisine tamirhane yapan Hamit tüm gününü orda geçirir hale gelmiş zamanla. Tek uğraşı uçmak üzerine hayalini gerçekleştirmekti. Annesinin ölümünden sonra kendisinden genç bir kadınla evlenen babasına nefreti de bundandı. Babasını görmektense garaja çevirdiği bu küçük yerde sabaha kadar çalışmaya razıydı.

Kim derdi ki hayat Hamit’i bir çarşı sokağından garaja sıkıştırıp oradan gökyüzüne doğru açılmak için Hamit’e kanatlar hayal ettirsin, sonra yapmak için gece gündüz uğraştırsın. Kader mi Hamit’in yolunu buraya çevirmişti, Hamit mi bu yolu seçmişti, şimdilik kendisinin peşin bir hükmü yoktu, halinden şikâyeti de yoktu. Zaten hayatta şikâyet namına hiçbir şey bilmiyordu. Tek bildiği, kendini bildi bileli kendi dünyasında uçup gitmek. Kısa boyunun altında koca bir dünya saklıydı. Kafasına estiği gibi davranır diye bilinirdi hep ama o kafasındaki hayallerle yaşardı.

Şehrin çarşı esnafı arasında günlerdir Rus generalinin efsanesi konuşulurken Hamit laf arasına günlerdir aradığı metal parçasının şeklini şemailini sıkıştırıyordu. Biz ne diyoruz, sen ne diyorsun lafını duymaya alışmıştı. Hamit buna alıştığı gibi insanların duymaya alışkın olmadığı şeyleri aniden söylemekten de hiç vazgeçmedi. Laf arasında kanat için tek montajım kaldı, onu da aradığım parçayı bulunca bitireceğim dedi. Hangi kanat diye sorulana kadar bu cümlesini tekrar etti bir süre, sonuç değişmedi. Çarşıdan elleri cebinde yere bakıp düşünce saçan tavrı ile hızlı adımlarla mahalleye doğru yürüdü. Başını kaldırıp havaya baktığı yere gelmişti. Alnına doğru saçılan saçının altından gözlerini balkona dikti. Kalbi heyecandan duracak gibi oluyordu yukarıya doğru başını kaldırınca. Ensesinden kulağına doğru esen rüzgârın sesi ile kalbindeki sıcaklığı buluşturup hızlı adımlarla garajına doğru yürümeye başladı. Nurgül’ünün elinden tutup yürüyordu, gözlerini onun gözlerinden ayırmadan. Ellerinin yumuşaklığını ruhunun içinde hissetti. Nurgül yüzüne her bir gülüş kondurduğunda garaja yaklaştığını bile fark etmiyordu. Bunun hayaline o kadar inanmıştı ki gerçeğini başka bir şekilde tahayyül edemiyordu. Hamit geri kalan heyecanını garajına kadarki yürüme mesafesinde hızlı adımlarında yaşayıp ayaklarını yerden kesiyordu. Bir gün gerçekten kavuşma hayalini düşündükçe Nurgül’ün yüzünün hayalini garaja kadar yürürken yanında görmekten vazgeçmiyordu. Garaja kadar gelirken yolda Nurgül’le uçup garaja girdiğinde de gökyüzünde uçmak için tayyaresinin son aşamaları ile uğraşıyordu. Aradan birkaç ay geçti, yağmur damlalarının garajının kapısından yol kenarına doğru akışına takılmıştı gözü Hamit’in. İçinde anlam veremediği bir huzursuzluk vardı, hiçbir şey yapası yoktu. Sağdan soldan konuşulurken duymuştu Nurgül’ün evleneceğini. Kiminle diye sormaya bile cesaret edemiyordu. Kim olacak, ben olacak değilim ya dediği anda çok gereksiz bir mahlûkatmış gibi hissetti kendini. Elinden kendisine isyan etmekten başka bir şey gelmiyordu. Kendisiyle yüzleştikçe sinirden köpürüyordu. Nedenini bilmeden garajına girdi. Eline çekiç aldı. Havaya kaldırıp yıllardır uğraştığı tayyarenin kanadına vurmaya niyetlendi. Çok sinirliydi, çekici attı yere, garajın kapısını sonuna kadar açtı. Garajın kapısına kadar iki tane sırık dizdi, üstüne de bir teneke koydu. Tayyareyi epeyce ağırlığıyla sırıkların üzerinden kapıya doğru yavaşça kaydırdı. Kapıyı açıp bindi. Kalbi heyecandan duracak gibiydi. Bunca yıldır uğraşıp uçurmaya cesaret edemediği icadını şimdi dışarı çıkarıp uçuracaktı. Sonu ne olacaksa olsun diyordu kendi kendine. İç sesini susturmadan can havli ile çalıştırdı motoru. Epey ses çakıyordu. Mahallelinin şaşkın bakışları arasında kuş gibi, evlerin çatısının üzerinden yavaş yavaş gökyüzüne doğru süzülüyordu. Bir ara başını aşağıya doğru sarkıttığında yükseğe çıktığını idrak edebildi. Rotasını uzaktan davul zurna sesi gelen yöne doğru çevirdi. Şimdi büyük bir bahçenin ortasında toplanmış insanların üzerinde kartal gibi dönüyordu. Herkes panikten koyun gibi bir yerlere dağılmaya başladı. Aşağıdan balkondan bakıp iç çektiği Nurgül’e şimdi tepeden bakınıyordu. Bir tuhaf oldu, her şeye gücünün yettiğini hissetti. Son turunu uzaktan genişten alıp düğün alanına yaklaşmak için yapacaktı. Düğün alanına döndüğünde herkes bir yerlere kaçışmıştı. Beyaz gelinlik içindeki Nurgül’e bakındı.

Hamit gözünü açtığında hastane odasında kaşları çatık bir doktorun burnunun dibinde kendisine bir şeyler sorduğunu görürken buldu kendini. Hamit şaşkın bakışlarla bir doktora bir de etrafa bakınmaya başladı, konuşmuyordu. Doktor, Hamit’i biraz daha dürtükledikten sonra kendisine geldi. Ayağa kalkmaya çalıştığında tepeden tırnağa her yerinde ağrı hissetti. İki kolu ve sağ bacağı alçıya alınmıştı.

—Verilmiş sadakan varmış, ucuz atlattın, dedi doktor aceleci bir tavırla.

—Ben ne zaman çıkacağım Doktor Bey?

—Çıkarsın, acele etme. İki gündür baygındın. Polis arkadaşlar gelecek, ifadeni alacak birazdan. Ondan sonra çıkarsın. 

Hamit, beyninden vurulmuşa döndü. Kabahatini düşününce en son havada düğün için toplaşan kalabalığın üstünde turladığını hatırladı. Doktor çıktıktan bir müddet sonra polisler içeri girdi. Hamit doğrulmaya çalıştı. Polislerden biri Hamit’in yatağının yanı başındaki koltuğa oturarak soru sormaya başladı.

—Kimin kimsen gelmedi mi?

—Babaannem var, yaşlı biraz, gelememiştir komiserim.

Hamit baştan aşağı vücuduna bakınmaya çalıştı fırsattan istifade ederek.

—Baban biz ayrıyız demiş oğlumla, epeydir haberim yoktu demiş, doğru mu? 

Hamit gözünü nereye dikeceğini bilmeden bilinçsizce etrafına bakındı.

—Ben ne zaman çıkacağım?

—Önce sorularıma cevap ver. O kadar insanın canını tehlikeye attın. Havadan insanların evinin içine tayyare ile dalmak nedir? Neyin kafasını yaşıyorsun? Ne zannediyorsun kendini? Ya insanlara bir şey olsaydı! Kendinden korkmadın da o kadar insanın canına ne kastın vardı? Söyle, niyetin neydi?

Hamit’ten bir ses çıkmayınca ses tonunu yükselterek devam etti.

 —Ne zamandır yapıyordun uçurduğun şeyi? Başka kimden yardım aldın? Seni dinliyorum, konuşsana!

Hamit içine doğru eridiğini hisseti o an. Polisle böyle göz göze gelmekten o kadar huzursuz oldu ki ne yapacağını bilmiyordu. Alnının üstüne gelmiş saçlarının altından polise baktı. Can havli ile Nurgül’e yetişmek istedim sadece, başka kimden yardım alacağım ki, demek istedi. Nurgül’e yetişemediğini, hatta onu sonsuza dek kaybettiğini anladığı yetmediği gibi, üstüne Nurgül’ün ondan şikâyetçi olmadığını öğrenince de kendisini asıl o an suçlu ve acınacak halde hissetti. Keşke balkondaki göz hizasına razı olsaydım da aşkımı boyumu aşan hayallerime kurban etmeseydim diye düşündü. Bir müddet tepkisiz kalan Hamit’in işi uzun süre biteceğe de benzemiyordu. Her şey bitti diye düşünürken birkaç ay evvel havalimanındaki kayıp tabutla ilgili şüpheli sıfatıyla birkaç soru daha sorulmuştu. Kendisinin bu işle alakası olmadığını defalarca söyledi. Onca acısı yetmezmiş gibi bir de bu çıktı, günahı boynuna, çarşı esnafının iftirasından şüpheleniyordu.

Hamit ertesi gün taburcu olacaktı. Uçsuz bucaksız ağaçlara bakan hastane penceresinin önünde yatağına uzanmıştı. Duvara monte edilmiş küçükçe televizyondan son dakika haberleri geçiyordu bir yandan. 

—Sayın seyirciler, son dakika bir gelişme ile karşınızdayız. Rus generalinin tabutu bulundu. Balıkçı teknesi ile göle açılan bir şahıs, ifadesinde tabut havaalanı pist temelinin bittiği noktadan kendisine doğru gelirken gördüğünü belirtmiş. Şimdi yetkililerden konuyla ilgili açıklama bekleniyor, gelişmelerle tekrar sizlerle birlikte olacağız. 

Hamit o gece ağaçların ardında, epey uzakta, boylu boyuna serilmiş piste baktı. Gündüz gibi aydınlıktı her yer; koca vinçlerin, iş makinalarının parlak demirleri yansıyordu uzaktan. Ay ışığının şahitliğiyle pist bitmiş, tertemiz bir hale bürünmüş, boylu boyuna pencereden yansıyarak Hamit’in yatağından geçiyordu. 

Ertesi gün acaba nasıl bir hayatım olacak diye düşünmeden uzanmıştı yatağına. Sanki alçı içinde acıdan kıvranan onun bedeni değilmiş gibi ay ışığının eşsiz manzarası eşliğinde gecenin tadını çıkarıyordu.