Evimi ve eşyalarımın yerini ezbere biliyordum. Göz bebeklerim de zaten yerinden fırlayacak gibiydi. Bu sayede hırsız gibi kendi odama giderek bir kâğıt ve bir kalem aldım ve tekrar mutfaktaki sandalyeme döndüm. Sessizce sandalyemi masaya doğru yaklaştırdım. Karanlıkta bir şeyler karalamak istedim. En çok beğendiğim öykülerimi de bu masada yazmıştım. Belki yine güzel saçmalarım umuduyla yazmaya başladım. Yazmayı da çok özlemiştim.


“Sessiz sedasız geçen bir akşamın ortasındayım. Geçtiğim akşamlara da yakın bir akşam. Işıkların sönük olması ve fonda çalan bir şarkının olmaması dışında küçük farklılıklar var. Karanlıktan korkmaya başlasam da meydan okuyorum karanlığa. Göz bebeklerimin büyüdüğünü hatta taşıyamadığımı bile fark ettim.


Zilimin sesini unuttuğum evime hırsız bekliyorum. Penceremin bir tanesi açık ve kapıyı da kilitlemedim. Hırsızın sigaramın kokusuna, parlaklığına ve öksürmek zorunda kalmama karşı gelmeyeceğini düşündüğüm için sigara bile içmiyorum. Büyük bir fedakârlık yaptığım kanaatindeyim. Uzanırsam uyuyacağımı ve hırsızın mutfakta işi olmayacağını düşündüğüm için mutfaktaki sandalyede oturuyorum.


Düşündükçe beklemenin beni yormadığını fark ettim. Kendimi bildiğimden beri o kadar çok şey beklemişim ki hangisini anlatsam diğerinin hatırı kalacak. En uzun süreyle bekleyişim ise hâlâ sürüyor. Beklemeye alışmanın yanı sıra sanırım beklemekten de zevk almaya başlamışım diye düşünmeye başladım. Bu düşünceme inanmadım çünkü artık bıkmış ve yorulmuşum. Beklemenin neresi iyi olabilir ki diye kendime kızıyorum. Ne istediğimi de bilmiyor gibiyim. Tamamen karmaşık bir hâl aldım ve düşüncelerim böyle birbiriyle çelişirken kendimle kavga edebilirim. Hırsız beklediğimi düşündükçe düşüncelerim, cümlelerim gibi karmaşık bir hâl alıyor…”


Bu sırada bir ses duydum ve kafamı kaldırdığım anda hırsızı gördüm. Beni gördüğüne şaşırmamıştı. Işığı açtı. Korkmaya başlamıştım ve bunu fark etmiş olacak ki elleriyle sakin kalmamı işaret ederek “Korkmana gerek yok, ağabey.” dedi. Korkmama gerek yoktu belki ama bu kez de şaşırmaya başlamıştım. Bu rahatlığına anlam veremiyordum. O sırada musluğa doğru hareketlendi. Ben irkildim ve yine fark etti.


“Ağabey, korkma benden zarar gelmez. Bir bardak su içeceğim. Ben senin evde olduğunu bildiğimden geldim zaten rahat ol.”


“Evde mi olduğumu bildiğinden?”


“Gözünü seveyim sakin ol, ağabey. Cümle bile kuramıyorsun. Polis beklerken Türk Dil Kurumu’na iş çıkartma. Bu arada polisi arayacaksan ben kaçayım.”


“Sen soruma cevap ver. Aramayacağım hiçbir yeri.”


“Evinde olduğunu biliyorum çünkü bu gece bu mahallede olacağım için gündüz çok detaylı bir takip yaptım. Seni de akşamüzeri pencereni açarken gördüm. Sonrasında ışık yok, ses yok dedim gideyim bir bakayım. Ölmediysen ve uyuyorsan bir şeyler alayım diye düşündüm. Mahalleniz sağlam herkes evde ve uyumuyorlar. Cevabı aldın diye düşünüyorum.”


“Sen ne almak istiyorsun?”


“Değerli bir şeyin var mı?”


“Kredi kartım var ama o da borcundan dolayı çok değerli.”


“Kalsın, önemli değil. İki muhabbet ettik, tanıştık, suyundan içtim, şu kurabiyelerden de yiyeyim hakkını helal et.”


“Helal olsun. Geleceğini düşünmemiştim ama bir umut işte insan bekliyor.”


“Sen de beni mi fark ettin yoksa?”


“Hayır. Bak, yalnızlıktan ve bekleme alışkanlığından yanımda birisi olsun istedim ve bunları yazarken geldin.”


“Okuyorum.”


“Oku, sorun değil.”



“Ağabey, sana tavsiyem yazma işini bırak. Sana göre değil.”


“Neden?”


“Sana göre değil işte.”


“Neyse ben gideyim.”


“Yazdığımı mı beğenmedin?”


“Yok, be ağabeyim. Elimiz boş dönmeyelim. Böyle yalnız hissedersen yarın gece 10 gibi yine ışığı kapat pencereni aç ama çay da demlemiş ol. İki saat otururum.”


“Eyvallah, güle güle.”


Bir anda gözlerim açıldı. Masada uyuyakalmışım. Koşarak tüm ışıkları açtım ve evin her yerini kontrol ettim. Kimse yoktu. Kapıyı kilitledim. Penceremi kapatırken birisinin el salladığını fark ettim. Odama koştum ama her şey yerli yerindeydi. Ne almış olabilir diye düşünmek için kafam çok karışmıştı. Hemen mutfağa giderek telefonumu almalıyım diye yine koştum. Polisi arayacaktım. Masada kâğıdımın yerinin değiştiğini fark ettim. Kâğıtta benim yazdıklarım dışında bir şeyler daha yazıyordu.


“Hırsız dediğin adam o iş temposuyla susadığı için ilk olarak mutfağa gidebilir. Bunları bilmeni isterim. Su içtim, kurabiye yedim ve hiçbir şeyini de almadım. Hakkını helal et. Canın sıkılırsa aynı böyle yap ben yine gelirim. Bir dost kazandın ama şu yazma işini bırak bence sana göre değil.”


Ne yaşadığıma anlam bile verememiştim. Düşüncelerim kadar da saçma bir olay daha yaşamıştım. Ertesi gün hava karardığı an ışığı açtım. O an fark ettim ki ben, gelmeyeceğini bildiğim şeyi beklemek istiyorum. O kadar çok gelmedi ki gelirse ne olacağını bilememenin korkusuyla bildiğim şekilde bekliyorum. Yalnızlığımı, bekleyişimi ve onu özlemeyi seviyorum. Sanırım hırsız, kendime söylediğim yalanlarımı benden çalmıştı.