Milan Kudera’nın anlaşılması en güç metinlerinden bir tanesi olan Kayıtsızlık Şenliği, kitabın arka kapak yazısında “mizah anlayışını kaybetmiş bir yüzyıla bakış” olarak ifade ediliyor. Kundera’yı okuyanlar, ironi ve absürdü, bütünsel metinler yerine parçalanmış metinleri kaleme aldığını bilirler. Kitap yedi bölümden oluşan, oldukça karmaşık bulunan bir roman. Birçok okurdan pek de iyi not alamamış gibi görünüyor. Kitap, giriş bölümünde bir erkeğin kadın bedenine bakışını yansıtan ifadelerle başlıyor. Kadın cazibesinin merkezi olarak uylukları, kalçası ya da memelerinin dışında bunlara göbek deliğini eklemek tam da Kundera’nın kaleminden çıkacak türden. İlk başta oldukça absürt gelen ki iddiası bu zaten, kitabın sonlarına doğru göbek deliğinin vücudun diğer uzuvlarına göre hiç bireysellik hatta cinsiyeti dahi barındırmayacak bir metafor olarak kullanıldığını ilginç bir şekilde anlatıyor. Uyluk ya da kalçaların kişiye has ve ayırt edici bir özellik olarak bireysel farklılığı yansıttığını ifade ederken göbek deliğinin kadın erkek ayırt etmeksizin herkeste aynı olduğunu söylüyor.


"Her kadının uyuduklarının memelerinin, kalçalarının biçimi farklı" dedi. "Bu da demek oluyor ki, bu üç altın nokta yalnızca uyarıcı değil, aynı zamanda bir kadının bireyselliğininde ifadesi. Sevdiğin kadının kalçalarını başkasınınki ile karıştırmazsın. Sevdiğin kalçaları yüzlercesi arasından tanırsın. Oysa, sevdiğin kadını göbek deliğinden ayırt edemezsin. Bütün göbek delikleri aynıdır."


"Göbek deliği ait olduğu kadın hakkında hiçbir şey söylemiyor, kadın olmayan bir şeyden bahsediyor."


Alain devam etti: "Aşk, bir zamanlar, bireysel, benzersiz olanın şöleniydi, biricik olanın, hiçbir tekrara katlanamayanın ihtişamıydı. Oysa göbek deliği tekrara baş kaldırmamakla kalmıyor, o bizzat, tekrara bir davet."

Kahramanın göbek deliğine bu kadar anlam yüklemesinin başka bir sebebi, annesiyle hatırladığı ilk anıya gitmesi ile de açıklanabilir zira bu ilk anıda annesi, Alain’in göbek deliğine dokunuyor. İlginç bir detay olmasıyla beraber kişisel yönelimlerin çocukluk anıları ve anneyle bağlantılandırılması durumunu akla getiriyor. Çok mu zorlama bir yorum oldu bilmiyorum ama bana düşündürdükleri bunlar oldu.

Tek tip düşüncenin, tek tip varoluşun hatta cinsiyetin bir öneminin olmadığını anlatan bir kavram olarak göbek deliği ya da göbek deliği çağı…


Biz yaşadığımız çağ için artık bireyselliğin hiç olmadığı kadar ön plana çıktığını ifade ederken Kundera’nın bireyselliğin bir yanılsama olduğunu söylemesi, kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek bir benzetmeye başvurmasını, katılalım ya da katılmayalım oldukça ustaca ve dikkate değer buldum. Bireyselliğe atıf ve bunun bir yanılsama olduğu bahsi, kitapta diğer bir bölümde geçen, Stalin’in ağzından aktardığı:

“Dünyanın gezegendeki insan sayısı kadar görünüşü var; bu da kaçınılmaz olarak kaosa yol açıyor; bu kaos nasıl düzene sokulur? Cevap açık: Herkese tek bir görünüş dayatarak! Bu da ancak, bir tek iradenin, bir tek büyük iradenin, bütün iradelerin üzerindeki bir iradenin dayatmasıyla olur." cümlesi ile bağlantılandırılabilir mi düşünmek gerek.

Konuya hakim olanlar belki buna dair çok daha fazla şey söyleyeceklerdir. Stalin'in savunduğu davanın çöküşünü anlattığı “Meleklerin Düşüşü" bölümü oldukça dikkate değer ve düşündürücü.


"Sahi bu düşüş neyin işaretiydi? Arkasından başkası gelmeyecek, katledilen bir ütopyanın mı? Hiç izi kalmayacak bir çağın mı? Boşluğa atılan kitapların, tabloların mı? Bir daha Avrupa olmayacak Avrupa'nın mı? Bir daha kimsenin görmeyeceği şakaların mı?"


Diyeceksiniz ki bütün bunların kitabın adı olan ‘Kayıtsızlık Şenliği’ konusuyla ilgisi nedir? Bence bunun cevabını aramak veya düşünmek bile kitabı bu noktada dikkate değer kılıyor. İnsanı düşünmeye sevk etmesi, bir takım bağlantılar yakalaması, kişisel okuma yolculuğunun bir parçası. Bulunacak cevap ise okurun kendi yorumuyla şekillenecektir.

Kundera, kitabın son birkaç sayfasında artık sadede gelmiş dedim içimden.

"Kayıtsızlık dostum, varoluşun özüdür."

"Çocuklar… Neden güldüğünü bilmeyen çocuklar, güzel değiller mi? Soluyun D’Ardelo, dostum, etrafımızı saran bu kayıtsızlığı soluyun, bilgeliğin anahtarı o, gamsızlığın anahtarı o…"


Yazılanlara binaen birçok yorum yapmak mümkün. Ben özellikle "neden güldüğünü bilmeyen çocuklar" ifadesinde takılı kaldım. Bunun anlamı üzerine bir yorum yapmak gerekirse, mutlu olmak ve gülmek için bir neden aramayan çocukluğun bir “Kayıtsızlık Şenliği” içinde geçtiği söylenebilir. Büyüdükçe, mutluluğu ve gülümsemeyi bir takım nedenlere bağladıkça mutsuzlaştığımızı, hayatı bu nedenle çekilmez hale getirdiğimizi söylemek de mümkün. Kitap, düşünme eylemine sevk etmesi bakımından benim için farklı bir okuma serüveni oldu.

Son bir alıntıyla:

"Kayıtsızlığı sevmek gerekir, onu sevmeyi öğrenmek gerekir."