Adı Tedi...


Yaklaşık 10 sene önce başladığım sokak beslemesindeyim yine. Bir akşam, günlerden çarşamba. Çok net hatırlıyorum çünkü Antalya'da her gün bir semtte pazar kurulur. Ve çarşamba günleri benim evimin hemen yanında kuruluyor. Henüz beslemenin ikinci durağındayım, hava kararmak üzere, pazarcılar akşam çığırtkanlıklarını yapıyorlar.

"Aaa yine mi!" Salına salına 5-6 aylık civarı sarı beyaz bir kedi gelmiş yanıma. Bacaklarıma kıç atıyor.

Önce çok homurdanıyorum, bir süredir hemen hemen her çarşamba benim kedileri beslediğimi görenler besleme noktalarına türlü ebatlarda kedi çocuklar bırakıyorlar. Yine yine yine evden atmışlar! Sonra çömelip seviyorum, kucağıma alıyorum. Çok sakin, uysal, sevimli. Zaten tüm dört ayaklılar öyle değil mi...

Konserve verip, biraz okşayıp, üzerine de başına bir iş gelmesin diye dua edip diğer besleme bölgelerine geçiyorum.

Ertesi akşam görmüyorum. Tedi aklımdan çıkıyor çünkü benim evde ve sokakta çok çocuğum var. Her gün birinin bir yerinde sıkıntı oluyor, kalbimde ve beynimde yeni bir sevgi ve beraberinde gelecek kaygıya yer yok.

Aradan iki akşam geçince bu sefer evimin önünde görüyorum. "Hay Allah sen gitmedin mi?" "Meyoovvv."

Ve böyle başlıyor kapı önü kedisi Tedi ile maceramız.


Ben doğduğumda evimizde kediler vardı, onlarla büyüdüm, bahçemizde köpeğimiz vardı. Karıncalara ve kirpilere hep ilgi duydum, zaten atlar benim için efsaneydi. Ama kediler, onlar başka bir aşk, tarifi çok imkanlı değil.

Ne ilginçtir ki Tedi'ye olan düşkünlüğüm zaman içinde evdeki çocuklarımın önüne geçti. Onu da evde oluşturduğumuz "Kediler Meclisi"ne dahil etmeyi hep istedim içten içe. Ama her seferinde bir başka çocuk buldum; hasta, bebek ya da sakat. Tedi kapı önü çocuğu olarak kaldı. Uzun süre aile aradım, hatta isim annesi Didem'in yanına göndermek istedim İngiltere'ye. Güvende olsun, hep sevilsin, ilgi görsün ve daha uzun yaşasın diye...


Tedi büyümeye ve kız peşine gitmeye başladı ve bizim oturduğumuz ev cadde üstünde. Çapkınlık yapayım derken ezilme riski arttı çünkü benim beslediğim dişi ve erkek tüm çocuklar zamanı gelince kısırlaşır, evde karantina odasında nekahet dönemini atlatır; yine kendi evlerine, yani sokağa dönerler! Tabii hemen kısırlaştı ve sonrasında defalarca misafir olup bu evde doğup büyümüş gibi rahat tavırlarla dolaştığı evimize ilk defa girdi.


Kaç defa hastalandı, kliniğin kapılarını kaç kere arşınladık, bilmiyorum. Ama asla unutamadığım, hasta ve sinirli olduğunda o sarı kuyruğun sürekli yere çarptığı ve her zamankinden daha geveze olduğu.

Evdeki hastalık dönemleri sokağa dönme süreleri hep uzun oldu çünkü diğer çocukları hiçe sayıp kendi evi gibi davrandı, koynumda uyudu. Tüm ağrı ve acılarına rağmen hep konuştu, o çipil gözleriyle gözlerimin içine uzun uzun baktı. Kapı önüne onu tekrar tekrar indirmek hep işkence oldu. Hatta bazı akşamlar, benimle beraber merdivenleri çıkıp kapı önünde bekler, sürekli bağırır, eve almak zorunda kalırdım. Sabah ben işe giderken o da salına salına kapı önüne inerdi.


Tedi bana defalarca kocaman çekirgeler tutup getirdi, biliyorum hediye ama ben karıncaları ezmemek için mini eteğimle, topuklu ayakkabılarımla bile hoplaya zıplaya işe giden biri olarak bu yaptığını hiç onaylayamadım. Neyse ki şanslıydım, hiç fare getirmedi!


Kalbimde hep yeri farklı olan, kendimi sorgulayıp "Hepsi senin çocuğun, neden o daha özelmiş ki?" diye kızdığım bir tanecik oğlum Tedi ile sadece bir kere aram bozuldu...

Dünyalar güzeli Kızım, evdeki Kınalı yavrumun annesi; benim sokak beslemesine başlamama sebep olan cennet gözlümün gidişine sebep oldu...

Kızım hiç yapmazdı, caddenin karşısında yaşardı ve bizim evin önüne gelmezdi. Ben gider, besler, sever gelirdim. Ama o akşam caddeyi geçip yanıma geldi, Tedi alan savunması yapmak isterken Kızım'ı kovaladı, cennet gözlüm seyir halindeki aracın lastiklerine çarptı kaçmak isterken. Hemen arkasından koştum, karanlıkta bulamadım, çok aradım ama bulamadım. Bir umudum vardı, araba altına girmemiş olması. Ama olmadı.... Sabah bir inşaatın köşesinde ölüsünü buldum! Benim ilk göz ağrım artık yoktu...

Tedi'ye uzun süre dokunmadım, dokunamadım. Yanıma geldi, sevmedim. Bir akşam balkondan bakarken yalnız başına kedi evine tünemiş, etrafı seyrederken ben de onu seyrettim. Ve dayanamadım, aşağı inip barıştım, öptüm kokladım, hasret giderdik...

Tedi, mahallenin, tüm çocukların, esnafın sevgilisi idi. Onu sevmeyen, koruyup gözetmeyen, adını bilmeyen yoktu.


Geçtiğimiz kış Antalya'nın selinde karşı blokta, apartman boşluğunda sulara karışmış yakışıklı, çipil gözlü kuzum. Dört gün aradım, tüm çocuklar geldi, bir o gelmedi. Ve dört gün sonra kara haber geldi. Suları çeken itfaiye bulmuş, çöpe atmış, yavrum toprağa bile karışamadı. Bir Tedi geçti hayatımızdan çok güzel izler bırakarak, kedi sevmeyenleri dahi kendine hayran bırakarak...

Gökkuşağı köprüsü varmış, bir gün orada buluşacakmışız. Ve ben o zaman yavrumu içime alıp bir daha asla bırakmayacağım.

Bu kısa anlatı, Tedi oğlanın anısına sizlere hediyemiz olsun. Dışarıdaki çocuklarınıza sıkı sıkı sarılın her seferinde. Çünkü onu son görüşünüz olabilir...