Ben hep konuşkan bir insandım: Çocukken, ilk gençliğimde, gençliğimde, olgunlaşmaya başladığımda ve günümüzde… Her zaman inandım sözcüklerin gücüne. Kelime oyunları en sevdiğim şeylerdendi. Farklı cümle yapılarıyla şakalar türetirdim. Hızlı düşünebilen ve düşündüklerini aynı hızla dile dökebilen biri de oldum bu sayede. Çok okumaya, çok araştırmaya ayırdım vaktimin çoğunu. Çünkü konuşmaktı benim işim ve üzerine konuşabileceğim mevzuları arttırmak adına öğrendikçe öğrenmeliydim. Kulaktan dolma bilgilerden de hoşlanmazdım. Herhangi bir alana merakım varsa o alana dair akademik bilgiye de vakıf olmalıydım. Daha da mühimi, yalnızca sahi bir merak duyduğum alanlara yoğunlaşmalıydım ki hakkını verebileyim, en doğru haliyle aktarabileyim ve de geçen zamanıma değsin.


Sessiz sakin insanları pek anlayamazdım. Kendimi ifade etmek için bunca çabalıyorum; kullandığım ifadeleri, deyim ve atasözlerini kılı kırk yararak bulmaya çalışıyorum, yine de anlaşılmadığımı hissettiğim oluyor, suskun kişiler neye güveniyor ki hiç konuşmadan ilişki kurabiliyorlar derdim. Ya da böyle birinin anlaşılmadığına ilişkin isyanına denk geldiğimde epey şaşırırdım, ne bekliyordun ki derdim içten içe. Yargılardım onları, kendi dünyamda en sevdiğim şeyin düşmanıma dönüştüğünü fark etmeyerek…


Nereden nereye geçtik, konuyla düşmanın ne alakası var diyebilirsiniz. Fakat evet, doğru duydunuz: Beni ben yaptığına inandığım niteliğim düşmanımmış meğer.


Neden mi?


Konuştukça konuşmuşum. Ancak bu şekilde anlaşılacağımı sanmışım. Anlaşılmadıkça daha da anlatmışım. Kullandığım bir metafor işe yaramayınca ötekini denemişim. Analitik, sözel, müziksel vs. zekâlı fark etmeksizin, her zekâ türündeki insanla anlaşabilmek uğruna örneklerimi farklı bilim dallarına özgü verilerle güçlendirmeye yönelik eğitmişim zihnimi. Biriyle tanışır tanışmaz onun dilinde konuşmaya çalışmışım.


İnsan olduğumu vurguluyorum her daim fakat insanın bir de ruhu olduğunu meğer en çok ben unutmuşum. Karakterimde sorunlu gördüğüm bazı özellikleri geliştirme hevesiyle zaten var olan yetilerime tıkamışım kulaklarımı. Oysa beynimin kıvrımları milyon yıl önce yaşamış ninelerimin aktardığı öğrenilmişliklerle dolu. Bazen içimde bir yerlerde, belki de yüzeye çıkaramayacağım kadar derinlerde, onu duymamı bekleyen sesi bastırmamam gerekiyormuş bunca yıldır. O biliyormuş kimden kaçacağımı, kim için kalmaya değeceğini... Farkında olmadan doğru yolu da göstermiş bana. Geçmişe baktığımda gördüğüm bu en azından. Ancak son zamanlarda, belki daha ilk birkaç dakikada çözeceğim gizemi, böyle miydi, kesin miydi, tam olarak bunu mu demek istediniz, şimdi siz böyle söyleyince ben şunu anladım, doğru mu vb. ifadelerle sabote etmişim. Niyet okumayayım, kendi ön yargılarımla hareket etmeyeyim diye girdiğim bu çaba; belki de karşı tarafa onu anlamadığımı, dolayısıyla ya aptal olduğumu ya da aramızda duygusal bir bağ kurulamadığını düşündürtmüş. Yanlış anlamayayım derken yanlış anlaşılan ben olmuşum. Kimin neyi nasıl yorumladığı da önemli değil aslında, mesele bu sürecin sezgilerimi köreltmiş olması.


Anne ile bebek telepatik bir iletişim kurarlar ilk aylarda fakat konuşmaya başladığımızda yavaş yavaş azalır bu iletişim şekli, zamanla tamamen unutulur. Yetişkinliğimizde, içimizdeki o yetiyi uyandırıp kullanabilmemizi sağlayan yöntemler olduğunu öğreniriz belki ama çoğumuz düşmeyiz peşine. Konuşma arzumu irdelerken bu bilgi yokladı zihnimi ve konuşup durmamın bana yalnızca annemle aramdaki bağı değil, yakın ilişkilerdeki sezgisel gücümü de kaybettirdiğini ayrımsadım. Dolayısıyla karşımdakini son derece iyi anladığım halde neden sorguladığımı, saklamaya çalıştığı bütün korkularını gördüğüm halde neden kendisinden duymak için ısrar ettiğimi de...


Peki neden?


Neden bu kadar zorluyorum, sevginin kimsenin umursamayacağı detaylarında boğuluyorum? Sevgiyle derdim ne ki gerçeğini bulmak uğruna ömrümü heba ediyorum? Bilmiyorum.


Her şey somut ve açıklanabilir değil, olamaz. Her duygu sözcüklere dökülemez. Biliyorum artık ve susmak istiyorum. Hiç konuşmamak... Konuşmadan anlaşılmak. Küçücük bir mimiğimden okunmak. Anlatmak çok yorucu. Anlaşılmadıkça daha da anlatmak… Yıpratıcı. Yorgunum. Ağlayamayacak kadar yorgun.