Bir Sistem Eleştirisi: “Sorry We Missed You”

Belçika yeni dalga sinemasının öncüsü Ken Loach, bu filminden evvel imzasını attığı tüm filmlerinde kapitalizmin sunduğu imkan, düzen ve olanakları kendine has bir üslupla eleştirmiştir. Yönetmenin “Sorry We Missed You” adlı bu filminde de görüyoruz ki Loach hala kapitalizmle tabiri uygunsa kavga içinde.

  Filmi kısaca özetlemek gerekirse:

  Filmin serim kısmında Ken Loach, filmin ana karakteri Ricky Turner’ı ve onun yaşamı üzerinden aile yapısını ve İngiltere’nin toplum düzenini seyircisine sunar. Ricky Turner bir kargo şirketinde iş görüşmesindedir. Şirketin yöneticisi(Maloney), Ricky Turner’a sarf ettiği cümlelerle onu rahatlatmaya çalışır ve kendisine “kendi işinin patronu” olacağını, istediği zaman çalışıp istemediği zaman çalışmayacağını, kendisine yedek şoför tutabileceğini ve parasını kazanmaya bu şekilde devam edebileceğini söyler.

  Ricky Turner eve geldiğinde bunu aile fertleriyle paylaşır. R.Turner’ın eşi Abbie’ye kargo şirketinde işe başlayacağını, ailesinin yaşam standartlarını yükseltmeye çalıştığını ve ondan da arabasını satmasını istediğini söyler. Çünkü R.Turner, aynı kargo şirketinden her ay araba kiralamalı ve dağıtımlarını o ticari araçla gerçekleştirmelidir.

  Filmin serim kısmındaki bu kısa anekdotlar hakkında şu çıkarımları yapabiliriz:

    Ricky Turner ön göremeyeceği bir çarkın (kapitalizm) içine kandırılarak girmek ve bu çarkın içinde ailesiyle beraber çöküşe geçmek üzeredir. Kargo şirketinin çalışanı, Turner’a kendi işinin patrolu olacağını söyleyerek ona kendisini bir eleman olarak değil işin sahibi olarak hissetmesini amaçlamıştır. 

  Kendi işinin patronu olup işleri büyüteceğini düşünen Turner ise bu amaç ve hedef için eşinin arabasını satmış, evinden ve çocuklarından uzak kalmış ve birçok değeri yavaş yavaş kapitalizmin ellerine bırakmıştır diyebiliriz.

 Filmin düğüm kısmına geldiğimiz zaman Ricky’nin ailesini çok daha iyi tanımaya başlıyoruz. Aynı zamanda bu aile üzerinden İngiltere’nin sosyal düzenini de hissediyoruz diyebiliriz. Dört kişilik bu ailede Ricky ve Abbie’nin 15-20 yaşlarında bir erkek çocuklarının ve henüz 10 yaşlarındaki bir kız çocuklarının olduğunu görüyoruz. “Sebastian” adındaki erkek çocuğu asi ruhlu bir ergeni temsil eder. Sebastian, okulunu her defasında asan, arkadaşlarıyla birlikte duvarlara grafiti yapmak için sprey boyalar çalan ve en önemlisi de işsizlik ve yaşam hakkında gelecek kaygısının ve umursamazlığın beden bulmuş halidir diyebiliriz.

  Abbie bir hasta bakıcıdır. Sabah 7:30’dan akşam geç saatlere kadar çeşitli hastaların bakıcılığını yapıyordur. İşine sıkı sıkıya bağlı olan Abbie, kural olarak sayılan sekiz saatlik çalışma süresinin üstüne çokça çıkıyor olmasına rağmen ek mesai ücretini devletten alamıyordur.

  Bu ailenin en masum ve düzenden en çok kendini sıyırabilmiş olan ferdi ise ailenin en küçüğü olan Liza’dır. Liza, çocuk olmasıyla ve sempatisiyle tüm bu düzenden uzak duruyor ve tüm davranışlarının sebebi ailesinin huzurlu olması içindir. Böyle bir çocuk kapitalist bir düzende kimlik problemi yaşamaya müsaittir. 

  Çekirdek ailelerinin yaşam standartlarını yerine getirebilmek için mesai saatlerini aşan, zor şartlarda çalışan Ricky ve Abiee, bu düzende çocuklarını göremiyor veya bir çift olarak birbirlerine zaman bulamıyorlar. Zamanı bulduklarında ise herhangi bir efor bulamıyorlar. Bu durum da Ken Loach’un işçi sınıfının haklarının yenildiğinin eleştiridir diyebiliriz.

  Ken Loach, filmindeki karakterlerin sosyolojik profillerini çok doğru bir şekilde bir araya getirmiştir. İşverenin işçi üzerine kurduğu büyük baskı ve zulmü doğru meslek kollarını seçerek eleştiren Loach, bu eleştirisini toplumun iş veya işsizliğinden öteye geçirip az evvel de belirttiğim gibi, İngiltere halkının yaşıyor olduğu sosyal düzeni karakterleri üzerinden eleştirmeyi başarmıştır. 

  Ken Loach, toplumun eğitim düzenine de Sebastian adlı karakter üzerinden eleştiri gerçekleştirmiştir. Filmin tümünde ait olduğu yaş grubunun tavır ve hareketlerinin dışında davranıyor olan Sebastian aile içinde devamlı bir “sorun halindedir. “Okusam ne değişecek? Sizin gibi olmak istemiyorum.” Diyen Sebastian’ın bu sözleri, umutsuz hali, İngiltere’nin eğitim sisteminin zayıflığını ve kapitalist sistemin yarattığı “patron-eleman” ilişkisinin hiyerarşik adaletsizliğinin birçok iş kolunda sekte yaratıyor olduğunu ve yetiye sahip, eğitimli bireylerin bu bozulmuş düzende mutsuzluğa sürüklendiğine dair yoğun izler taşımaktadır diyebiliriz.


Bozuk Düzenin Bozduğu Aile

  Filmin çözüm kısmına geçerken Ricky 14 saatlik mesailerine molasız bir şekilde devam ediyor ve patronu tarafından hor görülmeye başlıyor, hırsızlık yapan Sebastian, aileye daha büyük yük olmaya başlıyor, hafta sonu akşamı dahi hastaları tarafından aranarak çağrılan Abiee’nin huzursuzluğu artıyor ve evin küçük kızı Liza, tüm bu olumsuzluklardan tuvaletini kaçırma gibi psikolojik sıkıntılar ediniyor.

 

 Ricky, bir dağıtım sırasında üç genç tarafından dövülür ve aracındaki bazı paketler çalınır. Hırsızlar, Ricky’nin yolculuk esnasında idrarını yapmak için kullandığı pet şişenin içindeki idrarı Ricky’ye döker ve kaçarlar. Hastaneye götürülen Ricky, eşiyle beraber röntgen sonuçlarını beklerken patronu telefon açar ve çalınan paketlerin sigorta tarafından karşılanacağı ama çalınan iki pasaportun karşılanmayacağını ve pasaportların bedelinin 1.000 sterlin olduğunu, ertesi gün işe gelemeyeceği için de 100 sterlin, toplamda 1.100 sterlin ödemesi gerektiğini belirtir. Bu konuşulanları duyan Abiee telefonu alır ve eşinin patronuna hastane ortasında bağıra bağıra küfreder. Telefonu kapattığında ise şunu söyler:


“Ben Hiç Küfretmem”

  Kapitalist sistemin ezdiği işçi grubunun temsili olan Abiee ile Ricky yapmayacakları, yaşamayacakları şeyleri yaşamaya başlamıştır. Maddi kaygılar onları birbirlerinden ve çocuklarından uzaklaştırmıştır. Bakıma muhtaç olan çocuklarına bu düzende bakamayan “Bakıcı Abiee” ile kendi işini kurma olanağını yakaladığını düşünen fakat bu işiyle beraber çocuklarının ne yaşadığından bihaber kalan Ricky toplumun en temel yapı taşı olarak bilinen “aile” düzenlerini mevcut toplum düzeni (kapitalizm) yüzünden es geçmişler ve rölanti hayatlarını dibe çekmişlerdir. 

  Dünyanın hemen hemen her bölgesine hakim olan Kapitalizm insanlara tam da bunu yapar. İlgi, beğeni, ve sevginin mekanik ve tekdüze hale gelişiyle beraber insanlar birbirlerine özenerek bir üst kademeye, yani üst sınıfa geçmeye veya bulundukları sınıfta en refah noktaya erişmek isteyebilirler. Bu ihtimaller dışında bir başka gelişen durum ise Ken Loach’un filminde gördüğümüz yaşam standartlarını karşılayabilir olma çabasıdır. Karakterler, kendileri ve aileleri için çabalarken kapitalizm ve patronların (güçlülerin) boyunduruğunda sırtları kambur, gözleri şiş, elleri yaralı bir şekilde yaşantılarına devam ederler.