İleriye bakıyordum. Dümdüz ileriye, ufka... Yaşantıma yerleştiremediğim bu eylemi bir şekilde gerçekleştirmem gerekiyordu.

Oturduğumuz kafeden çıktığımda güneş henüz yeni batıyordu. Hava güzeldi. Bir bira alıp kordona yürüdüm, ilk gördüğüm banka oturdum. Mavi gökyüzü tüm endamıyla karşımdaydı. Ayaklarımı ileri uzatıp birbiri üstüne koydum. Kollarım bir martıymışım gibi bankın iki ucuna kondu.  


Hayatım yere bakıp kendi etrafımda dönmekten ibaretken, bu noktaya gelince ileriye bakabiliyordum. Bakmamı engelleyen bir şey yoktu çünkü. Deniz, örtü gibiydi. Günlük yaşantım ise doluydu. Boş bulduğum noktalardan ilerlemeye çalışıyor ancak dolu olan noktaların etrafından dolaşmaya çalıştıkça yine olduğum noktaya dönüyor, yol katedemiyordum. İlerlemek, çaba gerektiriyordu. Ben ise kendi etrafımda dönmenin verdiği sarhoşlukla mutlu olduğumu zannediyordum.


Bira şişesi giderek hafifleşiyor... Ne ara bitirdiğimi değil, ne zaman içmeye başladığımı merak ediyorum. Saatin kaç olduğuyla ilgili de hiçbir fikrim yok. Saatin ilk kez mekanikleştirildiği anı merak ediyorum. Zaman kavramını hayvanat bahçesinde izlemek gibi mesela… Bu bir güneş saati bile olabilir. Saat taşının gölgesinin, sayılar üzerindeki o yavaş ilerleyişini ilk gözleyen kişiyi merak ediyorum. Dünya üzerinde herkes biliyor hareket halinde olduğumuzu. Hızlanan bir arabadayız hepimiz, geriye doğru yapışmışız... Ben, kafasını ilk kez camdan dışarıya uzatıp, hareketin kendisini gören kişiyi merak ediyorum. Ortada bir hareket olduğu kesin. Ama yine de merak ediyorum; kafasını dışarı uzatan kişi nasıl anladı; diğer her şeyin geri gitmeyip, bizim ileri gittiğimizi? Belki de biz geriye gidiyoruzdur, belki de ondandır bulantımız.

Kordonun taştan yollarına ayaklarımı vura vura dolmuş durağına yürümeye başladım. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde o saniye kendimi durakta bulmuştum. Dolmuşa bindikten sonra da bir saniye sonra evdeydim… Hayatı kesitler halinde yaşadığım günlerdi. Uyuduğumu veya uyandığımı, yola çıkışımı veya yoldan dönüşümü hatırlayamıyordum. ‘’Ara geçiş’’ olarak adlandırılabilecek her şey anlamını yitirmişti. Hiçbirini hissedemiyordum.

İnsanın öleceğini anlamaya başladığı yaşlardaydım.