Bu yazıyı kaleme almamdan 16 saat önce Hazine ve Maliye Bakanı’nın Instagram hesabından yazım yanlışlarıyla dolu, yorumlara kapalı bir “istifa postu” yayınlandı. Tam 16 saattir bu post dışında hiçbir şey bilmiyoruz. 16 saat önce Albayrak’ın Twitter hesabı ve de bakanlığın sayfasındaki paylaşımlar yok oldu. Dünyanın herhangi bir ülkesinde tartışmasız haber değeri taşıyan bu haber, 16 saattir ana akım medyada ne bir saniye ne bir satır yer bulabildi. Eski başbakan Mesut Yılmaz’ın cenazesinde de her zamanki gibi söz söylemeyi ihmal etmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, tam 16 saattir damadı olan bakanın istifa postuna dair tek kelam etmedi.


Ancak yazımın konusu bu değil. Çünkü halkın konusu bu değil. İstifa gerçekse kur düşer mi, düşerse bize mi düşer, gibi sorular halk nazarında herhangi bir etkiye sahip değil. Ben aslında, yukarıda sözünü ettiğim garipliklerin, parodiyi gerçek kılma başarısının mimarlarına, meydanı kaçınılmaz biçimde teslim edenlerden söz etmek istiyorum. Ben aslında, Türkiye’nin sistemsizlikler sisteminin hangi insanlar temelinde yükseldiğinden söz etmek istiyorum.


“Türkiye Cumhuriyeti Devleti” denilen, yıllar geçtikçe cumhura daha çok kasteden yapının içinden önce cumhuriyeti söküp attı mevcut iktidar. Bunu yaparken, belki çok da şuurunda olmadan devleti de yerinden oynattı. Belki hala şuurunda değillerdir, öyleyse bir dürtelim kendilerini: devlet yok, onu siz yok ettiniz.


Eskiden öyle ya da böyle, arzu etmediğimiz kişilerin ve toplulukların yararına hizmet için ayarlanmış olsa da bir devletten söz edebilirdik. Artık böyle bir lüksümüz yok.


Peki böyle garip, insan zihninin sınırlarını zorlayan bir iktidar nasıl oldu da iktidar olacak imkana kavuştu? Bunu anlamak için, kavuşturanlara bakmak lazım.


Burası, kendi ikbalinden ötesini göremeyenlerin diyarı.

Bu kimseler, 1950’lerden itibaren filizlenmeye, 1980’lerden itibaren şekle şemaile bürünmeye başladılar. “Ottoman”ın başkentinden kaçıp Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınan ama “cumhuriyet” kelimesine alerjisi olan aklı kemâle ermişler, gericiliği muhafaza edip beslemede, büyük bir sabır ve sebat göstererek, santim santim ilerlerken, iktidara giden yolu şahsi ikbalciler açtı onlara.


80 Darbesi’nin belki de en büyük darbesi, filizlenmiş olan, “kendi ikbalinden ötesini göremeyenler”i üretmeye başlaması oldu. Sayısız gencin yitip gittiği manzara, aile büyüklerini dehşete düşürmüştü. Sağ, sol farketmeksizin esas olan, çocukların, torunların siyasete asla bulaşmamasıydı. Siyasetle uğraşmanın sonu bir sokakta kurşunlanmak, işkence ve darağacı demekti. Demek ki bu siyaset denen şey, çok kötü bir şeydi! Öyleyse çoluk çocuk, torun torba, bu anlaşılamayan “kötü”ye karşı bir anlatıyla beslenmeli, böylelikle öz savunma mekanizmaları geliştirilmeliydi. Üstelik mitolojik bir anlatı da değildi bu, gerçekti; sıkıyönetim vardı, katli vacip kılınan onca gencin hüviyetleri ortadaydı! Yeni kuşakların kafaları, her tereddütlerinde, bakmak istemeseler de rahatlıkla kötülüklerin kanıtlarına çevrilebilir, nasihatlerle, ders vermelerle, üstü kapalı tehditlerle biçimlendirilebilirdi.


Siyaset yoksa, belirli bir ideal, bir hedef doğrultusunda bir araya gelme, bu uğurda kendisi kadar zorunlu olarak ötekini de düşünme, yani empati kurma yoksa, şahsi ikbalcinin hayat seyri nasıl olacaktı? Önemli olan, bireysel hedeflerdi. Kendilerini tehlikeye atmadan ilerlemelilerdi. Siyasete bulaşmamakla kalmayıp, her türden örgütlülüğe de şüpheyle yaklaşmalılardı. Bir halı saha maçı dahi örgütlenmeden düzenlenebilmeliydi. Bu tarzın güçlükleri kuşkusuz kendini gösterdi. Toplumsal da bir canlı olan insan, işlerini yürütmek için karıncalar ve arılar gibi örgütlenmeye ihtiyaç duyuyordu. Ve bencillik deyip geçemeyeceğimiz, daha yakından incelenmeyi hak eden şahsi ikbalci prototipi, iktidarını kurmaya başladı.



Önce can sonra yine can.

Sıra canana öyle kolay gelmemeliydi… Her koyun kendi bacağından asılırdı. Mezbahadan kurtulmak mümkün değildi. Düzen değişmezdi. Haliyle düzende kurban edilmeyecek, mümkünse kurban edecek güce kavuşmak, o da olmuyorsa tehlikeden olabildiğince uzak, konforlu bir yer edinmek insanın temel ereği olmalıydı. Elbette sevilenler vardı ama bireysel çıkarların uyuştuğu ölçüde sevilmeye layıklardı. Elbette başkaları da umursanıyordu. Ama uzaktan, değnekle… Kendilerinden uzakta oldukları sürece acı çeken çocuklara, kadınlara, sömürülen, ezilen onca insana acıyıp üzülebilir, hatta onların sözcülüğünü dahi üstlenebilirlerdi. Tabi eğer kendilerine dolaylı da olsa bir kazanç sağlayacaksa… Öte yandan, diğerkâmlık, enayilikti.


Bu prototipin iktidarlaşmasıyla, insan ilişkilerine, insanın etik gelişimine kâr-zarar temelinde bakmak zorunlu hale geldi. Aile, çevre, eğitim ve iş ilişkileri bu temelde yeniden kodlanmaya başlandı. Bir sınav mı vardı? Ötekiler rakipti ve bir şekilde kafalarına basılmalıydı. Bir işe mi girildi? Bir şekilde terfi alınmalıydı. Şeklin içeriği teferruattı.


Böylece rahatlıkla sakıncalı bir insan modeli olarak görebileceğimiz Şahsi İkbalci, başkalarının hayatları mahvolsa da önüne bakan, kendi “özgürlüğünü” (çıkarlarını) önceleyen, “kariyer odaklı”, ancak dikkatli gözlerin yakalayabileceği bir ahlak maskesiyle yaşamını sürdüren, konformist, sözde eşitlik ve adaletten yana özde elitist bir prototip olarak toplumun kılcal damarlarına sirayet etti. Yeni gerçek, yeni makbul insan modeli artık Şahsi İkbal’ciydi.


Siyasete sessizce cephe alarak iktidarını kuran bu tip, elbette siyasetsiz kalamazdı. Bugün bu tipin nasıl bir şeye karşılık geldiğini görmek istiyorsanız sosyal demokratlara bakmanız yeterli. (Fehim Taştekin’in “Amerikalılar belasını bulmuş vesselam” adlı, 07.11.2020 tarihli yazısı)


Kendi ikbalinden ötesini göremeyenler sayesinde, merdiven altı örgütlenmesini merdiven üstüne taşıyan, tek vücut olan gericilik usulca alıverdi siyasi iktidarı. Şahsi ikbalcilerin (liberal insan da demek mümkün) bundan pek rahatsız olduklarını söyleyemeyiz. Çünkü sonuçta düzen değişmezdi. Her koyun kendi bacağından asılırdı, aslolan kişisel gelişimimizdi…


Bugün gericilikten kurtulmanın yolu kendi ikbalinden ötesini göremeyen insan tipinin panzehirini geliştirmekten geçiyor. Koronavirüs’ün panzehirini geliştirmek kadar elzem bu. Bu insanlardan toplumsal, yaşamsal ikbali görmelerini beklemek, tasavvur ve tahayyüllerinin sınırlarını aşmalarını beklemek olur ki bu yaklaşım hiç gerçekçi değil.


Gericilikle mücadelenin ön koşulu, yarattıkları düzenin altında ezilen biz yeni kuşakların bu şahsi ikbalci insan tipinin hükümranlığına son vermesidir. Bunun için gereken panzehirin formülü belli…


Örgütlenmek!