Bakıyorum da herkes öyle ya da böyle bulmuş yolunu. Bir ben olduğum yerde sayıyorum her gün. Her gün şu tekli koltukta hayat gayemin bana gelmesini bekliyorum. Ama nerede? Yok... Bir şeyler yapmak, sevdiğim şeylerin peşinden gitmek istiyorum. Bunun için adımlar da atıyorum ama bir iki adım sonra o tekli koltuğa tekrar geri dönüyorum.


Yorgunluğum bir türlü geçmek bilmiyor. Yavaş yavaş da unutuyorum kim olduğumu, neden hayatta olduğumu. Sahi ne diye doğdum ki ben? Hani yazarlık hayallerim, arkasında olmak istediğim o kadraj, hayali diyaloglarım, hani dilimden düşmeyen şarkılarım vardı. Hislerini bu kadar tutkuyla yaşayan bir insan, nasıl olur da tutkusu olduğu şeyler için birazcık bile olsa çaba harcayamaz? Nasıl da imrenerek bakıyorum oysaki yolunu bulanlara. Şimdi değilse ne zaman? Yine kendi kendime sorular sorup o soruların içinde kayboluyorum. Neye ihtiyacım var onu bile bilmiyorum. Bir destekçiye mi, bir sen yaparsın gazına mı? Onlar ben gerçekten istemedikten sonra ne işe yarar ki? İçimdeki o ateşi ilk ne zaman söndürdüm hatırlamıyorum ve ne zaman tekrar alevlenir onu da bilmiyorum. Belki yarın, belki bir saat sonra, belki de hiçbir zaman... Belki de ömrümü beyaz yakalı bir hamal olarak sürdürürüm. “Hayallerin vardı, ne oldu?” diyenlere de “kader” der, güler geçerim.