Mental sağlığım, ufuk çizgisinin niceliğine göre yapılan değerlendirmeler sonucu niteliği göz ardı edilerek yok hükmüne kurban edildiği için mevcut taslağın türü nedir yahut var mıdır bilmiyorum. Açıkçası ilgilenmiyorum da, tek isteğim; anlaşılmak üzere elime aldığım kalemin dizginliğiyle yazmaya başlamam ve içimde neler olduğunu bir türlü anlamlandıramadığım o boşluk mu yoksa sadece bir duygudan mi ibaret olan o şeyi bir nebze de olsa -ki ona dahi inancım kalmamıştır- aktarabilmek okuyana (yahut kendime) belki de bu şekilde anlamlandırabileceğim şüphesi yerini kesinliğe bırakır düşüncesiyle.

Sayfalarca yazabilmek... işte henüz delirmemi engelleyen yegane şey budur. Kim bilir... -demeyeceğim çünkü burada yaptığım şey istifham sanatıdır-

Oda çok sıcak ama bu üşümeme engel değil, üzerimde kalın bir kazak ve bir şal örtülü. Ellerim bir buz kütlesinden kopan parça misali kelimelerime soğuk üflüyor. İçime kopan bu buz kütlesinin anavatanı sevgisizliktir. Birçok sanatçı gibi sevgisizliği bir köpek yahut herhangi bir hayvan üzerinden kaleme almak benim gibi amatör bir kalem taşıyıcısına yakışmadığından; bizzat kendim üzerinden dolaysız bir doğrudan anlatım ile hissettirmek istedim. Sözlerim üşütmesin sizi, serin sular üzerinde yanan ateş parçası gibi olsun isterim hepinizin içi. Lakin ben o hissiyatı bilmediğimden ki insan hissetmediği şeyi yazamayabilir, verdiğim örnek yersiz ise affınıza sığınırım. Birçok mecazı söyleyiş bugün burada soyut kavramının somuta evrildiği mekan olarak simgelenmektedir; karşımda bir ayna bulunmakta, göz göze geldiğim şahsın gözünün altında bir lavanta bahçesi belirmektedir. Maviliği kanıksanmış olduğundan, o bahçede yetkinliğini yitirmiştir. Bir başka dikkati, hakimiyetinin bizde olduğunu sandığımız vücudumuzun, parmak sonlarındaki keratinlerin birleşenine çekmek isterim. Kimi bir papatya gövdesi kimi gövde üzerinde mor ahengin meneviş gösterisi. Oysa en sevmediğim çiçektir lavanta. sevmediğim o görüntüyü besleyen, gözlerim gibi görünse de -ki doğrudan görünen budur- suları da kaynağını yine sevgisizlikten aldığı içindir. Neden sevmediğime dikkat çekecek olursam; bireyler üzerinde olumlu etkileri verilerle sonuçlanmış bahçelerin, bende o aynada görmek istemediğim lakin beni başka bir yansımayla da karşılaştırmadığı o görüntüdür. Belki başka bir sebebi de henüz bir çiçeği bile nasıl sevmem gerektiğini bilmediğimdendir. Tecrübe yoksunluğu der misiniz bu olay örgüsüne?

Ben derdim.

Kendi içimdeki çelişkiler beni hayli yorduğundan yüzümde daima o müstehzi çizgiler belirmiştir, yaşımdan büyük gösterdiğim iddialarının temeli de buna dayanır. Renklerini seçme hakkım olmadığı bu tuval üzerindeki resmin sorumlusu ben olduğum için, malzeme yoksunluğundan çeşitli rivayetlerin baş kahramanı seçilmiş bulunuyorum; zat-ı Tanrı tarafından. 

Birçok ahbabım kabuğumun boşluk etrafında oluştuğunu görmediğinden

-bakmadığındandır- sözlerin içimdeki yankılarına da sağırdırlar. Kalbim, etrafına sarılan örümcek ağları hassasiyetine sahip olduğundan görevini yalnızca biyolojik olarak yerine getirmektedir. Ana sebebin kaynağı ahbaplarımca araştırılmadığı için de dış kabuğum hakkında kulaktan dolma ve en az içimdeki boşluk kadar derin bir boş ifade güc(süzlüğ)ü akıllara yer edinmektedir. Biraz da kaynağı herkesçe bilinenin, değerini kaybetmeye elverişli olması husumetiyle, kabuğa; dış gözlere, kabuktan ziyade deri süsü izlenimi kazandırmamdandır. Üretiminde yer almaya çalıştığım hayatımın, pazarlaması da yine bana yapılacağından; üretim sürecinde ülkemden sürgün edildim. Bir mülteci değildim asla çünkü bunun için sığınabileceğim herhangi bir ülkeye sahip değilim. Kim bilir belki de ben kendi yaşamımda bir mülteciydim. Yoksa bu şerefe de mi layık değildim?