Onun yaptığı şakaya telaşlı bir şekilde gülerken ''Bin bin!'' diye tekrarladı. Tam da bu anda sevildiğini anlamıştı, ve sevdiğini. Hayatın akışında ilk kez hoyratça savrulmuyor, yavaş yavaş süzülüyordu. Karşısındaki insanın sevinçten parlayan gözlerini ve sonradan düşündüğünde kendisini ağlatacak olan neşeli telaşını asla unutmayacaktı. O anı belleğinde fotoğraflamıştı. Bir gün bu hikaye yüzünden olacak olsa bile o anı unutmayacaktı.



Yoksa bu an sadece o anlık mı yücelmişti gözünde? O an çok mutlu hissetmiş ve bunun ömür boyu süreceğini sanmıştı. Bu bir yanılgı mıydı? Belki de değildir fakat değinmek istediğim kötü biten sonlara bir türlü alışamadığıydı. Bunun bilincindeydi zira onun için bir gün buna alışmasına gerek olmayacaktı. Ufak mutlulukları hayatın geneline yaymaya çalışıyor ve ne kadar uğraşsa da bu orantısızlıktan kurtulamayınca, çabalarının boşa olduğunun verdiği kaçınılmaz üzüntüyü yutkunarak atlatmaya çalışırdı. Ona göre büyük, gerçek mutluluğun peşinde koşmalıydı. Ne yazık ki bahsi konu olanın ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Fakat bu konuda kendince çıkarım yapmaya çalışıyordu. Bu çıkarımlar kesin olmadığından ne yapması gerektiğini tam olarak asla bilemeyecekti. Bunun bilincinde olmayı bir farkındalık sayıyordu. Her neyse, şu çıkarımlara bir göz atalım.



Mutluluğun, insanın içinde olduğuna inanmak isterdi. Hayatının bir döneminde buna inanmayı başarmıştı. Planlarına göre, hayallerinden yola çıkarak planlanmış tasarıları hayata geçirmek bu çıkarımlardan sadece biriydi. Özetle; bu çıkarım pek iyi sonuçlar doğurmamıştı onun için. Maddi ve manevi olarak tükenmiş, doğru bildiği her şey hayatını kemiren birer yanlışa dönüşmüştü. Bu çıkarım, bu formül nasıl tutmazdı? Sabrederse her şey yoluna girecekti. Sabretti ve devam etti. Bu hareketinden gurur duyduğu da oluyordu. Fakat hiçbir şey düzelmedi. Ansızın her şeyi bırakmak zorunda kaldı. Geriye cevaplanamayacak bir dizi soru ve onu hüzne boğan keşkeler kaldı.



Tarifsiz bir boşluk onu bekliyordu. Bir sene boyunca sanki yaşam ünitesine bağlıydı. Hayatının ne yöne evrildiğine dair düşünmüyordu bile. Oysa bir zamanlar bu konuda ciddi endişeleri vardı.

Müthiş bir kimlik bunalımı içindeydi. Hayatının duvarlarını örmek için binbir zorlukla edindiği her şey -aslında hiçbir şey elde edememişti fakat bilirsiniz ki bazı şeyleri kendimize itiraf etmekte oldukça zorlanırız, yalnızca umudu vardı- son akıntıya dayanamamış, silinip süpürülmüştü. Elinde hiçbir şey kalmamıştı. O bunu bazen kadere yoruyor; bazen aksak sisteme, bazen gençliğin verdiği yanlış kararlara. Bazense birkaç sorumsuz insandan hıncını almak istiyordu. Yer bulmak istemediği nedensiz öfkesini bu hıncı beslerdi. Biliyordu, başka şansı yoktu. Ya bir şans yaratacaktı ya da o nedensiz öfkesinde kaybolacaktı.



Yeniden başlayacak gücü kendinde bulamıyordu. Uğradığı son bozgundan sonra bir daha toparlanacak güce uzaktı. Ne kadar zor gelse de -en azından artık önünü görebilmek için- bir şeyler yapmalıydı. Yeni küçük planlar yaptı ve çoğunu hayata geçirebildi. Yüzdü yüzdü kuyruğuna geldi diyebiliriz şu an için. Ama bu süreçte çok zorlandı. Gitgide kayboluyor, meziyetlerini yitiriyor ve herkesleşiyordu. Bugün en başta bahsedilen hikayeden çok uzaktı ama o anı aniden dün gibi hatırlayıp gülümsedi.


Birden kafasında tüm ölü hatıralar canlandı. Birçok güzelliğe gebe olacağını umduğu sahilde yan yana, bir bankta oturuyorlardı. Kız, tüm memnuniyetsizliğiyle ortamda hüküm sürüyordu. Sürekli konuşuyor, birilerinden ona dert yanıyordu. Oysa onun için konuşulacak ne çok başla konular vardı. Kendini suçlamayı o kadar adet edinmişti ki bunu da hayalperestliğinin cezası olarak algıladı. Bir sonu olmayacaktı bu hikayenin. O konuştukça susuyor, kendinden veriyordu. Dünya onun için de döndükçe duruyor, her geçen saniye kendini kaybediyordu. Bir süre sonra onu dinlemeyi bıraktı. Bu döngüyü nasıl kıracağı sorusuna cevap arıyordu. Bu sorgulama onu bu döngüye çekmekten başka bir işe yaramadı. Kız onu dinlemediğini anlamıştı. Buyurgan ve mahcup bir ses tonuyla:


—Geçen gün kararlaştırdığımız yere gidelim ister misin?


Kıvırcık saçlı, oldukça küçük burunla ve yanakları al al kırmızılaşan kızın yönelttiği bu soru, onun tereddütte kaldığı kaygılarına bir kesinlik kazandırmıştı. O an bu genç kız, erkeği bayağılığıyla kaybetmeye başladığını anlayıp, ona sevgi dolu bir oyun hazırlamıştı. Fakat bu oyunu çok fazla sürdürmeyecek, kendisine bu ilişkide yetersiz hissettiren ''bayağı'' tavrından hiçbir zaman ilelebet kopamayacaktı. Erkeğin bu duygu fırtınasında başı dönmüş, fakat aynı oyuna birkaç kere daha çekilmeye çalışıldığını ve hiç direnç göstermediğini hüzünlü bir öfkeyle anımsamıştı. Çaresiz ve umursamazdı. Birden kalkıp oradan uzaklaşmak istedi. Ona ve kendisine yardım etmenin bir yolunu bulamayışının verdiği onu afallatmasıyla baş edemiyordu. Kızın ise bu yardıma ihtiyacı var gibi görünmüyordu. Çünkü kız, bu dünyada hiçbir şey için kendisini zorlamıyor ve kimseyi bu genellemenin dışında tutmuyordu. En azından bizim bildiğimiz kadarıyla bu böyleydi. Bu, kıza göre bir saplantı erkeğe göre ise görülmek istenmeyen bir gerçekti. Ne yazık ki ikisinin de böyle kötü huyları vardı. Birbirinden gitgide uzaklaştıran, kalıcı ve kötü huylar.


—Sanki aramızda hiç mesafe yokmuş gibi, diye söylendi erkek. Kız anlamamıştı. Erkekse ilkelliğin dibine vurmuştu.


—Hiç, dedi erkek. Kızın üstelemesini bekledi. Düzelme umudu vardı hala. Üstelemedi. Tam bir aptaldı. Kıza çok yorgun olduğunu, ama ona evine kadar eşlik edebileceğini söyledi. Kız şaşırmıştı. O şaşkınlıkla kabul etti. Yürümeye başladılar. Yol boyunca pek az konuştular. Kesin bir şey olmaması erkeğin canını yakıyor, kızınsa işine geliyordu. Kızın evine geldiler. Kız hiçbir şey demeden müstakil evin bahçesine girdi. Erkekte arkasından içeri girip, bahçedeki köpekleri sevmek için köpeklerin yanına gidip eğildi. Kız onu seyrediyordu. Erkek, köpeğin aniden uzaklaşmasıyla ayağa kalktı. ''Hoşça kal.'' deyip yavaşça bahçeden çıktı ve arkasına bakmadan yürüdü. ''Al işte keskinlik, doya doya doldur ciğerlerine bu keskin gerçekliği'' diye içinden geçirerek kendine kızıyordu. Artık hiçbir hikayede kurban olarak rol almak istemiyordu.