Yüzü sivri, dudağı yok, boynu saçma. Ancak sırt üstü suya uzanınca anlaşılacak bir şey sesi. Sırf bunların bir yere birikmesi bile hayra yorulamaz. Yani bir bahçeye ‘buraya basılmaz, gül sessizce, gül parmak uçlarında çürür’ yazılı bir tabela asılmış gibi. Güneşe doğru uzanırken nasıl düzse kolu, parmakları suya isyan etmiş kılıç gibi eğri. Bir taş olmak istemezdim kendi yolumda. Ama o da onca boşluğu es geçip kendi isteğiyle değdi.


Kıyısına tan düşünce bir resmi bayram özeniyle kıvılcımlanan yüzü saçma. Bana çevirmesin. Gitsin kimde borcu varsa, gitsin tamam ama dönmekle lanetlensin. Yaprak tutan ellerim yeni bir çağa, bizatihi yeni bir ağaca kuruyacak. Lanet gelsin. Belki birkaç bahar sonra, bu bahçenin kendinden olma bir bahçe olduğunu anlayacaklar. Bir kızım olsa benim de kapanmayacak bir defterim var artık diyebileceğim. Bir kızım olsa, saçma ama Allah’tan sadece gül için bir sıfat dileneceğim. Bir kızım olsa -abartmaya gerek yok- bir kızım olduğunu bileceğim.


Kulu kula kul edersin. Bundan kaçma. Her nefeste fulelenen saçların, yani bir ayçiçeğinin şahit numunesi, yani kahrım senin kaçacağın bir şey değil. Sen tüm iyi filmlerin kahramanıyken, benim yalnız az gişeli bir arka planda, uzak odaklı bir duvarın sıvası olma durumum da öyle. Çöle iki adım kalmışken bir adım geri çekilip cehennemdir dediğim gurbetle sohbet ediyorum. Kanım kurudu. Karnımda bıçaklanmış bir kurdun gölgesi var. Unutmak saçma, ama içinde yeni bir tohumun umudu, içinde saklanmalar, içinde bir mezar taşı ve seninle daha önce tanışmamış olmanın ahı var.