Katli vacip zamanın günahkarı,
Yüzün derisini de kurtulsun,
Alın kellesini de son bulsun,
Katli vacip bir zamanın günahkarı,
Katli vacip olmayan bir sevapkardır,
Yıllar sonra elbette.
Bok gibi bir şair elbette yaşadığı zamanın,
Okumayın ve yakın yazdıklarını,
Okuyanları atın hapse ya da öldürün,
Yoksa zamana olur zamansız zararı,
Bok gibi olmayan bir şair,
Elbette, elbette sevgili dostum,
Yaşamadığı zamanın!
Doğruyu yarattığını sandığımız,
Doğru mu bilemezken?
Her şeyi bildiğini, sandığımız,
Asırlardır bilinmezken?
Şu aciz aklın?
Yenilir mi yahu aslını bilene?
Günahı yaratanın var mı günahı?
Bilmediğimi yapamam oysa.
Cevabı olmayan bir bilmeceyi,
Ortaya koyar mı kendisi bilmecenin?
Yahu bırakın şu safsata dolu,
Ekşimiş laf salatalarını.
Kalkın hücuma! Ve bir süngü,
Yanlış sandığıma,
Ben bilirim evlat,
Sen ne bileceksin,
Yarım asır diyorum ya.
Yarım asır.
Yaşadığın asrın yarısının,
Üstüne oturdum kıçımla,
Devrilmez dediğini,
Devirdim, daha olmadan bak,
Çeyrek asırlar.
Sorular ardına soru yaklaşan bir ölüm fırtınası?
Sen ne bileceksin ki soysuz haydut?
Gerçek bildiğimdir benim!
Ne öyle değil mi?
Nası? Nasıl yani?
Doğru işte bu, ağzımdan çıkan,
Bana da dedem anlattı,
Ona da elbette dedesi,
O da görmüş kör gözleri ile,
Karla kaplı üzeri bir çöl bedevisi,
Ne anlarsın sen,
Dağlarda papatyalar biterdi,
Üstelik çay bile demlerdik!
Nasıl kaynamaz su dağda?
Sen ne bileceksin ya?
Oysa kaynadığını görmüş,
Anamın anasının anasının anasının,
Elbette sağır anası,
Vardır bunda bir hikmet ve alamet.
Ne?
Sen bir boku bilmiyorsun genç adam,
Haydi Allah'a emanet!
Kuşkusuz, kuşkusuz bir bunak,
Ne söylesem, evirecek eriyik bir çelik gibi,
Çelik erirde eğrilir,
Aptal dediğin düz bir eğrilmezlikten ibarettir,
Eğrilmeyen neye yarar dünya'da?
Ne çorba karıştırırsın, ne akılları,
Düz bir safsata,
Karıştıramaz o,
Karıştıramadığı da oysa,
Kendi öz lafları ile yaptığı tuzsuz,
Ekşimş fikirlerle bezeli,
Kara bir salata,
Ah işte o ki, safi safsata!