ağrıların örsünde, dövülür yıldızlar bile,

keskin akşamlardan, gölgeler düşer dile,

teninde bilenmiş ölüme doğru söz çöker,

ne söylese gök, bir lanete dillenir gider,

ne söylese kılıca, hep yara lazım gelir,

ne murad etse kılıç, akla hep kan gelir. 


benim de ellerime anlatıyor ağrıyı,

boz bulanmış kana dökülmüş sözü,

uzatıyor boşluğu her cümlenin koynuna,

ne anlatsam ne bilsem, ağırlaşıyor yük,

referansı yok, tanrı gibi haklı ve büyük,

yaramı avut kılıç, ağrıdığım yer kadarım.


keskin akşamların kör gölgelerine bak,

uzanırlar ufkun eteklerine kadar kan,

idrake yakın ne varsa, sivrilen bir yalan;

boşluğun kendisidir, kılıçtır batar izan,

ne söylese boştur, akla hep kan gelir,

gördüklerin, beynin sefil tercümesidir.


yaseminleri bile koklasan kandır,

tercüme edilmesine gerek mi vardır?

suların, yıldızların dilini çözse,

yarası kapanacak kimdir var mıdır? 

kaprisli, çılgın, koca bir çekiç zaman,

dövdü de, tenekeden farkım var mıdır?


dünya ağır ağrımdan örs; dövülür

isyanımla sulanıp üstünde yıllar, 

akkorlaşıp ruhuma sokulup soğur,

yalnızlık, hep kılıç olur ağrımdan,

kendini kibirle parlatır kılıç,

ve yalnızlık hep kılıç olur ağrımdan.


keskin keskin uzanıp saplanır göğüme,

bedenim kimsesiz kimsesiz doğranır,

akla hep kan gelir, ağrımdan artık,

keskin sabahlara kılıcın şavkı düşer,

teninde bilenmiş ölüme doğru,

dolanır kırmızı bir kin yalnızlık. 


kim ne derse hepsi, ne söylese boş,

kadim örste hırpalanmış bu demir,

dövülmüş ağır bir ağrı üstünde,

zaman diye bir kılıfın içine konmuş.

ne söylese kılıç, akla hep kan gelir, 

bildikçe bilirsin, bilmek zor gelir,

bildikçe ardından, yeni bir son gelir.