‘’Sanatçı olun. Hemen Şimdi!’’ adlı konuşmasında Kim Young-Ha, ‘’Çocukların yalan söylemeye başladığı vakit hikâye anlatımının başladığı yerdir.’’ diyor. Yazar burada haklı olabilir çünkü insanlığımızın doğa ve diğer türler karşısındaki zaferi tam da bu yeğin kabiliyetimiz sayesinde geçekleştirmiştir: İnsan var olmayan şeyleri imajine edip bu hayali hikâyeleştirerek yoldaşlık bağını ve iş birliği etiğini kurabilmiştir. Bu çokluk; hayvanlar, bitkiler, diğer insan türleri, en zoru da öngörülemez/bilinmez doğa karşısında insanı yenin kılar. İnsan gerçek ya da gerçek dışı bir hikâyeye bir başkasını da dahil edebilirse inancın çokluğunu keşfeder ve tek bir hikâyeye inanan milyonları tek tek tanımasa dahi söz merkezinde metne bağlı tanışlıkta tek bir amaca yöneltebilir: Varoluş.
Varoluş sorgusunun azımsanamayacak kadar yaşlı soruları vardır, bizler bu sorular dağınıklığında, eskinin unutulmuşluğu ve bugünün tekinsizliğinde ‘Nasıl?’’ sorusunu ‘’Neden?’’ sorusuna tercih ederken sanatçı kişi, eskiyle göbek bağının kesilmemiş olması hasebiyle ‘’Neden?’’ sorusunun yanıtını dolaysız yaşamaktadır. Belirsiz biliş tarzı ve aletsizliğiyle sanatçı, elinde fazlaca kalan boş zamanını işte bu üstün beceriye, hikâye anlatmaya vakfeder. Peki, neden yalan? Hikaye anlatmanın yalan söylemekle bağlantısı ne? Yoksa yazar bir yalancı mı? En önemlisi de türümüzün çocukluk yıllarında henüz doğada eşitlikçi bir varlıkken bizi insana dönüştüren ‘’SÖZ’’ün peşine yalan söyleyerek düşülmesi ne kadar kabul edilebilir? Kim Young-ha da Veda kitabında bir şeyin ne olduğunu bilmek için önce onun ne olmadığını bilme yoluna giderek hakikati yalan, insanı makine merceğinden inceliyor; hakikatin izine insanın varlık amacı sorusundan düşüyor. İki yıllık korona pandemisi boyunca güçsüzlüğüne şahit olduğu insan türünün anlamını, ismi kendisine Korecede Felsefe anlamına gelen ‘’cheolhak’’ kelimesinden türetilerek verilen Cheol adlı pratogonist ile arıyor. Bir Katilin Güncesi kitabında özne ve bellek kavramları çevresinde Kafkaesk bir ebedi dönüş anlatısı inşa eden yazar Kim Young-ha Veda’da bilinç, özgürlüğün imkanı, zihin-beden problemi, irade temalarına değinerek post-modern bir varoluş ilahisi ile geliyor okuruna. İlahi çünkü evrenin sonsuzluğunu hissettirecek kadar ve yaşamın sonluluğunu cesurca kabullenecek kadar melankolik bir yitiriliş romanıdır Veda. Yazarın ironiden yana çekincesi yok. Materyalizmin soğukluğundan ürkmüyor. Veda’da coşumculuğun ‘’eve dönüş’’ hasreti veyahut Aydınlanma Çağı’nın yıkarken yapan devrimciliği bulunamaz. Cheol bir Odysseus olmadığı gibi bir Oidipus da değildir. Kitabın baş kahramanı Cheol tüm dünyada düşünceden başka gidecek yeri olmadığını incinerek öğrenen bir mecburi kayıp-gezgindir. Matta İncili’nde İsa’nın sözünü ettiği ‘’Tilkilerin ini, kuşların yuvası var ama insanoğlunun başını yaslayacak bir yeri yok.’’ yitikliğinin bir başka kahramanı da Veda’nın kahramanı Cheol’dur. Dünyaya gözünü açtığı Human Matters laboratuvarında yaşamı bir kampüs ile sınırlıyken hikayesi onu çok uzaklara götürecektir, bu yolculuğunda ona eşlik eden arkadaşları Cheol için yaşamın anlamının farklı yüzleri, varoluş felsefesinin çatışan argümanları olur. Cheol evden uzakta babasına dair gerçekleri kendi bedenini keşfettikçe öğrenirken aynı zamanda distopik mevcut zamanın biyo-psiko-sosyokültürel faktörlerine tanıklık eder. İnsanı insan yapan kılcal bir araçlar ağı ve bilişsel bir sistem ise, hikâye denilen hava bir DNA sarmalından ibaretse evrensel etiği nasıl yorumlayacağımızı soran Veda romanı bir yandan da duygular ve değerler sisteminin şahaneliğine dikkat çeker. Irk, cinsiyet, sınıf ayırt etmeksizin her insanın aklına düşmüş, ‘’Sonsuza kadar yaşamak ister miydim?’’ sorusunu aşkıncılığa yükselmeden dünyamıza içkin bir yenilik aracılığıyla okura yönelten Kim Young-Ha makineler devri, yapay zekanın gaspı gibi bize 90’lı yıllardan beri eşlik eden yakın gelecek hülyasını kullanır. İnsanın ne olduğunu merak eden Cheol onu, makinenin ne olduğunu keşfederek anlayacaktır fakat Cheol’un zamanı makinelerin insan gibi, insanların ise makine gibi olduğu bir kaos hakimiyetindedir: Cheol ruhun, biricik sonlu hayatın, çevrilemez zamanın, dostluk işbirliğinin ve sözsüz sevginin manasını ayrışarak –terkederek ve terkedilerek öğrenecektir. Cheol’un varoluş öyküsünün sonu masmavi gökyüzünün gün batımına dönüştüğü, turuncu akşamüstünün koyu geceye kendini bıraktığı bir gürgen altında bilincini yitirmektir. Distopik yakın gelecek öngörüsünün melankolik bir ilahiye dönüşmesi, Cheol’un bireysel bilincinin bütünün saf bilincine dahil olması insanlık tarihinin en büyük yalanı ölüm ile mümkün olur. Ayrılanların buluştuğu, sen ve ben’in kalktığı gölgeli mekân insanın asıl evi ölüm, Cheol’a adeta bir ‘’Şen Bilim’’ olarak gelecektir. Yaşamın bir neşeli meşgaleler bütünü, düşüncenin ise şen bilim olduğunu bir varoluşçu bilim kurgu romanı yazarak anlatan Kim Young-ha her sanatçı gibi yaşamın anlamının yanıtına en hızlı koşan insan olur. Tüm düşünce tarihi için insan yalnız, yersiz, yitik, günahkar ve beyhude acının taşıyıcısı olabilir, sanatçı için ise insan içinde anlamın saklı olduğu ebedi bilinçtir. Eserini ‘’Yalnız bir genç gece göğünü izliyor. Tutması gereken bir söz var.’’ cümlesiyle özetleyen Kim Young-Ha şuura ve töreye elektronik hürmet duyduğu Veda romanında insan evladının başını yaslayacağı yerin hümanizm kültürü olduğunu kanıtlıyor.