Basılı çizimlerden gidip bu sayfaya dikkatimin takılması bir anlam bulma telaşındaki benliğim için heyecanlı geldi önceleri; fakat sonra bu sayfadan renklendirmek için ilk başladığım yerin bir kapı olması, kapının aralığındaki çizgileri yağmur sonrası çıkan gökkuşağı tadında renklendirmem ve o kapının ardına da naif bir sarı ışığı kondurmam daha da manidar geldi. Sayfadaki diğer figürleri de renklendirmek istemedim sonra, sanki o kapı yeter bana, ardına bakma yolcu der gibiydim. Önce yalnızca bana fısıldadığını sandığım; ancak sonra yaşama devam etmeme anahtarını inatla cepte tutarak, kendi hayatının iplerini elinde tutma kudretine sahip olan diğerlerinin, içinde sessiz bir boyun büküş ve çocuksu neşeyle beklediğini fark ettiğim o kapı. Cümle kapısıydı. Ayrıştırıldığımız tüm sıfatlardan geriye kalan birkaç şeyden biri. Anlaşmaya varmaya gerek duymadan; öyle çok da kimseye söz hakkı tanımayan, bahsi geçildiğinde bir dileğin birkaç ağızla birlikte mukabele edildiği o kapı. Tanıştırmış olayım; kendisi, umudu arşınlayan bizlerin, cümlenin kapısı.