İçimde bir huzursuzluk var. Bir şeylerden rahatsızlık duymuş gibiyim. 


Başka bir evdeyim şimdi. Konuşulması gerekenler konuşuluyor. Bazen dedikodular yapılıyor. Ben neredeyim? Gözlerim dalıyor. Aklım gidiyor hiç gitmediğim yerlere... Sessiz, sakinim güya. İçim uyuşuyor artık. Duyamıyorum söylenenleri. Birkaç kere, zor da olsa gözlerimi kırpıştırıyorum. Geri dönüyorum dünyaya. Konuyla alakalı olmasına dikkat ederek bir şeyler söylüyorum. Burada ne işim var?


Dilim damağım kuruyor. Sol koluma bir uyuşukluk giriyor. Yavaş yavaş hastalanıyorum galiba... Kimseye söylemek istemiyorum. Kimseyi korkutmak istemiyorum. Yine başkalarını düşünüyorum... 


Mücadele ediyorum her zamanki gibi. Ümitsiz değilim hâlâ... Kendime şaşıyorum. Nasıl gitmedim bu dünyadan? Nasıl kalmaya devam ediyorum burada?


Bu dünyadan mı yoksa içimdeki dünyadan mı gitmek istiyorum, bilemiyorum.


Dünya; içimdeki dünyadan daha korkunç, daha acımasız, daha karanlık... İçimdeki dünya; dış dünyadan daha güvenli, daha anne, daha merhametli... İçimin karanlığı, bu dünyanın karanlığından daha aydınlık...

 

Dinlemek istemiyorum artık kimseyi. Konuşmak bile gelmiyor içimden. Sadece yazayım, kitapları koklayayım, sayfaları hissedeyim, dünyalardan dünyalara farklı başroller olarak gireyim, farklı başroller yaratayım... 


İnsanlar değişmiş. Kimse dünkü gibi değil. Herkes başkaları hakkında konuşuyor. Onlar gibi olmaktan, onlara benzemekten korkuyorum. Sanırım, bazılarına da acıyan gözlerle bakıyorum. İnsanlar sahte, söyledikleri saçma, yaptıkları tutarsız...

 

Çocuklar bile neredeyse kaybetmiş masumluklarını. Korkar olmuşlar her şeyden. Gülmüyorlar artık. Oyun oynamıyorlar. Kimin yüzünden?


Gözlerimiz görmez oldu. Vücudumuz dayanamaz hâlde. Her tarafımız tutulmuş, her tarafımız ağrıyor. İnsanlar yorulmuş kendi oyunlarından... Nefes almayı özledik hepimiz. Asla sahip olamadığımız o huzuru özledik. Sahip olamadığı bir şeyi özler mi insan, ihtiyaç duyar mı? Biz insanlara şaşmamak lazım. Kendimiz yazar, kendimiz çizer, kendimiz oynarız...