— Gerçekten ölmüyorsun, değil mi, diye sordu Sue.

Evelyn cevapladı,

— Salıya kadar yaşamak için doktordan izin aldım.

— Ama, ama bugün cumartesi! Bu ciddi bir şey Evelyn.

— Ciddiyetini bilmem, ama bugün kesinlikle cumartesi.

— Ölüm her zaman ciddidir, Evelyn.


— Sana öleceğimi mi söyledim? Muhtemelen sadece Evelyn olmayı bırakacağım. Ama bir şey olacağım nihayetinde, bir tür hayvan belki de. Belki tuhaf sesler çıkaran bir ağaçkakan yahut hırsız bir rakun olacağım. Esasında bunlar büyük beklentiler Sue, biliyorsun ya kişi yaşadığı hayatta başarısız olursa daha düşük bir canlı olarak doğar. Sen de şahitsin ki pek de başarılı olamadım bu hayatta. Sanki zorunluymuş gibi kindarlık ettim ve insanlara kaba davrandım, ama bilirsin bazen koşullar bunu yapman için sana hak verir.


— Koşullar insana kötülük etme hakkı vermez, dedi Sue, kendine pek de inanmıyormuş gibi bir tavır takınarak.


Evelyn gözlerini ağır çekimde kırpıyormuş gibi iki defa kapatıp açtıktan sonra derin bir nefes verdi, Sue onun konuyu nereye getireceğini biliyormuş gibi argümanlarını kafasında hazırlamaya başladı.


— Söylememde sakıncası yoksa, senin kocan da insanı hak sahibi yapacak bir adam. Katlanması çok zor. Tabii senin durumun farklı Sue, sen ona aşk ve sadakatle bağlı kalmak için yemin ettin ve ona katlanacaksın, ama ben katlanamadım.


Sue kafasındakileri bir kenara atarak sitemkâr bir tavırla,

— Of, kocamla ne derdin var anlamıyorum.


Evelyn yavaşça dudağını büktü,

— Ah, sanırım hata benden kaynaklanıyordu, dedi yalandan bir şefkatle.

Mesela geçen gün köpeğimi yuvasından çıkardığımda yaygarayı kopardı. Benim köpek çitlerden atlayıp onun Dalmaçyalı yavrularından birini ve tavuklarını kovalamış. E biraz da çiçek tarhlarını falan ezmiş. Ama kocan bahçesine ve hayvanlarına ne denli bağlıdır sen daha iyi bilirsin. Her neyse bilirsin ben kavgadan gürültüden hoşlanırım, kapıma dayandığında kocanın ağzının payını iyice vermiştim. Ama hemen işi ortaya götürüp kısa keseceğini bilsem daha yumuşak davranırdım, konuyu kapatıp gidince çok sinirlendim ve minik bir plan yaptım. Biliyorsun ya Dalmaçyalı yavrularınızın başına geleni.


Sue şaşırmıştı,

— Biz onu kaza sanıyorduk.


— Görüyorsun ya, diye devam etti Evelyn.

Yeni hayatımda daha düşük bir seviyede olacağım kesin, bir tür hayvan olacağım herhalde. Ama benim de hafifletici sebeplerim var Sue, o yüzden zarif ve eğlenceli bir hayvan olabilirim belki, bir su samuru olmama ne dersin?


— Seni bir su samuru olarak hayal edemiyorum, dedi Sue.


— Bir su samuru olarak yaşamanın eğlenceli olabileceğini düşünüyorum, saatlerce çalışmadan yemek yiyebilmek, sizin para verip alacağınız balıkları anında mideye indirmenin vereceği mutluluk, süzüle süzüle yüzmek. İşte zarif ve ince bir figür.


— Ellerinde tüfeklerle dolaşan avcıları, onların tazılarını düşün, diye araya girdi Sue. Her an ölüm korkusuyla yaşayacak olmak ne kadar dehşet verici.


— Hasta yatağında güç nefesler alarak ölmek kadar kötü değil, inan bana. Hem bir su samuru olarak yaşamak daha kolay olacaktır, ortalamanın üstü bir su samuru olursam belki bir sonraki yaşamımda tekrar dünyaya insan olarak gelirim. Yani şöyle ilkel bir şey olurum herhalde, bir Aborjin kabilesinde falan doğarım, ama gelişim gelişimdir değil mi Sue?


— Keşke bu yeniden doğma işi hakkında ciddi olsaydın, diye içini çekti Sue.


Evelyn pazartesi gününün sabahında öldü.


Sue Evelyn'in cenazesinde yaşlıca bir adamı ayaküstü sohbete tutmuştu, lafın arasında,

— Bayım, Evelyn'in ailesinde hiç delilik var mıydı, diye soruverdi.


Adam birdenbire gelen bu tuhaf soruya şaşırdı,

— Delilik mi? Hayır hiç öyle bir şey duymadım. Aileleri pek geniş değildir zaten, ama hepsi aklı başında insanlardır.


— Şey, dedi Sue nasıl açıklayacağını bilmiyormuş gibi.

Öldükten sonra dünyaya bir su samuru olarak tekrar geleceğim diyordu.


— Dünyanın her yerinde reenkarnasyona inanan insanlar var hanımefendi, bu bence delilik alameti değildir.


— Gerçekten onun bir su samuru olarak doğacağına mı inanıyorsunuz, diye sordu Sue, kadının insanlardan kolayca etkilenme gibi bir huyu vardı.


Tam o sırada Sue'nun kocası Fin içeri girdi, adamın üzerinde Evelyn'in ölümünün yaratabileceğinden çok daha büyük bir yas bulutu vardı.


— Dört tane yavru Dalmaçyalı'm öldürülmüş, diye bağırdı.

Hele bir tanesi o kadar zahmete ve masrafa girip ektiğim karanfil tarlasının ortasına kadar sürüklendikten sonra yenmiş! Ne bahtsızlık! Ne bahtsızlık! Sanki kaza değil de benden öç almak isteyen bir şeytanın işi!


— Tilkilerin yaptığını mı düşünüyorsun, diye sordu Sue.

"Bence bu bir sansar işi." dedi lafa atlayarak, cenaze için gelen adam.


— Hayır, dedi Fin.

Her yerde perdeli ayak izleri vardı, izleri bahçenin dibindeki dereye kadar takip edebildim. Belli ki bir su samurunun işi.


Amanda gözlerini kocaman açarak yabancı adama döndü, belli ki adam da şaşırmıştı.


Fin birkaç dakika cenaze evinde kaldıktan sonra köpeklerinin ve karanfil tarlasının acısı içinde bahçesini korumak için evlerine döndü. Fin gittikten sonra Sue yabancı adama yanaşarak "En azından cenaze bitene kadar bekleyebilirdi." diye fısıldadı.


— Biliyorsunuz, onun kendi cenazesi, dedi yabancı.

Kişinin kendi kalıntılarına ne kadar saygı göstermesi gerektiği, görgü kurallarında güzel bir nokta.


Bu saygısızlık ertesi gün, aile cenaze töreni için ayrıldığı sırada çok daha büyük boyutlara ulaştı. Ailenin cenaze töreninde yokluğunda benekli Dalmaçyalılardan sağ kalanlar katledildi. Bunun yanında alt bahçedeki çilek tarhları da zarar görmüştü.


Fin olan biten karşısında kafayı sıyırmıştı. Vahşi bir tınıyla,

— Su samuru tazılarını en kısa, evet en kısa zamanda buraya getirteceğim, onların canına okuyacağım!


— Hiçbir şekilde! Böyle bir şey yapamazsın, diye haykırdı Amanda. Hemen sonra bunun garip göründüğünü anlayarak ekledi, "Yani, o tazılardan korkarım biliyorsun."


Fin,

— Bunu yapmak zorundayız, dedi.

Bir su samuru böyle bir şeye alıştığında durmayacaktır.


— Belki de artık köpeklerin falan kalmadığı için gitmiştir ve bir daha da gelmez, olamaz mı kocacığım?


— Gören de şu mendebur hayvanı korumak istediğini sanacak.


— Son zamanlarda derede çok az su var, diye itiraz etti Amanda.

Herhangi bir yere sığınma şansı bu kadar az olan bir hayvanı avlamak hiç de sportif görünmüyor.


— Ne vicdan ama, diye bağırdı Fin.

Spor yapmakla falan ilgilenmiyorum, o mendeburu bir an önce öldürmekten başka derdim yok!


Ertesi pazar Fin ve Sue kilise için evden ayrıldığında su samuru eve girip kilerdeki somon balığını Fin'in atölyesindeki Türk halısının üzerinde parçalayıp yağını her tarafa saçtıktan sonra Sue'nun bile Fin'e muhalefeti zayıfladı. Fin birkaç arkadaşına da haber vererek av zamanını kararlaştırdı.


Avdan bir önceki akşam Sue dere kenarına giderek bir tazı gibi havlamaya başladı, komik havlamasıyla Evelyn'i korkutarak onun canını kurtarabileceğini hesap ediyordu.


Av akşamı geldiğinde Sue, kendini daralmış hissederek kasabada ufak bir gezintiye çıktı, biraz dolandıktan sonra eve doğru yürürken kocasının arkadaşlarından birine rastladı.


— Hey Sue, orada olmak isterdin, sizin şerefsizi bahçenin havuzunda bulduk!


— Öldürdünüz mü, diye sordu hemen Sue, korkuyla karışık bir heyecanla.


— Evet, güzel dişi bir su samuruydu. Bir tuhaf bakıyordu ki görsen Sue! Sanki insanmış da ölüşüne üzülüyormuş gibi.


Tüm bunların ardından birkaç hafta içinde Sue hızla hastalanmaya başladı. Alternatif tıbba büyük bir saygı ve merakla yaklaşan kocası Fin, bu konularla ilgilenen birkaç kişiden tavsiye aldıktan sonra Sue'yu Avusturalya'da şifalı oluğu söylenen ücra bir gölün kenarındaki pansiyona götürdü. Pansiyona yerleşmelerinin ardından Sue'yu yüzdürmek için ormanın içine götüren Fin, bir ateş yakmak için çalı çırpı toplamaya gitti. Bir ağacın dibine sinerek rahatlamaya çalışan Sue çok geçmeden kocasının küfürler ederek bağırdığını duydu.


— Fin, neler oluyor, Fin!


Fin uzaklardan bağırarak sesini duyurdu.


— Bekle seni yakalayacağım piç kurusu. Sue, Sue ufak bir Aborjin çocuğu cüzdanımı çalıp kaçtı, ah gel buraya!


Sue kocasının söylediğini işitince kendini yumuşak toprağa bıraktı, ondan sonra bir daha asla aklı başına gelmedi.