Ben, sekiz yıl önce hayattan kaçan aynı adamdım. Hiçbir işe yaramamıştı acı ve zevk dolu yolculuğum.
(sayfa 422)

Hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır. Hayat = zevk - acı. Sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı. Negatifse ölmüşsündür doğduğun gün. Tabii bir de sıfır ihtimali var. Bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayatı anlamaya. Erken ayrılmışsındır partiden, görmeden sonunu. Böyle düşündüm ben yıllarca. Ne kadar eksik oysa! Ne kadar ilkel. Ne kadar korkunç. Nasıl bir insan kendini bu denli aza indirebilir? Nasıl, sadece iki zıt elektronik sinyalin bütün varlığına hakim olmasına izin verilebilir?...
(sayfa 423)

Kendimizi bir binanın tepesinden hep beraber boşluğa bırakmayışımızın tek nedeni yarındı! Lotonun çıkma ihtimalini, aşık olunacak insanla tanışma ihtimalini, sonsuz mutluluk ihtimalini içinde barındıran o sihirli sözcük: yarın.
(sayfa 443)

Babam hayatımı, annem ruhumu kurtarıyordu. Kendimi onların ellerine bırakmaktan başka bir şey düşünemiyordum. Ben mahvettim, onlar düzeltsin. Bunları düşünürken, bir an önce çocuk sahibi olmayı istedim. O da hayatını parçalasın da, ben toplayayım diye!
(sayfa 446)

Soyluluk sadece şatolarda yaşamak değildi. İşte buydu! Sormamak. Sadece anlatılmak isteneni dinleyecek kadar meraka sahip olmak...
(sayfa 465)

Zaten hayat da yetmeyecek düşünmeye her şeyi... Biz insanlar, sadece iyi bir performans gösterip öyle ölmek istiyoruz. Yoksa, başka yapacak bir şey yok!
(sayfa 472)

Hayatta en huzur verici şey, önemsiz projeler yapmaktı. Çünkü işlerin önemi artınca, verdikleri acı da büyüyordu.
(sayfa 478)

Birinin beni, hayatımı mahvetmeme ikna edebilmiş olması korkunçtu!
(sayfa 531)

Bir cezası olmalı, diye düşündüm. Bir cezası olmalı hayatı reddetmenin. Ölmeden önce anlamlı her kim yadsıyorsa hayatı, bunun mümkün olmadığını. Anlamalı hayatın yaşamak ve hissetmekten başka bir anlam taşımadığını.
(sayfa 531)