Sabah ezanlarının irkilişi,
göz çukurlarının kuru yanı,
can suyu verilmeyen o kırmızı çiçeklerin açlığı...
Derimize yapışan kirlerden arındıkça
yeni kirler çıkageldi peşimizden
derin bir kuyuda boğmaya kalktık
-kimselerin haberi olmadan-
kimsesizliğimizi.
Boğdukça sıfıra yaklaştık,
sıfırlandık, arındık...
En baştan kirlenmek için.
Sızılı yenilgilerden, dümdüz fiyaskolara
soğuk bir aklın hakemliğinde
ve iç yargıçların gürültüleri arasından
sadeleşmeyi aradık
saçlarımızı yola yola,
yumruklarımızı sıka sıka.
Hüznün diş gıcırtılarından yaka silkiyor
"kapıların hiç bitmeyen açılıp kapanması"
İşte ceninler gibi orada dalgınlık, karanfil, begonvil
Ağır bir tabutu sırtlanıyor gibi buruşmuşlar,
çelimsiz bir fazlalık gibi bakıyorlar insana
karınca adımlarıyla yokluyorlar hırsın yıkıcılığını.
Kopunca kendimizden ve kirlerimizden ve zaaflarımızdan
Unutulmuş gibiyiz çoğu zaman.
Unutulunca dipsiz bir kuyu da
İnsan yitirir mi inançlarını
yoksa unutulmak sıfırlanmak mıdır
mülklerinden, hatalarından, suçlarından?