Bir gün,

Sızılar içinde kalmış bir kalbi okumuştum, ben de sızladım. Açılır kapanır sandalyemi ve okuduklarımı alıp bir ağacın altına demir atıp oturdum. Bir süreliğine oraya kiralamıştım varlığımı. Biraz kuru yemiş, bir demlik çay, yanına kokulu kahvem, birkaç hareketli ve köpüklü içeceğim, biraz da limonlu kekim ve kavrulmuş fıstığım. Hiçbirini içmedim. Kekime bakıp bakıp kuşlar için ufaladım. Fıstıkların tüm kabuklarını üstlerinden sıyırıp yerine koydum. Yaklaşık otuz kırk adım uzaklaştığım adresimde birden durarak, varlığımı, kiraladığım ağacın gövdesine sarılarak kutladım. Şapkamı her dakika düzeltiyor ama yine yakıştıramıyordum. Saçlarımın ucundan birkaç santim daha kestirip yüklerimden kurtulurum derken, sızılı bir kalbin yükünü bakiyeme yüklediğimi anımsayıp oturdum. Bu böyle mi sürer? diye kendime sordum. Saatime baktım 12.21. Yine düşündüm, yine sordum saat 13.45 ve tekrar tekrar düşünüp sordum saat 19.18, yeniden derken sürdü sürecek olan sürgünlük, yeni yüzüm sızıyla...