Aranızda biraz olsun psikolojiyle ilgilenmiş birileri varsa bu yaşadığım olayın üzerimde onarılamaz sorunlara yol açtığını ve bu yüzden sonraki hayatımın da sorunlu geçeceğini iddia edebilir. Belki de haklıdırlar… Ama hangi ben üzerinde düzeltilemez sorunlar yarattı? Size içine kapanık ve herkesin beklentisini karşılayan, topluma uyumlu iki kişiliğimden bahsetmiştim. Ama o gün o mezara giren, her şeyin kontrolünü alan üçüncü kişiliğim bunu yaparken gayet rahattı. Diğer ikisi sonraki yıllarda bu anıyı ve o an tanık oldukların en derinlere gömmeyi tercih ettiyseler de o hiç unutmadı ve bunu hep kullandı kendini geliştirmek için. Geçen her yıl canı istediği zaman kontrolü eline alıyor; bedenimin, aklımın ve ruhumun tüm sınırlarını zorluyor sonra da bir şey olmamış gibi yerini diğer ikisine bırakıyordu.

 

Sanırım tam da burada sahip olduğum kişiliklere birer isim vermem gerekiyor kafanızın daha fazla karışmasını önlemek için. Dünyaya tek başına gelip yaşamaya başlayan ve kırıldığı ana kadar kontrolü elinden tutan kişinin adı Emre. Yani size bu satırları aktaran kişiliğim. İnsanlarla anlaşmayı becerebilen, herkes tarafından sevilen ve kabul gören ise Barış. Eminim hepiniz hayatınızda Barış gibi bir arkadaşınız olmasın isterdiniz. Ne zaman ihtiyacınız olsa ulaşabildiğiniz, sizi dinleyen -hatta anlayan, çünkü bugünlerde herkes birbirini dinliyor ama kimse kimseyi anlamıyor- tehlike anında camı kırıp yardımını alacağınız türden biri. Son olarak kendini beğenmiş, egoist, ukala, tam bir sosyopat olan Poyraz… İşte Poyraz, hayatınızda istemeyeceğiniz buz gibi kuzey rüzgarı. Katlanılması ve tahmin edilmesi zor bir kişilik… (Düşünün, bana ait olmasına rağmen ben bile bilmiyorum neler yapacağını.)

 

Şimdi parçaları yerlerine koyduğumuza göre devam edebiliriz. O gün, o mezara girip ölmek üzere olan çocuğa müdahale eden Poyraz, binlerce defa ameliyata girmiş bir cerrah ne kadar etkileniyorsa artık yeni bir ameliyattan o kadar etkilenirken Emre ve Barış, Poyraz’ın o an yaptıklarını yukarılardan bir yerlerden izleyen iki küçük çocuk gibi dehşete kapılmış, bu dehşeti hayatları boyunca üzerinden atamadıkları için, Poyraz’a saygı duyarken hep biraz korkmuşlardı yapabileceklerinden….

Emre ve Barış arasında yazılı olmayan hayali bir anlaşma var gibiydi. Barış hayatın gerektirdiklerini yapıyor, insanlarla iyi geçiniyor, aynı insanların Emre’ye ulaşmalarını engelleyip -dolayısıyla görmelerini engelliyor- ona bir alan bırakıyordu. Emre de gece geç saatlerde, uyuyamadıklarında Barış’ın gün boyu yaşadıklarını izlerken aklında kalanları yazıyordu. (Şu an yaptığı gibi.) Bu sayede Barış, hayatın ona yüklediği sorumlulukları daha rahat taşıyabilmesi için ihtiyacı olan zihin sağlığını koruyordu. Ama Poyraz bu ikisine de saygı duymuyor, hatta içten içe nefret ediyordu. Biri eziğin tekiydi, asla gerçek hislerini gösteremeyecek, gerçekten istediklerini yaşayamayacaktı, diğeri ise insanların köpeği olmuş, gel deyince gelen, git deyince sorgulamayan, herkesle iyi geçinen -bir insan herkesle iyi geçiniyorsa karaktersizdi- sünepenin tekiydi. Bu yüzden canı istediği zaman kontrolü eline alıp hem Emre hem de Barış için hayatı zehir etmenin fırsatlarını kaçırmıyordu.

Emre karşı çıksa da Barış, Poyraz’ın kullanışlı olduğuna inanıyordu. Bazı durumlarda o da gerekliydi. Barış her ne kadar insanlarla arasını iyi tutsa da bazı insanlar onun bu herkesle iyi geçinen halinden nefret ediyor ve kaba kuvvet uygulayarak onu sindirmeye çalışıyorlardı. Barış, Emre’nin konuşabilme ve yazabilme yeteneğini kullanıp kızlarla arasını iyi tuttuğunda, bu kızlarla ilgilenen diğer erkeklerin hoşuna gitmediğinde -ki genelde hiçbir erkeğin hoşuna gitmez, bir kızdan hoşlanıyorsa, ne kadar yakışıklı olursa olsun, kendisinden daha zeki bir erkeğin rakibi olması- bir tehdit olarak görülürdü. Tehdidi ortadan kaldırmak için gözünü korkutmak gerekirdi ve genelde bu ortadan kaldırma yöntemi sağlam bir dayak olurdu. Dayak yeme ve dayak atma konusunda uzman olan Poyraz’dı. Bu yüzden Barış, böyle bir duruma düştüğünde kontrolü Poyraz’a vermek istiyordu. Bu her zaman işe yaramıyordu. Poyraz, ilk darbeleri aldığında bir süre bekliyor; Barış ve Emre’nin çaresiz ve korkak hallerine bakıp eğleniyor, bir yerden sonra tamam deyip ortaya çıkıyor, rakibi ne kadar cüsseli olsa da bir şekilde üstesinden geliyordu. Beni izleyenler nasıl oluyor da bir dakika önce başını kollarının arasına alıp korumaya çalışıp aynı anda daha fazla vurmayın diye ağlayıp yalvaran benden, bir dakika sonra, hadi daha fazla vurun! Hepiniz birden gelin! Diyerek ayağa kalkıp karşısındaki çocuğun suratını darmadağın ettiğini anlayamıyordu. Bazen de Poyraz ortaya çıkmıyor, yediğim dayakla kalıyordum…

 

Seninle ilk konuşan bendim, yani Emre. Seninle konuşmaya devam eden Barış’tı. Ama seninle görüşüp yanına gelen, o gün ve sonrasında seninleyken her şeyi yaşayan Poyraz’dı. Çünkü sen, onun için ikimize de bırakılamayacak kadar değerliydin ve Poyraz istediğini her zaman alırdı. Bunu ilk görüştüğümüz gün fark ettin. Hatırla, konuştuğun gibi değilsin demiştin bana. Değildim… Sen, hangimizi daha çok sevdin bilmiyorum. Hangimizi tanıdın? İçimdeki bu kaosun ne kadar farkındaydın? Ama Poyraz’ın o kendinden emin tavırları, küçük dağları ben yarattım der gibi davranışları seni etkiledi. Bu yüzden belki de göremedin onun karanlık yanlarını ya da gördün ama ona öyle bağlandın ki vazgeçemedin…