Sıradan günlerden biriydi uyandığımda. Sıradan olmayan, o gün seni hiç aramayacak olmamdı. Rutinimi bozmadan -bu rutini ilk ne zaman kazandım hatırlamıyorum- yatağımın baş ucunda, yerde birikmiş boş içki şişelerine takılmadan yatağımdan çıkıp mutfağa yöneldim. Buz dolabını açınca hissettiğim serinliğe birkaç saniye kendimi bıraktıktan sonra, en alt rafta duran soğuk bira şişesini alıp yatağıma geri döndüm.
"Bu kadar içmemelisin!’’ sesin kafamın içinde yankılanırken "Artık yanımda değilsin! Hayatıma müdahale etme.’’ diyerek yüksek sesle karşılık verdikten sonra hırsla şişeyi açıp diktim ağzıma… Her yutkunduğumda yuttuğum yokluğundu. Hazır değildim yokluğuna. Bir insan yaşamının anlamının yokluğuna ne kadar hazır olamazsa işte o kadar hazır değildim. "Neden gittin o zaman?’’ diye soracaklarınız olacak. "Çünkü aşk bitirilmeye değer, en güzel yerinde yaşanıyorsa eğer’’ diyeceğim. Anlamayacaksınız. Şimdi, merakınızı yeterince çekebildiysem eğer, okumaya devam edebilirsiniz.
Onunla ilk tanıştığım günü anımsamaya çalışırken suçüstü yakaladım kendimi. Suçluluğum onunla tanışmaktan değil, o günü ayrıntılarıyla hatırlayamıyor olmaktan geliyordu. Islak bir kaldırım ve işlek bir caddeydi. O an yanımızdan kimler geçti, elinden nasıl tuttum, eli elimdeyken kimlerin yanından geçtik, böyle küçük ayrıntılara o an dikkat etmediğim için asla affetmeyeceğim kendimi. Kutsal kitaplarda böyle ayrıntılara çokça yer veriliyor. İsa doğduğunda gökyüzünde yıldız kaymış, Muhammed’e peygamberlik geldiğinde Kabe’deki putlar titremiş, Musa denizi ikiye ayırmadan önce kutsal dağa tırmanmış, Nuh, tufandan önce haberdar edilmiş… Ben onunla girdiğim o evde, onu ilk defa öptüğümde hiçbir ilahi yanı yoktu o anın. Çünkü hiçbir ilah ilgilenmemişti bu küçük ayrıntıyla. Belki de bu yüzden ondan ayrılmamı sıradan fani bir insanın tercihi sandılar. Yanıldıklarını anladıklarında her şey için çok geçti. Poseidon fırtınalar kopardı, Zeus şimşeklerini yolladı. Hera saçlarını kesti, Hades, ikimizin de ölümüne hazır değildi. Bu yüzden ölmedik. Ben uyandım. Sen benden sonra nasıl uyudun, bilmiyorum…
İçtiğim soğuk biranın ardından ne yapacağımı bilemedim. Durmaksızın titreyen telefonumu sessize aldım. Kimin aradığını biliyordum, arayan sen değildin. Bunu bilmek bir halta yaramıyordu, seni terk ettiğimi yüzüme vurmaktan başka.
Parmak uçlarımı sakallarımın arasında gezdirdim. O parmak uçlarını teninde gezdirmek varken. Kalkıp, giyinip, sokağa çıkabilirdim, çıktığım sokakta seninle bulaşacağımı bilseydim. Sonra, tıraş olmayı da bıraktım… Sen sakallarımı okşamayı özlersin diye. Çok sonra fark ettim, ben ne yapıyorsam, senin için yapıyordum. Sen artık hayatımda olmasan bile…
Beni yargılamadan önce dinleyin ne olur! Biliyorum, linç bağımlısı olmuş toplumun, tek başınayken bir halt yiyemeyen, kalabalık olunca benliğini yitiren bireylerisiniz ama lütfen, dinleyin. Uzattığınız saçlarınızdaki kımıl zararlıları, deldirdiğiniz kulaklarınıza taktığınız ucuz gümüş imitasyonlarından küpelerinizle, günün sonunda yalnız girdiğiniz yataklarınızda tek başınıza uyumaya çalışırken şu an, işte tam da şu an yazdıklarımı okurken şu an yapacak daha iyi ne var başka? Benimki gibi sakat bir aklın hezeyanlarını merak ediyorsanız, hoş geldiniz!
Benim, onu neden terk ettiğimi değil, neden terk edildiğinizi anlamak için hala buradasınız.
Size bunun cevabını asla vermeyeceğim. Ve ne kadar okusanız da cevabı bulamayacaksınız. Sizi terk etti çünkü sevmiyordu. Ben onu terk ettim çünkü sevmiyordum. Şimdi bu gerçeği alıp istediğiniz yerinize sokabilirsiniz