*Söz konusu film ile ilgili spoiler (sürpriz kaçıran bilgiler) içerir.*


1986 yapımı Tevfik Başer filmi olan Kırk Metrekare Almanya, Dursun (Yaman Okay) ve Turna (Özay Fecht) çiftinin yaşantıları üzerinden kadının ve erkeğin toplumdaki yerini sorgulatan bir gurbet filmidir. Ataerkillikten başka bir yapının bilinmediği Anadolu köyünde, başlık parası karşılığında Dursun ile evlendirilen Turna, kocasıyla Almanya’ya göç eder. Bu Turna’nın ilk “uçuş”udur. Köyünden Almanya gibi bir medeniyete doğru özgürleştiğini düşünse de Dursun buna izin vermez. İşe giderken Turna’yı eve kitler ve onun “ahlaksız” Alman kültürüyle buluşmasına, toplumda kendine yer aramasına izin vermez. Anadolu kültüründe mutluluğun, refahın, sadakatin ve özgürlüğün simgesi olan “Turna” kuşu artık bir kafes içindedir ve bu küçücük kafeste koca Almanya’yı keşfetmeye çalışır. Baba evindeki erkek otoritenin devamıyla Almanya’daki Türkiye’sinde Turna, ev işinde harcadığı emeği ve kadınlığı sömürülen biridir. İçinde yaşamak zorunda olduğu yapıya göre, ekonomik hayattan ve sosyal hayattan izole bir şekilde doğurmak zorunda olduğu erkek çocuklarına bakmak durumundadır. Kendini bildi bileli gördüğü, doğru bildiği ataerkilliğin onu hor görmesinin hatta dayak yemesinin bile olağan olduğu bu yapıya karşı çıkmak, onu korkutan bir durumdur. Es kaza kapıyı açık bulup, bambaşka bir diyarı keşfetmeye başladığı o tedirgin yolculuğu, acele ve korkuyla sonlandırması bunun güzel bir göstergesidir. Turna’nın bu hapis hayatı Dursun’un belli aralıklarla geçirdiği nöbetlerin birinde hayatını kaybetmesiyle son bulur. Aylarca evinden çıkmamış, hayatta kendi başına hiçbir şey yapmamış olan Turna, esir olduğu yapıdan kaçarak korkusuzca özgürlüğüne koşar. 

Filmin hikayesi üzerinden aktarılan Türkiye’deki ataerkil yapının resmi, bize Türkiye’nin modernleşmesinin neden bu kadar geç ve sancılı geçtiğini aktaran unsurlar barındırıyor. En temel ve önemli unsur ise toplumdaki cinsiyet rollerinin arasındaki uçurumdur. Ataerkilliğin hakim olmasıyla kadın; sadece evde emek harcayan, doğurduğu çocuklara bakmakla yükümlü -doğan çocuklar mutlaka erkek olmalıdır, kız çocuk doğurmak kadının büyük bir kusurudur-, doğru dürüst bir eğitim hayatı olmayan bir varlıktır. Yapıdaki mutlak güç erkektir. Bu gücün kırılması, hor görülmüş ve cahil bırakılmış kadın için imkansıza yakın bir durumdur. Bu yapının yarattığı cinsiyet eşitsizliği Türkiye’nin gelişmesinin, çağdaşlaşmasının önünde duran büyük bir kayadır. Gelişim, toplumun iki kolu olan kadınların ve erkeklerin hem kanunen hem de toplumsal kodda eşit hak ve yaşantılara sahip olmasıyla başlar.