Tutuşmuş hislerim; ürperen tüylerimin ucundan

Birer birer huşu içinde atladılar, bu bir intihar mı?

Her birinin ellerini; izlerini bilirim, nerede görsem tanırım.

-Hiçbirini tanımam.

Hıçkırıklarımda gark olmuş dizgeleri kurtarmak reva mı?

Fıtratımdan sızan cefayla dostsak, revaydı.

Burası beni yutarken, tutunmak için elimi tuttum; kimse yoktu.

-Herkes vardı.

Her yer karanlık, parmaklarımı yaktım yüzün aydınlandı, gördüm.

-Kördüm.

Gövdemi ıssızlık sokağına tabela astım;

-Giriş buradan…


Güneş yollanırken yanık takvim yaprakları altında süblimleşmiş enkazımın dansını izleyelim olur mu? 

Yıllanmış silüetlerin altında ezildi ruhumuz, kaldıran yoktu.

Olur ve sarhoşluğun sessizliğini dinleyelim...

Sen işittin, ben anladım.

Karnımda uçuşan, sen kelebekleri bir güz akşamı zamansız katledildi.

İçimde eşelediğim kelebek mezarları dolu.

Yer yoktu ben de gözlerime gömdüm, yine kördüm.


Ara ara hislerim dönüştü ve gidişlerim çoğaldı kendimden,

Çürümüş lacivert darağacının bağrında bunak ruhumla atışırken.

Mak'tan birkaç satır söyledim, gözümü yumdum, sesimi dinledim.

Asırlar evvel, mumyalanmış nefeslerimden gelen;

Buzlu ve kırmızı şiirler hayli ıraktan geldi, tanıdık;

Dize dize kokusundan tanıdım.


Zerrelerim ayrışıp suya karışırdı, siz derinlerimde yüzerken, dokunmaya hayâ ettim.

Giderken uçsuz ufka yamadım tüm nevrimi, boyandım meneviş rengi.

Ben bir avuç toprak, avuçlarınızdan savrulup, rüzgârda kokunuzla karıştım.

Öldüm ve alıştım.

Ara ara ürperdim, yıkıldım.

Birkaç ışık yılı içimde demlenmiş safi sükûnetimi ve izafetimi,

Şimdi yutkundum ve alıştım...