Geçsen karşıma şimdi, otursan bir koltuğa… Ruhunu izlemeye başlasa ruhum, gönlüm kendisini hapseden bütün karanlıklardan sıyrılıp da şöyle bir ferahlasa. Ellerim tutmaya başlasa yeniden, gözlerim âmâ oluştan sıyrılsa. Nefes aldığım esnada tüm hücrelerim yeniden can bulmuşçasına ayaklansa. Sesini işitsem narin narin, bana uzun kısa fark etmeksizin meseller anlatsan. İnsanları konuşsak, kışı konuşsak… Turuncu ışıklardan, mumların kokularından, telaşların renklerinden sohbetlerin kıyısına vursak. Buz gibi havayı ısıtsa karşımda oturuyor oluşun; bütün bir kışı bir ömür katlanılır hale getirse. Hırkamı parmak uçlarıma kadar çekişlerime şahitlik etsen mesela...


Geçsen karşıma şimdi, otursan bir koltuğa. Elinde Didem Madak, sesinde kadifeden bir tını, korkularıma satırlar okusan. Desen ki bu sensin, desen ki bu benim, desen ki bütün şiirler biziz bu dünyada…

Uzadıkça uzasa muhabbetin geceyi aydınlatmaya meyleden pak ipi, derinleştikçe derinleşse aradaki muntazam bağ. Hava koyulaştıkça açsa sesindeki fesleğenlerin kokusu içimizi, sokaklar sessizleştikçe yepyeni hikâyelere sarılsak baktığımız camlardan. Uzaktaki hastane odalarının yanan ışıklarından konuşsak; hangi hastanın nasıl bir hayatı vardı, hangi doktor hangi odanın hayatını kurtardı? Tepedeki evlerden ışıkları yananların kendilerine ait bir masalı var mıydı, hangi şehrin masalı en mutlu biterdi?

Gökyüzüne yaslasak sonra ağırlaştıkça ağırlaşan başımızı; hangi yıldız bize o an gördüğümüz son parıltısını, son ışığını kaç yıl önce göndermiş de ölmüştü, yıllar sonra o ânın boşluğuna hangi yıldız doğacaktı ve bizim gözlerimizin bakarken karanlığa denk düştüğü yere kimlerin gözleri sorgulayarak bakacaktı? Hepsine verecek cevaplar, yazacak şiirler bulsak. Hepsine birer hatıralık pay, birer tebessümlük çehre biçsek…

Geçsen karşıma şimdi, otursan bir koltuğa. Elimizde makas, şekil versek dünyaya. Desek ki, bu umudun sınırı, bu sevincin. Çitler çeksek envaiçeşit yeşil otun bittiği o sınırlara… Kestiğimiz yere ulaşamasa alacağı varmışçasına hızlı akmaya yemin etmiş zaman kavramı. Bir biz kalsak o kesiklerin ardında. Çiçekler sulasak, kahvaltı masalarına kahkahalar doluştursak, her şeye bir çözüm, her imkânsızlığa bir mümkünlük giydirsek…


Geçsen karşıma şimdi, otursan bir koltuğa. Değişse yeryüzünde işleyen zaman. Sen oradayken evrilse, asırlar sürse bir saatin geçişi, asırlar sürse sesindeki kadifeliğin havadan sıyrılması… Geçsen karşıma şimdi, inandırsan beni bir an için dağların tepelerine dizilmiş evlerde peyda olan bu akşam sevinçlerine, bu çeşit çeşit mümkünlük giyinen güzelliklere. İnandırsan şiirlerde acıların değil çiçeklerin açtığına… Ne çok inanasım var bir bilsen, ne çok inanasım var yaşayacağıma.

Geçsen karşıma şimdi, otursan bir koltuğa. Ruhunu izlemeye başlasa ruhum, gönlüm kendisini hapseden bütün karanlıklardan sıyrılıp da şöyle bir ferahlasa…