Bir süredir sabahları neden bu yataktan mutlu kalkmadığımı araştırmaya koyuldum. Uyku saatlerini araştırdım, almam gereken uyku saati süresini belirledim. Verimli uyku üzerine okumam gereken ne varsa ve ne uygulamam gerekiyorsa yaptım. Yine bir sabah ve ben yine mutlu, enerjik uyanmadım.Acaba konu sadece uykuyu verimli hale getirmem gereken fiziksel etmenler mi yoksa gün içerisinde yaptığım işlerden alamadığım haz mı diye düşünmeden edemiyorum. 

Hayatım tamamen benim üzerime yıkılan sorumluluklardan ve yapmak istediklerimi yapamıyor oluşumun yarattığı iç burukluğundan ibaret. Sana verilen programa uy ve derslerine git, sonrasında sosyal hayata dahil olabilmek adına yarı zamanlı çalışabildiğin işine git ve geceleri de gün içerisinde yapamadığın ve yetişmesi gereken ödevlerini yap. Bu denklem içerisinde eğer dahil olamadığın sosyal hayat sebebiyle çalıştığın işten gelen para cebine kalıyor ne iyi birikiyordur diye düşünüyorsan yanılıyorsun çünkü gelir gider dengesine göre o hesaplamanın sonunda da karlı çıkamıyorsun. Bu düşüncelerle boğuşan zihnimin tabii ki de sabahları mutlu uyanmasını beklemek saçma geliyor aslında hala sağlıklı hareket ediyor oluşuna şaşırmak lazım. 

Ayılmak için tek nefeste yudumladığım kahvemi ve geç kaldığım için son lokmasını içemediğim sigaranın izmaritini küllüğe fırlattım. Geç kalmıştım. Üzerime ne giydiğime bile bakmıyordum artık çünkü çevremin bile kilo aldın baskısından bıkmış olduğum için bol kıyafetlerle gizlemeye çalıştığım göbeğime dolabımdan ne oluyorsa giydim. Ki bu dönemde genelde siyah giyiyorum çünkü on beş kilo almışım, dile kolay. Sebebi ise gün içerisinde yemek yemeğe vaktim olmadığı için geceleri üç tabak falan makarna yiyor olmam. Bundan iki sene önce tam yirmi dört kilo veren bu kızın azmini ve yaşamayı bu kadar seviyor olma enerjisini özlediğimi fark ettim. Neyse kalan sağlar bizimdir diyerek çantamı aldım ve durağa doğru yürümeye başladım. 

Durakla evimin arası yürüme mesafesi olarak on beş dakika alıyordu ve bu süre içerisine en az üç şarkı dinleyebiliyordum. Eskiden müzik dinlemeyi de çok severdim ve bir sürü liste hazırlardım kendime. Yol için ayrı, dans etmek için ayrı ve en önemlisi ağlamak için bile bir listem vardı. Şimdi ise sadece bana hayatı sorgulatmayacak, psikolojik olarak tozlu raflara kaldırdığım yakın zamanları travmalarımı tetiklemeyecek şarkıları seçmek zorunda kalıyorum. Yani çocuk şarkıları falan. Günüm kötü geçerse eğer arada rastgele denk gelen hüzünlü şarkılara suçu atıyorum çünkü tüm suç şarkıların. 

Durağa vardığımda erken geldiğimi fark edip bir kenara oturdum ve vaktim var diye düşünerek bir sigara yaktım. Gözüm bir yandan yolu keserken diğer yandan gelen mesajlara bakıyordum. Arkadaşlarımın gönderdiği mesajları okumaya başladım. 

‘’Sen gerçekten çok iyi bir insansın.’’

‘’Yanımda olduğun için teşekkürler.’’

‘’Enerjine bayılıyorum.’’

‘’Harika bir hayatın var.’’

‘’Ya kızım senin hiç derdin yok mu ya?’’

‘’Nasıl bu kadar her şeye yetişebiliyorsun?’’

Hepsine yarım yamalak bir cevap verdikten sonra tam bir saat yolculuğum süreceği kırmızı otobüsün geldiğini gördüm. Kartımı okutup ortalarda, cam kenarı bir yere kendimi bıraktım. Yolumuzun uzundu ve ayakta yolculuk etmeyi hiç mi hiç sevmiyordum. Ağrıyan başımı susturmak adına bir ilaç içtim. O an arka planda sakinleştirici olduğunu iddia eden bir meditasyon müziği çalmaya başladı.

Otobüs hareket etmeye başladığı anda zihnim kendi derinliğine dalmıştı. Aklımdan geçen şeyler ödemem gereken borçlarım, almam gereken okul ihtiyaçlarım ve yaşamam gereken bir hayattı. Düşüncelerden kaçmak için kafamı cama koymuş tam uykuya dalacakken bir el beni dürttü ve müziği kapatıp ona bakmamı sağladı.

‘Merhaba. Sana bir şey söyleyebilir miyim?’ Giyilmekten rengi solmuş lacivert takım elbiseli, kırmızı kravatlı genç bir adam yanıma oturmuştu. 

‘Tabii, buyurun. ‘Dedim otomatik olarak bana seslenen kişiyitanımıyordum.

‘Bu otobüs aslında bir zaman tüneli biliyor musun?’ dedi gözleriyle ön koltukları işaret ederek.

Ona anlamayan gözlerle baktığımı fark etmiş olacak ki tam dolu olmayan otobüste oturan birkaç insanı işaret ederek ‘Baksana herkes farklı bir zaman diliminden gelmiş. O sabah göreceği sevgilisi için okula koşarak gidiyor, diğeri bugünderste yapacağı sunum için çok heyecanlı ve gergin hissediyor, senin ise hayattan bezmiş bir halin var. Şunun ise uykusuzluktan gözleri bile açılmıyor. Kimse şu an aynı günü yaşamıyor. İşte bu yüzden bu otobüs bir zaman tüneli gibi. Şoföre bir baksanıza o da bugün bitse de evime gidip koltuğuma uzansam diyor adeta.’ İnsanların yüz ifadesine baktığımda ise çoğu söylemleri doğru niteliğinde sayılabilirdi. Ama tabii bunlar tamamen onun gözlemleriydi.

‘Bana deliymişim gibi bakma, sana bu sabahın ve bu otobüsün diğerlerinden farklı olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Tabii kelimelerimi doğru seçemeyebilirim, beni mazur gör lütfen. Çünkü şu anda size farkında olmadığın bir şeyden bahsedeceğim aslında.’ 

‘Hepimiz belli başlı sorumluluklar içerisindeyiz. Hep bir koşuşturmamız var ve kendimize yetmeyi bırakın nefes almaya bile vakit bulamadığımız zamanlar oluyor. Peki ne için sence? Neden bu kadar koşturuyoruz? Kimin için? Her şeyi yapmak için bu kadar vaktimiz varken durup da kendimiz için bir şey yapıyor muyuz? Ya da yaptığımız bu her şeyin hangi zaman karşılığını aramadan anında bulabildik? Bir adım atmak bile artık para olmuşken neye kime yetebiliyorsunuz? Hayatınızı yaşayın diyen insanların karşısına geçip de yaşanacak bir hayat mı kaldı diye sormak istiyorum. Ne geleceği ön görebiliyoruz ne de bugünü. Her gün bir şeyler ezberliyoruz sırf sınavlardan yüksek notla geçebilmek için. Sevmediğin, anlaşamadığın insanların yüzünü görüp selam vermek zorunda kalıyorsun. Sırf egosunu tatmin et diye bazı hocaların seni aşağılamasına göz yumuyorsun ve sonunda mezun oluyorsun. ‘’

Söylediklerini algılamaya çalışıyordum ama beynim buna izin vermiyordu. Başımdaki ağrı iyice yükselmişti ve onu daha iyi duyabilmek için duruşumu düzeltmek için bir hamle yaptım.

‘’Nereye iş için gitsen her yer kapı duvar oluyor sana ve sen mezun olmadan önce bile iki sayfa doldurduğun o özgeçmişin ile baba evine geri dönüyorsun. Ne paradan yüzün gülüyor ne insanlardan. Kadın olarak işsiz halinle kendi geleceğini evlenerek bir erkeğin vicdanına bırakmamak için hala daha çabalıyorsun. İş buluyorsun ama bulmuş olmak için. Yine mutlu değilsin. Sen şu anda da mutlu değilsin ki aç gözlerini. Çevrendeki insanların beklentilerini karşılamaktan başka ne yapıyorsun? Ne hissettiğin kimin umurunda ki? ‘’

Söylediklerine haklılık payı versem de cevap vermemeyi tercih ettim. Öğrenci olamayacak kadar büyük gibi duruyordu. Okula iş görüşmesi için geldiğini düşündüm söylediklerinden yola çıkarak. Bir an etrafa bakma gereği duydum, otobüs oldukça doluydu ama kimse aramızdaki geçen diyaloğa kulak vermiyordu. Hepimizin ortak derdi olan şey yolculuğun bir an önce bitmesiydi.

O ise biraz duraksayıp sözlerine devam etti.

‘’Robottan farkımız kalmadı. Düşünmeyi bile bize unutturacak hale getirdiler. Para için çalış ve yaşa ama seni öldürmeyecek kadarını harcayabil çünkü kazandığın seni sadece ayakta tutabilir. Hem zamanını sat, uykunu sat. Bedenini ve beynini cinsellik dışında birilerine kirala ve onu kendin için kullanama. Size de şaşırtıcı gelmiyor mu? O zaman şimdi neden mutsuz olduğunuza bir bakın. Ne için uğraştığınıza. Sonra da ne istediğinize bir karar verin. Yoksa ne bir robottan ne de yaşayan bir ölüden farkınız kalmayacak. Uyan artık, çünkü istediğin değil ama olman gereken yere, geleceğin için çaba sarf ettiğin o yere geldin. Uyan.’’

Konuşması bitirdikten sonra hafif bir silkindi ve ‘Ne olursa olsun hayatın o renklerini görmek zorundayız. Farkındalığımızın yüksek olması bizi karamsar değil renkleri daha canlı görebiliyor hale getirmesi gerekiyor. Uyan derken sana aslında bildiklerinden fazlasını anlatmadım, hepsinin bilincinde olduğunu biliyorum ve hiçbir vazgeçiş ya da tükenmişlik sonunu yazmana sebep olmamalı.’’

Sözlerinin nereye gittiğini çözemiyordum ve otobüs boyu bana bunları anlatan adamın kim olduğunu ve bana bunları neden anlattığını merak ediyordum.

‘Siz kimsiniz ve bize neden bunları anlattınız?’ dedim ama sesim oldukça çatallaşmış ve kelimeler ağzımdan çıkmak için savaş veriyordu adeta. Neden iki kelimeyi bir araya getiremiyordum ki?

‘Benim kim olduğum çok da mühim değil. Umarım söylediklerim anlaşılmıştır. Bu otobüs bir zaman tüneli gibi. Herkesin farklı zaman dilim ve değişik duygularını barındırıyor. Sen kendi hayatından yorulmuşsun ama sevdiklerin için ayakta durmaya çalışıyorsun. Bir diğeri aşkı için tutunuyor, diğeri kariyeri için. Ama yaşamak için hep bir sebep buluyor insan. Nefes alabildiğin her an yaşamak için umuda koşar insan. Bu demek değildir ki umut biterse ölünmeli. Her zaman tutunacak bir dal bulunur çünkü insanlar çoğu zaman ölmeyi değil yaşamayı seçer.’ 

‘‘Sahiden mi? Yani bu amaçsız yaşayan, ruhları kaybolmuşların otobüsünde bile mi insan yaşamayı seçer?’’ 

Cevabı bekleyemeden gözlerim fazla gelen ağırlığa dayanamadı ve kendini boşluğa bıraktı. Sanki otobüste değildim, uçuyordum adeta. Bir anda boşluğa doğru çekildiğimi hissettim ve biri sanki beni tersi yöne doğru çekiyordu. Son duyduğum sözler ise kulağımda çınlıyordu.

‘Hiçbir insan bir otobüs köşesinde kendi benliğini kaybetmemeli. Bu hiçbir ruha yakışmaz. Ölmeyi değil yaşamayı seçmeliydin.’

Otobüs ve içerisindekiler o gün yaşayacaklarını tahayyül edemedikleri bir ana şahit olmuşlardı. Bir kayboluşa. Hafızalarından silinmeyecek bir görüntü ve yakınlarının içinde bıraktığı acıyla kendi kendini sonsuzluğa bırakmıştı. O gün ve o günden sonra kırmızı otobüs bu genç kız için bir daha hiç var olmayacaktı. Kayıp bir yaşamın, kırmızı bir otobüsün içerisinde bıraktığı bir iz olarak kalacak ve bu ana şahitlik eden, bu kızın yaşamına dokunan herkes bu kırmızı otobüsün varlığını yok sayacaktı.